Türkiye’nin, NATO’ya 1952 yılında üye olabilme adına ödediği bedeller ve yaşanan süreçlere baktığımızda hiçbir üye ülkenin bu denli bedel ödemek zorunda kaldığına şahit olmuyoruz.1940’lı yıllardan sonra SSCB’nin yayılmacı politikalarına karşı, kuruluşunu Batılı ülkelere borçlu hisseden yöneticiler, 1949 yılında kurulan NATO’ya üye olmak istediler. Fakat Batı her zamanki gibi istenen talebe bir fatura çıkartma, bir bedel ödetme niyetindeydi. Nihayetinde 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidarı ile birlikte kısa bir süre sonra patlak veren Kore Savaşı NATO’ya üye olabilmek için ödenecek bedelin fırsatını sunuyordu. Nitekim dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in, Kore Savaşı ile alakalı bir demecinde “NATO’ya kabul edilmemize bir köprü olabilir.” ifadesi sonrasında Türkiye’nin, Sovyet tehdidinden uzak kalma adına Kore’ye asker gönderdiğini biliyoruz. Bu birliğe üye olabilme adına oralara asker göndermenin sonucu, 721 askerin hayatını kaybetmesi, 2000’in üzerinde yaralı, 175 kayıp, 234 esir verilerek bedel ödenmiş oluyordu. Böylece Türkiye, 1952 yılında artık bu birliğin resmi üyelerinden biri haline gelmişti.
Bu kısa tarihçeyi açıklamama sebep, daha bu birliğe üye olmadan onun için ne bedeller verildiğinin hatırlanması içindi.
Bugüne dönelim…
11-12 Temmuz Brüksel’de düzenlenen NATO zirvesine, üye 29 ülkenin liderleri katılıyor. Temel amacını, “müttefiklerini korumak ve yeni tehditlere karşı hazır olmak” olarak tanımlayan birliğin bu toplantısında beklenen, üyelerini yeni tehditlere karşı hazırlıklı olunması ve buna uygun stratejiler geliştirmeyi öngörmesidir. Zirvede terörle mücadele konusunu ana gündem maddeleri arasında yer alacak. Görüşmeler 6 ana başlık altında gerçekleşecek: "Caydırıcılık ve Savunmayı Güçlendirme", "Terörle Mücadele ve İstikrarı Yayma", "AB ile İş Birliğini Güçlendirme", "NATO'yu Modernleştirme", "Daha Adil Sorumluluk Paylaşımı", "Ortak Değerler ve Transatlantik Birlik" şeklinde ortaya çıkan ana başlıklar altında olması bekleniyor. (AA)
Zirvede ele alınacak başlıklara bakıldığında ödenen/ödenecek bedel ve faturaların artarak devam edeceği görülüyor. NATO, her ne kadar “savunma-güvenlik örgütü” olarak tanımlansa da sahibinin ABD olması ve onun sömürgecilik hedeflerine hizmet eden, gerektiğinde müdahale ve ateş gücü olarak kullanılan kirli bir şebeke olduğu muhakkaktır. Yeryüzündeki en büyük terör devleti olan ABD’nin ve onun yönettiği işgal gücü bu şebekenin dünyanın farklı coğrafya ve bölgelerinde hedef ve planlarını gerçekleştirme üzerine konumlandığı görülebilir.
ABD, Avrupa ülkelerini, Rusya ve terör örgütleri ile korkutarak onları birlik etrafında kenetlendirirken, Türkiye’yi ise terör ve örgütler ile korkutmak suretiyle bu birliğe daha bir cansiperane sarılmasını sağlamaktadır. Kuzey Avrupa-Karadeniz hattındaki Rus tehdidi, ABD’nin elini Avrupa ülkelerine karşı oldukça güçlendirirken Avrupa, bu şekilde Amerika’nın desteğine mecbur kalmaktadır.
NATO’nun, ABD’nin küresel düzeyde sömürüsünü gerçekleştirdiği en önemli aracı olduğundan bahsetmiştik. Bu gücünü, zaman zaman hem Rusya’ya hem de Çin’e karşı farklı şekillerde kullandığı en önemli manivelası bu örgüttür. Yine bu araçla Avrupa ülkeleri içerisinde siyasi, askeri, iktisadi gelişmelere müdahil olabilmektedir. Çıkarlarına ters hareket eden ülkelerdeki yönetimlere karşı, gladyo, terör, istikrarsızlık, darbe yapmak suretiyle ülke ve yönetimleri hizaya sokmaktadır.
Yani kuruluşundan günümüze değin bu yapı, ABD’nin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet etme adına onlarca ülkeye savaş, müdahale, darbe yapmak suretiyle ABD hegemonyasının en önemli aracı olduğunu ispatlamıştır. Yine terör örgütleriyle mücadeleden kastın İslam coğrafyasında onların çıkarlarına hizmet etmeyen, onlara karşı olan Müslüman gurup ve örgütlerin hedef yapılıp bunlarla yapılacak mücadeleyi kapsamasıdır.
Yine NATO’nun, sadece savunma güvenlik örgütünden ziyade aynı anda ekonomi, siyaset, medya gibi hususları da kontrol eden, oldukça komplike bir şebeke olmasıdır. ABD Başkanı Trump’ın, göreve gelmesiyle birlikte “daha adil sorumluluk paylaşımı konusunda” diğer NATO ülkelerinin, savunma harcamalarını yükseltmesini -ki, her ülkenin GSMH’nin %2’si oranında savunmaya katkı yapmalarını- istemesi, bu organizasyonun ticari yönünü de faş etmiş oluyordu.
Her ne kadar bazı Avrupa ülkeleri buna direnç gösterse de uzun vadede yukarıda sıraladığımız sebeplerden dolayı ABD’nin bu isteğine direnmeleri mümkün gözükmemektedir. ABD, ciddi bir krizin eşiğindedir ve para çıkarılacak her alanı kullanmak istemektedir. NATO ülkeleri içerisindeki en büyük silah üreticisi ve satıcısı konumunda olan ABD, birlik üyelerine savunma harcamalarında yaptıracağı çok küçük değerlerdeki artışlar ile kasasına 100 milyarlarca dolar kaynak sağlamış olacak ki, ısrarla savunma harcamalarını arttırmak istemesinin bir sebebi ticaret, diğer bir sebebi ise üzerindeki savunma yükünü hafifletmektir.
Hem güvenlik-müdahale, hem ticari, hem siyasi, hem de medya ayağını oluşturan bu yapıya Stratejik konumu ve askerî kapasitesi, Türkiye’nin verdiği ekonomik desteğin kat kat üzerinde bir fayda sağlamaktadır. Nitekim Türkiye’nin bu yapıya üye olmasıyla birlikte 1960’lı yıllar ve sonrasında bu topraklar üzerinde yüzlerce üs, karargâh, harekât merkezi, liman vs.nin kullanılması, ülkeyi adeta bu şebekenin “ileri karakolu” hüviyetine büründürmüştür. Zaman içinde bu üs ve karargâhlar daha da faal kullanılarak ülke, NATO’nun yarı işgal sahasına dönmüştür.
Dünyanın en büyük terör devleti olan ABD ve onun uzantıları olan ülkelerin kurduğu ve ABD’nin plan ve menfaatlerini gerçekleştirmekten başka bir hedefi olmayan bu yapının ileri karakolu olmak bu ülke için bir utanç değil mi?
Daha dün Srebrenitsa da bu şebeke (NATO) gözetiminde binlerce masum Boşnak Müslüman kardeşimiz katledilmedi mi?
Bu örgüte katılmak için öncesinde heba edilen binlerce can, sonrasında ise bu örgüt için Afganistan, Irak, Libya’ya yapılan askerî operasyonlar ve buralarda yitirilen canlar, heba edilen kaynaklar, her yıl bu örgüte “aidat” adı altında verilen milyarlarca dolar haraç, “savunma” adı altında yapılan milyar dolarlık anlaşmalar zillet değil midir?
Bu örgüte açılan yüzlerce hava üs, liman, ve karargâhlarımız hangi tehdide karşı bu işgal şebekesince kullanılmaktadır? Terör bahanesiyle bu coğrafyada Türkiye’nin stratejik, jeopolitik ve askerî gücünü kullanmak suretiyle yapılan operasyonlar kimin menfaatine hizmet etmektedir?
Halkı Müslüman olan bir ülkenin kaynaklarının yöneticiler eliyle pervasızca terör devletleri ve onların sömürge faaliyetlerinin hizmetine sunulmasının şer’i hükmünü konuşmaya dahi gerek yok. Bu zaten asla ve kata caiz olmayan bir anlaşma ve birlikteliktir.
“Belki akledersiniz” diye soruyoruz: Uğrunda binlerce canın heba edildiği, on milyarlarca dolar haraç verilen, üslerini emrine verdiğiniz tek hedefleri İslam ve Müslümanlara zarar vermek olan bu cinayet, ihanet, fitne, sömürü şebekesi olan NATO’nun neden hala ileri karakolu olarak duruyoruz?
وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Yoksa izzeti onların yanında mı arıyorsunuz? İyi bilin ki! “İzzet Allah’ın Rasulü’nün ve müminlerindir lakin münafıklar anlamazlar.” (Münafikun 8)