
Hayat, yalnızca bireylerin aldığı kişisel kararlardan ibaret değildir. Hayat; fertlerin, toplumların, devletlerin ve o devletlerin başındaki yöneticilerin yaptığı tercihlerle şekillenir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Mülk Suresi 2. ayetinde, “Hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” buyurarak bu imtihanın kapsamını ortaya koyar. Bu hitap yalnızca sıradan bireylere değil gücü elinde bulunduranlara, yönetenlere ve karar vericilere de yöneliktir. Çünkü güç arttıkça sorumluluk büyür, yapılan seçimlerin etkisi de katlanarak çoğalır.
Birey, her gün helal ile haram, hak ile batıl arasında tercihler yapar. Bu tercihler onun ahlakını, imanını ve ahiretini belirler. Aynı şekilde devletler ve yöneticiler de adalet ile zulüm, izzet ile zillet, Allah’ın hükümleri ile beşerî heva ve hevesler arasında seçim yaparlar. Ancak yöneticilerin yaptığı yanlış seçimlerin bedelini yalnızca kendileri değil bütün bir toplum, hatta tüm ümmet öder. İşte bu yüzden yöneticilerin tercihleri sıradan değildir; tarih yazan, coğrafyaları kana ya da adalete bulayan tercihlerdir.
Kur’an ve siyer, bize bu gerçeği açık örneklerle gösterir. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’de zulme boyun eğmeyi değil, Allah’ın emrini tebliğ etmeyi seçti. Kâfirlerin tehditlerinden, boykotlarından ve güçlerinden korkmadı. Taif’te taşlandı, Mekke’de dışlandı ama Allah’tan başka kimseye boyun eğmedi. Bu seçim, bir insanın değil bir ümmetin kaderini değiştirdi. Eğer Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “güçlü olanla uzlaşmayı” seçseydi, bugün ne İslam olurdu ne de Müslümanlar.
Ashab-ı kiram da aynı bilinçle tercihler yaptı. Bedir’de sayıca ve donanımca zayıf olmalarına rağmen Allah’a güvenmeyi seçtiler; zafer geldi. Uhud’da ise bir grup sahabe, küçük bir tercihle emre muhalefet etti ve bunun bedelini tüm ordu ödedi. Bu olay, bireysel bir hatanın bile toplumsal sonuçlar doğurabileceğini gösterdi. Ömer RadiyAllahu Anh, halife olduğunda adaleti seçti; gece sırtında un çuvalı taşıyacak kadar sorumluluk bilinci gösterdi. Onun bu tercihi, İslam Devleti’ni adaletin sembolü hâline getirdi.
Bugün ise ümmetin başındaki yöneticiler, Allah’tan korkmayı değil, kâfirlerin göstermelik gücünden, tehditlerinden ve ekonomik baskılarından korkmayı seçiyorlar. Batılı güçlerin çizdiği sınırları, koyduğu yasaları ve dayattığı sistemleri kabul ediyor; Allah’ın hükümlerini hayatın dışına itiyorlar. Bu yanlış seçimler sonucunda Müslümanlar parçalanmış, yalnız bırakılmış, savunmasız hâle getirilmiştir. Filistin’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da akan kanın arkasında sadece düşmanların zulmü değil, yöneticilerin korkak ve ihanet içeren tercihleri de vardır.
Sistemsel olarak bakıldığında, beşerî ideolojilerle yönetilen Müslüman coğrafyalar adaletsizlik üretmektedir. Ekonomik tercihler faize dayalı düzenleri güçlendirmiş, toplumları borç ve bağımlılık batağına sürüklemiştir. Ahlaki tercihler, edep ve haya yerine “özgürlük” adı altında çürümeyi yaymıştır. Eğitimden hukuka, medyadan aile yapısına kadar her alanda Allah’ın ölçülerinin terk edilmesi, toplumsal çöküşü hızlandırmıştır. Bunların hiçbiri kader değildir; bunların hepsi yanlış seçimlerin sonucudur.
Ancak unutulmaması gereken bir hakikat vardır: Yanlıştan dönmek de bir seçimdir. Değişmeyi istemek de bir seçimdir. “Artık yeter!” demek de bir tercihtir. Allah, kullarına her zaman dönüş kapısını açık bırakmıştır. Bugün ümmetin ihtiyacı olan şey, korkuya dayalı tercihlerden vazgeçip izzeti Allah’ın dininde aramayı seçmektir.
O hâlde artık, bozuk düzenlere “Yeter!” diyelim. Beşerî sistemlerin değil, Allah’ın hükümleriyle hükmedilecek bir düzeni talep etmeyi seçelim. Râşidî Hilâfet, nostaljik bir hayal değil, adaletin, birliğin ve izzetin adıdır. Onun yeryüzünde yeniden hâkim olması için çalışmak, bilinçlenmek ve bu yönde tercihler yapmak her Müslüman’ın sorumluluğudur. Çünkü hayat, seçimlerden ibarettir ve bugün yapacağımız seçimler, yarın ümmetin kaderini belirleyecektir.





