Bu hayat, Allah Teâlâ tarafından hak ve batıl mücadelesi üzerine kurulmuştur.1 Hayata dair tüm dinamikler bu mücadeleden doğar. Tüm yükseliş ve alçalışlar bu mücadele üzerinden gerçekleşir. Bu mücadelenin zaman zaman savaşa dönüşmesi kaçınılmazdır. Savaş dahil hiçbir fiil mutlak manada iyi veya kötü değildir. Batıl adına yapılan savaş, cinayet ve zulüm olduğu gibi Hak adına yapılan savaş, rahmettir.2
Gerçek şu ki içinde bulunduğu durum İslâm ümmetinin “normal”i değildir. İslâm ümmetinin normali; İslâm ile hükmedip âleme nizam vermesidir. Edilgen değil etken olmasıdır. Münfail değil fail olmasıdır. İslâm ümmetinin içinde yaşamaya mahkûm edildiği mevcut küresel müesses nizam, ümmete rağmen kurulmuştur. Ümmet açısından imtihan devam ediyor. Hayatın Sahibi, egemenlik çağlarını hak ve batıl temsilcileri arasında nöbetleşe değiştirdiğini bildirmiştir.3
İslâm ümmeti, Hilâfet’in ilgasıyla “ulus-devlet” musibetine maruz kalmıştır. Ulus-devlet yapısı; mayın tarlaları, tel örgü ve duvarlarla ümmetin arasını bölmüştür. Ümmeti, 50 küsur devlete bölerek Batı adına hükmeden vekalet yönetimler ve yine Batı adına vekalet savaşları yürüten ordular kurmuştur. Bu bağlamda ulus-devletlerin krallık, diktatörlük veya demokrasi ile yönetilmesi arasında bir fark yoktur. Uyguladıkları kültür ve eğitim politikasıyla “ümmet” şuuru yerine “ulus” düşüncesini zihinlere enjekte etme ameliyesi bu nevi yapıların başlıca işi olmuştur. İhdas edilen her ulus için; -sözüm ona- bir “Milli Siyaset Belgesi” oluşturularak İslâm akidesiyle ümmetin zihninde kodlanmış olan “düşman” algısına aykırı, fakat Batı’ya uyumlu bir düşman algısı, yönetim erkine aşılanmıştır. Devlet aklının “iç ve dış tehdit” algısı da buna paralel olarak değiştirilerek fikrî, kültürel, sosyal, siyasi, askerî vs. tüm faaliyetler buna göre şekillenmiştir. Dahası; yönetim erkine/devlet aklına, İslâm akidesinin “bağımsızlık” tanısına zıt bir bağımsızlık tanısı yerleştirilerek Müslüman ülkeler birbirinden “bağımsız” hale getirilirken Batı’ya bağımlı hale getirilmiştir. Ardından BM, NATO, Dünya Bankası, DSÖ, Uluslararası Adalet Divanı vb. küresel kurumlar ihdas edilerek dünyaya egemen kılınan bu statü, kalıcı hale getirilmek istenmiştir. Asılsız bir özgüvenle mevcut statükonun kıyamete kadar süreceği iddia edilerek “Tarihin Sonu”4 tezleriyle “ilahlık” taslanmıştır.
İşte Hilâfet’in ilgasından tam 45 yıl sonra 1969’da kurulan “İslâm İşbirliği Teşkilatı”na üye olan 57 halkı Müslüman devletin, ülke içinde ve dışında, bölgesel veya evrensel ölçekte meydana gelen olaylara, tarihe, medeniyet kodlarına ve ümmetin beklentisine uygun refleks göstermemesinin nedeni budur. Evet, bu devletlerde yaşayan halk Müslüman ve fakat devletlerin yazılımı ümmete ait değildir. Yöneticilerin Müslüman olmasına karşılık bu devletlerin işleyiş mantığı baştan sona İslâm amentüsüne aykırı tasarlanmış, programlanmış ve konumlandırılmıştır. Bugün, ümmetin bir vadide ve yöneticilerin başka bir vadide olmasının nedeni budur. Müslüman ülkelerde yöneticiler, Müslümanların maslahatlarını gerçekleştirmek ve gözetlemek için değil devletin üzerine kurulmuş olduğu yazılım programını uygulamak için işbaşına geliyorlar. Ne ki bu yazılım, programcısı olan Batı’nın maslahatlarına odaklanmıştır.
Bugün, 11 aydır Gazze’de “İsrail” oluşumunun sürdürdüğü akıl almaz katliam ve soykırıma, Müslüman ülke yöneticilerinin kayda değer bir tepki vermemesinin altında yatan neden de budur. Temel nassların ve tarihin açık seçik bir şekilde, “en şiddetli İslâm düşmanı” diye tanımladığı “İsrail” oluşumu, nezih Gazze halkını çoluk-çocuk, kadın-yaşlı, sivil-asker demeden evlerini başlarına yıkarak vahşi bir şekilde soykırıma uğratacak, buna karşılık Müslüman yöneticiler, kınamaktan öte bir şey yapmayacaklar! Dahası; “İsrail”e gıda maddesi taşıyan gemileri engellemeyecek, akan petrolü kesmeyecekler ve “İsrail”i koruyan ABD askerî üslerini kapatmayacaklar! Toplanıp bir araya geldikleri zaman da Filistin’in resmî temsilcisi olarak hain Mahmut Abbas’ı tanıyacaklar! “Filistin davasının en meşru ve muteber lideri” İsmail Heniye’yi koru/ya/mayadıkları gibi onun “ortadan kaldırılmasının” ardından Mahmut Abbas gibi tescilli bir haini, “Filistin’in en üst düzey yetkilisi” olarak TBMM’de konuşturup defalarca alkışlayacaklar. İşte ümmetin aklının almadığı durum bu! İşte Ümmeti şoke eden olay bu! Ümmetin bünyesi, “Biz kazanırsak Gazze kazanacak” deyip de günü geldiğinde bu denli bir ihanetin yapılmış olmasını kaldırmıyor. Ümmetin bünyesi, “İsrail” oluşumuna fikrî, siyasi, askerî her türlü desteği verdiği halde sömürgeci kafir ABD ile tatbikat yapacak savaş gemilerinin limanlarımıza demir atmasını, askerî personelinin şehirlerimizde ağırlanmasını kaldırmıyor.
Ey İslâm ümmeti, ey ümmeti Muhammed! Sizi şoke eden tüm bu akıl almaz gelişmelerin altında yatan neden, işlerinizi yürütmeyi üzerine alan kralların, veliahtların veya seçtiğiniz başbakan ve cumhurbaşkanların yöneticisi oldukları rejimlerdir. Bu rejimler, sizi İslâm’dan uzaklaştırmak için kurgulanmıştır. Bu rejimler, sizi dininizden döndürmek için kurulmuştur. Bu rejimler, sizden intikam almak üzere inşa edilmiştir. Bu rejimlerin başında bulunan yöneticiler, Batı adına sizi vekaleten yöneten kukla liderlerdir. Nitekim bunlar, meşruiyetini ve gücünü de ya doğrudan veya dolaylı olarak Batı’dan almaktadır.
Bu yöneticiler, düşmanlarınıza savaş ilan edemezler. Orduları Aksa’ya gönderemezler! Çünkü başında bulundukları devletlerin Siyaset Belgesi’ndeki “düşman” ve “tehdit” tanımı sizin “düşman” ve “tehdit” tanımınıza uymuyor. Bu devletlerin düşman ve tehdit tanımı, Batı’nın düşman ve tehdit tanımıyla birebir aynıdır. Bu devletlerin düşman ve tehdit tanımı, sizin amentünüzü işaret etmektedir. Bu devletlerin yazılımına göre; en büyük tehdit, İslâm hükümlerini bir bütün halinde uygulayarak tüm ümmeti tek bir bayrak altında toplayacak olan Hilâfet nizamıdır.
Özetle; devlet aklı, yazılımı ve siyaset belgesi İslâm’a göre programlanmış bir Hilâfet devletini kurarak ümmetin bağrından çıkmış râşid bir halifeye biat etmekten başka şer’i ve akli çözüm yoktur. Bu bağlamda fikrî, kültürel, siyasi düzenli bir çalışma içine girip ümmetin sahip olduğu ulema, kanaat önderleri ve güç sahiplerini ikna etmek için çalışmamız vaciptir. Mus'ab bin Umeyr gibi; ev ev, kapı kapı dolaşalım! Ta ki Allah Teâlâ, Rasulü’ne bahşettiği nusret ehlini bize de ikram etsin. Asrımızın Sa’d bin Muazlarını bu davaya kazandırsın ve bu ulvi hedefi, 2. Râşidî Hilâfetle taçlandırarak tamamına erdirsin.
[لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Çalışanlar işte böyle bir kurtuluş için çalışsınlar.”
[وَفٖي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَؕ] “Yarışanlar, işte bunlar için yarışsınlar.”