Deliller ve İzahatlar
Sözlükte “derece” kelimesinden türeyen “tedriç”, “bir kimseyi, bir şeye aşamalı biçimde yaklaştırmak ve alıştırmak” anlamına gelir. İslamî davet literatüründe ise “amaçlanan hedefe aşamalı bir şekilde varmak” için kullanılır.
İslam hukukunda; ahkâmın teşri edilmesinde, ilahi irade tarafından peyderpey inzal edilmesi manasına gelmektedir. İslam’ın hükümleri konulduğu zaman icmal ve tafsil yönleri ile nazil olması göz önünde bulundurulduğunda hukuk (teşri) ve davet arasında kullanım yönü ile çok ciddi farklar vardır. Bunun en bariz örneği Aişe RadiyAllahu Anha annemizin şu rivayetidir:
“İlk olarak ‘içki içmeyin, zina etmeyin’ ayetleri inseydi, insanlar biz asla şarabı bırakamayız, asla zinayı bırakamayız’ der, iman etmez, İslam’a yaklaşmazlardı.”1
Ünlü Şarih İbni Hacer, bu hadisin şerhinde “Bu tenzil yönünün hikmetine işaret etmektedir.”2 demektedir.
Bilindiği gibi biz kullara düşen, beyan edilmeyen hikmetlere dalmak değil İslam şeriatının her cüzüne tabi olmaktır. Zira Allahu Teâlâ, Rasulü’ne ve sonra da Müslüman yöneticilere, insanların fitnesine ve Allah’ın yolladığı hükümlerin bir kısmının bile tatbik edilmesinden yüz çevirmelerine karşı tembihte bulunmuştur. Bilakis emirler veya nehiyler olsun bütün hükümleri, insanların ne istediğine bakmadan tatbik etmeleri üzerlerine farzdır.
Özellikle aşağıda sıkça kullandığımız “davet sahası” ve “hedef” kavramlarından kastımız, “İnsanlar arasında Allah’ın hükümleri ile hükmedecek, içeride-dışarıda, zahirde-batında İslam ahkâmını tatbik edecek olan Hilâfet’in yeniden ikamesidir.”
Kimi hükümlerin kademeli olarak nazil olması, geçmişte çok da tartışılan bir konu değildir. Bu konu ne yazık ki Hilâfet’in kaldırılmasından sonra kurulan İslami cemiyetlerin çalışmalarının seyrine göre suistimal edilmeye başlanan bir mesele haline geldi. Hedefe ulaşacak bir metottan yoksun olunmasının, aslında bu gibi serzenişlere gebe olacağını makalemizin ilk bölümünde3 uzunca izah etmiştik.
Suistimal edilen sadece bazı ahkâmın, tedrici inzali değildir. Benzer amaçlar ile hiçbir illet, delil ve karine olmadığı halde kullanılan bir dizi mesele vardır. Birkaçını zikredelim: Ahsen’ül kıssamız olan “Yusuf Aleyhi’s Selam’ın Mısır’daki yetkisi”, hiçbir istinbat yönü olmayan Risalet’ten önceki “Hilfu’l Fudul akitnamesi” ve cazipliği ile her alanda can simidi(!) olan “maslahat” bunlardan bir kaçıdır.
Teşri alanında hükümlerin tedrici inmesi, vahyin tamamlanması ile çok açık bir şekilde sona ermiştir. O günden sonra insanlar arasında ilişkiler mevut ahkâm ile sonuçlanıyordu.
Muhatapları yanlış kanaatlere sevk eden en önemli meselelerden biri, ahkam alanında Rabbimizin takdiri ile hükümlerin kademeli olarak vahiy edilmesi hususunu umumi bir kural ve kaide gibi istedikleri -ya da ihtiyaçları olan- alanda kullanmalarıdır.
Tedrici olarak indiğinde ihtilaf edilen bazı deliller, onların buradaki muğlak görüşlerinin tek dayanaklarıdır. Bunlardan birisi, içki ayetleridir.
Dört farklı hususu içeren içki ahkamı şöyledir:
1- Besin elde etme vesilesi4
2- Günah ve faydanın mevcut olduğu bir olgu5
3- Namaz da yasaklığın beyanı6
4- Külliyen bir yasaklama7
Burada, İslam tarihi içerisinde hiç kimse, içki içenlere karşı 1, 2 ya da 3. kademede geçen hükümler ile bakmıyor ve bu kişilerin cezaları, buna göre verilmiyordu. Zira son gelen hüküm, herkes için mutlak bağlayıcıdır. Aksi takdirde içki içen herkes bunu savunur ve içki ile alakalı muhkem emir, müşkil hale gelirdi. Yine zahir bir mesele, bu mugalatalar neticesinde hafi olurdu. Her ne kadar ilimden zerre nasibi olan hiç kimse bunları ifade etmese de aynı hassasiyet -birazdan temas edeceğimiz üzere- İslami davet sahasında mevcut değildir.
Konunun anlaşılması adına diğer örneğimiz faiz ayetleridir. Faiz konusunda da dört farklı husus ifade edilmektedir, Kur’an-ı Kerim’de:
1- Riba ile malların Allah katında artmaması8
2- Yahudiler üzerinden ribaya kerih sıfatının yüklenmesi9
3- Ribanın kat kat alınmasının yasaklanması10
4- Ribanın kat’i surette yasaklanması11
Malum olduğu üzere İslam tarihinin hiçbir yerinde faiz hakkında 1, 2 ve 3. maddeleri işleyenler cezasız kalmamıştır. Zira faizin haramlığı kat’idir. İşleyenler ceza, kınama ve tehditten kurtulamazlar.12
Bazı hükümlerin kademeli olarak inmesi, hayatımızda bazı meseleleri kademeli olarak yerine getirmeyi gerekli kılmaz! Böyle bir Nebevi emir olmadığı gibi böylesi bir tutum, şeriatla oynamak olur -ki bu çirkin bir haram ve bidattir-.
Bu delillerin yanında Muaz RadiyAllahu Anh hadisi de benzer şekilde konu hakkında vakıaya mutabık değildir. Bu tür nassların -bırakın metodik delil olmasını-, tedriciliğin sübutuna delaleti bile ihtilaflıdır.
Meselenin tedrici olmadığı; bunların tahsis, mutlakın mukayyetlenmesi gibi daraltıcı ve hükme delalet yollarından olduğu ifade edilmiştir. Hatta “ilk inen ayetlerin hükmünün neshedilmiş ve tilaveti baki kaldığı” söylenmiştir. Buna göre de; tedrici yolu açılmadan kapatanlar da olmuştur. Meselemiz, tüm bu ilmi itirazlar ile ele alındığında, suistimalin tasavvuru da kolaylaşmaktadır.
İslam’ın evrenselliği ve kıyamete kadar tüm problemlere çözüm üretmesi adına mevcut içtihat olgusu, asırlardır kullanılagelmiştir. Hiçbir istinbat metodunda tedricilik yoktur. Yine hiçbir usul eserinde böyle bir metodun kullanıldığına da şahit olamıyoruz. Zira bu, hakikate ters bir yaklaşımdır.
Yine İslam ukubat nizamında, kayıtlı ya da kayıtsız hiçbir had ya da tazir hükümleri, tedrici nüzulü baz alınarak bozulmamıştır. Yine bunların hükme hiçbir etkisi olmamış. Yani içki içen kişi, içki hükümleri ile, faiz yiyen kişi faiz hükümleri ile yargılanmıştır. Bu da o perdenin kapandığının açık delillerindendir.
Dikkat edilecek olursa; vahiy, Rabbimizin fiilidir. Davet sahasında seyir ise biz kulların fiilidir. Rabbimizden sarih bir buyruk olmadığı halde nasıl olur da onun fiillerini kendimize delil alırız. Bu, birçok fırkanın sınıfta kaldığı, Allahu Teâlâ’yı insana kıyas etmek manasına gelmektedir. Halbuki şer’i konularda kendisini adım adım takip etmemiz gereken sadece Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’dir.
Son olarak; bir zaruret olarak İslam’ı hâkim kılmadaki yanlış kademe anlayışına temas edelim.
Böyle bir anlayışın delilden uzak olmasını ve nebevi yoldan sapılması manasına geldiğini bir tarafa bırakırsak şunları söyleyebiliriz: Bu tür çalışmaların İslam’a verdiği bir kazanım neredeyse yoktur. Bunların kazanımlarının peşine düşmek de caiz değildir. Müslüman, Allah yolunda hesap yapmamalı, batıl ile pazarlık yapmamalı, reddetmesi gerekenleri nimet saymamalıdır.
Bu gibi yolların dünyevi olarak kazandırdıklarına gelecek olursak; Bunlar, servetçikler, betonlar, tuğlalar ve koltuklar… veren tarafından geri alınan basit dünyalıklardır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ortaya koyduğu metottan sapılamayacağını ve hedefe giden yolda metoda bağlı kalarak başarının ancak ve sadece Allah’tan bekleneceğini hatırlatıp Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizden rivayet edilen bir hadisle makalemizi noktalıyoruz:
“Vallahi, Allah'ın beni kendisiyle gönderdiği din için mücadele etmekte devam ederim. Nihayet ya Allah onu galip kılar, izhar eder veya işte bu boynumun yanı yalnız kalır.”13
Buhari, “Fadailü’l-Kur’an”, 6. ↩
Feth’ul Bari 10/ 284 ↩
Nahl Suresi 67. ayet ↩
Bakara Suresi 219. ayet ↩
Nisa Suresi 43. ayet ↩
Maide Suresi 90. ayet ↩
Rum Suresi 39. ayet ↩
Nisa Suresi 161. ayet ↩
Âl-i İmran Suresi 130. ayet ↩
Bakara Suresi 275. ayet ↩
Burada içki ve faiz ile alakalı kademeler ilgili eserlerde geçtiği üzere aktarılmaktadır. Konu ile alakalı bir tercih beyanı söz konusu değildir. ↩
Takiyyuddin En-Nebhani, İslam Devleti ↩