İdlib, Suriye’nin kuzeybatısında yer alan, Türkiye sınırında Hatay iline komşu olan ve yaşanan göçlerle birlikte yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip bir şehir.
Adını “Suriye İslami Devrimi” ile dünyaya duyuran İdlib, 2015 yılında mücahit grupların ortaklaşa kurduğu “İdlib Fetih Ordusu” tarafından rejimden kurtarılarak muhaliflerin kontrolüne geçti.
2019 yılından beridir de eski adı “Nusret Cephesi” olan Ebu Muhammed el Cevlani liderliğindeki “Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ)” tarafından idare ediliyor. HTŞ’nin İdlib’deki diğer gruplara baskın gelerek yönetimi tek başına ele aldığı sürecin detaylarına girmeden makalemizin asıl konusuna dönmek istiyorum.
Şöyle ki; kendisini “cihadi bir örgüt” olarak tanımlayan HTŞ’nin adı uzunca bir süredir cihat ile değil, despotluk ve zalimlikle anılmaya başladı. HTŞ liderliği, küresel ve bölgesel komplolar eşliğinde Suriye devriminin yok edilmek istendiği bir ortamda rejimle savaşı terk ettiği için kendisini muhasebe eden İdlib halkına karşı zalimane uygulamalara imza atıyor. Özellikle İdlib’te davet çalışması yapan Hizb-ut Tahrir gençlerine yönelik başlattığı tutuklama kampanyası ile zulümleri ayyuka çıkmış durumda.
HTŞ’nin neden böyle bir yola girdiğini, hangi siyasi motivasyonla hareket ettiğini anlamaya geçmeden önce İdlib’te yaşananlara kısaca bir bakalım.
İlk olarak 2019 yılının sonlarında İdlib'in Atme kasabasında HTŞ’ye bağlı silahlı gruplar, Hizb-ut Tahrir mensuplarına yönelik geniş çaplı bir tutuklama gerçekleştirdiler.
Hizb-ut Tahrir o tarihlerde; “ABD'nin Siyasi Çözümüne HAYIR! Rejimin Devrilmesi ve Hilâfet'in İkamesine EVET!” isimli bir kampanya başlatmıştı. Küfrün başı ABD’yi karşısına alarak İslami Hilâfet çağrısı yapan bu kampanya nedense HTŞ’yi rahatsız etmiş! Kampanyayı halka duyuran iki Hizb-ut Tahrir genci, evlerine baskın yapılarak derhal tutuklandı. Tutuklanan gençlerin ailelerinin mahkeme önünde toplanmasına izin verilmeyerek kadınlara ve yaşlılara ağır hakaretlerde bulunuldu.
Burada sormak gerekiyor: Yarım asırdan fazladır özelde Suriye genelde birçok Arap beldesinde Batı uşağı rejimlere karşı siyasi mücadele veren Hizb-ut Tahrir’in bu çağrısı HTŞ’yi neden rahatsız ediyor? Kâfir Batı’nın ve onların yerli işbirlikçisi rejimlerin rahatsız olması anlaşılır bir şey. Peki, HTŞ neden rahatsız oluyor? Ne demeliydi Hizb-ut Tahrir? “Amerika’nın laik Suriye projesine ve cani rejimin yeniden ayağa kaldırılmasına evet!” mi? Herhalde aklı başında, şeref sahibi hiçbir Müslümanın böyle bir çağrıyı dillendirmesi düşünülemez!
Hızlıca devam edelim ve artık devrimci Suriye halkına karşı Esadvari bir noktaya taşınan tutuklama furyasının bugünkü durumuna değinelim.
7 Mayıs 2023 günü sabahın erken saatlerinde, HTŞ'ye bağlı yüzlerce güvenlik görevlisi, İdlib’te onlarca Hizb-ut Tahrir gencini tutukladı. Üstelik hiçbir mahremiyet gözetmeden, evlere kapıdan değil pencere ve çatılardan girerek… İslam’ın haram kıldığı dahası cahiliye dönemi müşriklerinin bile ayıplanma korkusu ile başvurmaya cesaret edemediği bir yönteme HTŞ’nin başvurması, grubun halet-i ruhiyesi açısından oldukça düşündürücüdür. Ayrıca siyasi tefekkürden yoksun olup sadece silah gücüne dayanan otoritelerin savrulduğu nokta açısından da ibretliktir. Gerekçe ise yine aynı: Hizb-ut Tahrir’in devrimin 12. Yıldönümü münasebetiyle başlattığı; “İrademizi Geri Alacağız! - Devrimcilerin Talebi İslâm’ın Hâkimiyeti!” isimli çalışma kapsamında cephelerin açılmasını talep eden çağrılar…
Subhanallah! Cevlani örgütü, işi gücü bırakmış, etrafını çevreleyen rejimle mücadeleyi bırakmış, dolaylı dolaysız işbirliği içinde olduğu Türkiye’nin Suriye rejimi ile normalleşme girişimlerine ve Amerika’nın Suriye devrimini boğma planları üzerine kafa yormayı bırakmış, adeta Hizb-ut Tahrir’le mücadeleyi kendisine vazife edinmiş. İftira ve yalanlar da cabası… Konuyla ilgili detayları merak edenler Köklü Değişim medyanın internet sitesindeki haberlere bakabilirler. [HTŞ’nin idlib’deki tutuklamalarına karşı tepkiler büyüyor!]
Hatırlanması ve unutulmaması gerekir ki; Hizb-ut Tahrir, Şam topraklarında yeni değildir! 1950’li yılların başlarından itibaren Suriye’de Hilâfet’i yeniden ikame etmek için çalışmaktadır. Geçen bu süre zarfında Muhaberatın zebanileri binlerce gencini tutuklayıp işkence etmiş ve uzun hapis cezaları vermiştir. Nitekim devrimin başlangıcında çıkartılan genel af ile çok sayıda Hizb-ut Tahrir genci Esad’ın zindanlarından çıkarak devrime katkı sağlamışlardır. Suriye’nin gerçek devrimcileri bu hakikati çok iyi bilmekte, Hizb-ut Tahrirli gençleri çok iyi tanımaktadır. Zira bu gençler yabancı değil bilakis Suriye’nin maruf, ihlaslı gençleridir.
Görünen o ki; Esad’dan sonra zulüm sırası Cevlani’ye gelmiş gibi. Lakin Cevlani bilmelidir ki Hizb-ut Tahrirli gençler, baba ve oğul Esad’ın zulümlerine, tehditlerine rağmen hiçbir zaman hak sözü söylemekten geri adım atmamıştır. Bugün de atmayacaktır.
Şimdi gelelim HTŞ’nin Hizb-ut Tahrir’e karşı neden böyle davrandığına…
Kuşkusuz bu konuda en belirleyici unsur tüm cihadi hareketlerde yerleşik olan “ayaktakiler, oturanlardan fetva almaz” düşüncesidir. Bu düşünce, silahlı grupları yaptıkları işi her şeyin üstünde göstererek nasihat almayı engelleyen bir felakete sürüklüyor. Oysaki silahın temel muharriki düşüncedir. Fikirsiz silah, -on yıla yakın muhalif grupların birbiriyle savaştığı gibi- sahiplerini helake götürüp düşmanı sevindireceği gibi, basiretle tutulduğunda hidayet ve ışık olur.
Nitekim devrimin ilk yıllarında Allah’a tevekkül ederek basiretle savaşıldığında mücahitler zaferden zafere koştular. Sonra devreye, -sözde- Suriye halkının dostu gibi görünen Amerikan güdümlü Türkiye ve Suud gibi ülkeler girince, maslahat ve pragmatizm, grupların motivasyonu haline geldi ve aldatıcı yardımlar üzerinden “ateşkesler silsilesi” başladı. Cevlani örgütü de aynı motivasyonla bugün bile kendisini terör listesinden çıkarmayan uluslararası topluma şirin gözükmek için önce ismini, sonra bayrağını, sonra da hedeflerini değiştirerek; “Nusret Cephesi”nden, “Şam’ın Fethi Cephesi”ne en sonunda da varlığını İdlib’teki statükoyu korumakla sınırlandıran “Heyet-i Tahrir Şam”a dönüştü.
Cevlani’nin 2 yıl önce ABD basınına verdiği röportajda kullandığı; “ABD’ye tehdit oluşturmadıklarını ve İŞİD’e karşı savaşta rol oynadıklarını” içeren sözleri, HTŞ’nin geldiği noktanın özetidir. [HTŞ Lideri Cevlani Batı Basınına Konuştu]
Hizb-ut Tahrir bu süreçte ateşkes tuzaklarına düşmemeleri için gruplara sürekli nasihatte bulundu. Lakin cihat konusunda en temel öncelik olan “düşmanı tanıma farziyeti”ni önemsemeyen grup liderleri, bu nasihate kulak asmayarak Hizb-ut Tahrir’i alaya aldılar. Ateşkeslerin esasi şartı olarak, tüm grupların zamanı gelince yok edilmesini hedefleyen bir anlaşma gereği İdlib’te toplanmasını kabul ettiler. Nihayetinde aşamalı olarak Humus, Deraya, Zabadani, Madaya, Halep, Guta şehirleri rejime teslim edilerek devrim İdlib’e sıkışıp kaldı.
Eğer rejimle savaşmak ve Şam'a yürümek için cepheler yeniden açılarak devrim ateşi yeniden alevlendirilmezse, Esad'ın Arap Birliği ve Türkiye üzerinden yeniden tahkim edildiği, Astana ve Cenevre süreçlerinin işletilerek en sonunda Amerika'nın 2015 yılında BM'ye kabul ettirdiği 2254 sayılı devrimi bitirmeyi hedefleyen laik siyasi çözümün uygulanmasına geçilecek ve İdlib'in akıbetinin diğer şehirlere benzemesi kaçınılmaz olacaktır.
Hizb-ut Tahrir bu durumun yaşanmaması için İdlib’te “çıplak uyarıcı” misali gece-gündüz uyarıda bulunuyor. Devrimci Suriye halkına ve samimi mücahitlere hitaben; “Ellerimizi, kalplerimizi ve güçlerimizi birleştirelim!” diyor. HTŞ bu acı gerçeği görmemekte ısrar ediyorsa büyük bir cehalet, gördüğü halde hakkın sesini susturacağını sanarak Hizb-ut Tahrir'e operasyon çekmekten vazgeçmiyorsa büyük bir ihanet içindedir. Nihayetinde Cevlani ve Heyeti Tahrir Şam mensupları bu tutumlarını değiştirmezse şu iki gerçekten biriyle yüzleşecektir: Şam tiranına boyun eğmek ya da güç ve şiddet yoluyla rejimin kovuşturmasına maruz kalmak...
Makalemi, Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti’nin 2017 yılında Devrim grubu liderlerine yazdığı mektupta yer verdiği şu hadis-i şerif ile bitirmek istiyorum:
Ebu Musa’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği şeyin misali, şöyle bir adamın misali gibidir: O adam kavmine gelir; ‘Ey kavmim! Ben orduyu [düşman ordusunu] gözlerimle gördüm. Ben çıplak bir uyarıcıyım. Hemen kurtulmaya bakın!’ der. Kavminden bazıları ona itaat eder, geceleyin yola düşüp yavaş yavaş giderler ve kurtulurlar. Bazıları da onu yalanlar, kaldıkları yerde sabahı ederler. Sabahleyin ordu onlara baskın yapar, onları helak eder ve köklerini kurutur. İşte bana itaat edip getirdiğime tabi olanlarla bana isyan edip getirdiğim hakkı yalanlayanların misali budur.” [Sahih-i Buhari, 7. c.186, Rekaik, 26]