Türkiye, Rusya ve İran tarafından Ocak 2017’de başlatılan Astana süreci, geçtiğimiz ayın sonunda SOÇİ’de yapılan zirvelerle işlevini devam ettiriyor. Ülkelerin heyetlerinin katılımı ile yapılan ve Astana süreci kapsamında 10’uncusu gerçekleştirilen görüşmelerde konuşulan temel konu başlıkları, Suriye’de “ateşkesin sağlanması”, “tutukluların salıverilmesi” ve “yeni anayasa maddeleri” oldu. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, zirve sonrası ajanslara yaptığı açıklamada Türkiye’den iki şey istedi. Birincisi; Türkiye’nin ılımlı muhalefeti de yanına alarak İdlib’deki direnişçi grupları ikna etmesi, ikincisi ise görev bittikten sonra Türk askerinin Suriye topraklarını tamamen terk etmesi… Bu istek her ne kadar Rusya tarafından yapılmış olsa da aslında bunu Amerika istemektedir.
Türkiye Rusya’nın ilk isteğine benzer bir görevi İdlib’ten önce Halep’te de icra etmişti. Ama Halep’te direnişçileri ikna yolu ile değil, satın alma, kandırma, kirli plan ve desiseler ile gruplar arasında nifak oluşturma ve onların birliğini bozma, güçlerini kırma ve gedikler açma yolu ile yaptı. Ama şimdi İdlib’te Türkiye’den şu isteniyor: ‘Açıkça direnişçilere söyle, onları ikna et, silahlarını teslim esinler ve İdlib’ten çıksınlar. Yoksa bombardıman devam eder.’ Türkiye İdlib meselesinde kendisinden istenileni de yaptıktan sonra Suriye’de direnişin son kalesi rejime altın tepside sunulmuş ve teslim edilmiş olacak. Sonrası süreçte ise yeni Suriye Anayasası ve hükümeti belirlenecek. Bunlar gerçekleşince Türkiye’ye “tası tarağı topla Cerablus ve Afrin’den çık” diyecekler. Dediğim gibi; bütün bunları ise Türkiye’den Rusya değil esasen Amerika istemektedir. Zira Suriye meselesinde Rusya, İran ve Türkiye’ye rollerini biçen Amerika’dır. Bu bugün değil, devrim başladığı günden beri böyledir. Yani Türkiye’nin Suriye’deki rolü eskiden gizliydi, şimdi ise açıktır.
Nasıl mı?
2011 Mart ayında Suriye devrimi başladığında tüm yönlerden devrim kuşatılmıştı. Önden çok büyük cürümler ve katliamlar işleyen rejim ve onun destekçileri olan İran ve Rusya ile arkadan ise Suriye halkının dostları olduklarını söyleyen ve Suriye’ye kirli para ve şartlı yardımlarını gönderen bölge ülkeleri… Hakikatte ise bunlar Amerika’nın istek ve arzularını yerine getirmek için ortak çalışıyorlar ve devrimcilerin kendilerine bağımlı ve mahkûm olmaları için onlara dost gözüküyorlardı. Suriye devriminin tasfiyesindeki en tehlikeli rolü coğrafi yakınlığı ve Suriyeli Müslümanların kendisine olan güveninden dolayı Türkiye iktidarı üstlendi. Nitekim önce mültecilere sınırları açtı ve giriş çıkış tüm konularda serbestlik oluşturdu. Bunu devrime yardım etmek için değil, aksine devrimi kuşatmak için yaptı. Zira Türk istihbaratı devrimin kilit noktalarını kontrol altında tutmaya buralarda egemen olmaya başladı. Bunu sağladıktan sonra sınırları derhal kapattı ve Suriye hattı boyunca utanç verici ve bölücü bir duvar inşa etti. Aynı şekilde Rusya ve İran ile el ele vererek çocukların kanlarına elini bulaştırdı. Bu süreçte çok geniş bölgelerin rejime teslim edilmesi Türkiye sayesinde gerçekleşti.
Şimdi ise Rusya kendisinden son bir istekte bulunuyor. Bu istek şudur: “İdlib’i de rejime teslim etmek için görevini ifa et ve işini bitirip gerisin geri topraklarına dön.” Türkiye’nin de aslında bundan başka farklıca bir planının olduğunu kimse söylemiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan defalarca “biz Suriye’de kalıcı değiliz” açıklaması yaptı. Başdanışmanı İbrahim Kalın da hakeza aynı şekilde “bizim kimsenin toprağında gözümüz yok” açıklamasını SOÇİ Zirvesi öncesinde daha yeni yaptı.
Tüm bu açıklamalar ve SOÇİ Zirvesi sonrası alınan kararlar, Türkiye’nin Suriye’deki rolünü apaçık ortaya koymaktadır. Bu utanç verici bir durumdur. Türkiye 7 yıllık bu devrim sürecinde önce Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı dönenimde sonra Başbakanlığı döneminde ve en son Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve Başkanlığı döneminde, Suriye devrimine başarıya ulaşması için yardım etmemiştir. Aksine hem Davutoğlu döneminde ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile ortak çalışmalarda, hem Erdoğan ile Obama’nın müttefikliği ve dostluğu döneminde hem de bugün şimdi Trump’lı Amerika döneminde, Suriye meselesinde Amerika’nın kuyruğundan zerre kadar ayrılmamıştır. Devrime, Beşşar’ın devrilmesi için destek vermemiştir.
Bundan sonra, Suriye’de zayıf kalmış olsalar da direnişçi muhlis gruplar, yeni cepheler açarak yine yeniden rejimin korkulu rüyası olmaya devam etmelidirler. Artık ne Astana’da, ne de Cenevre’de, Suriye halkının istek ve arzularına ihanet etmemelidirler. Bu görüşme ve konferansları protesto edip katılmamalıdırlar. Zira ancak böyle yapılırsa bölge devletlerinin direnişçi gruplar üzerindeki tasallutu kalkmış olur ve Allah’ın yardımı ile yine yeniden devrimin ilk günlerine; direniş ve azmin umut verdiği günlere geri dönülebilir.