Kürt Meselesi ve Farklı Arayışlar
17 Şubat 2025

Kürt Meselesi ve Farklı Arayışlar

Hükümetin “Terörsüz Türkiye”, muhalefetin ise “Öcalan Açılımı” adını verdiği ve kamuoyunda “Kürt meselesi için yeni açılım” olarak tanımlanan süreçte, HÜDA PAR Diyarbakır’da etkili bir "çalıştay" düzenledi. Elbette Türkiye’nin terörden arındırılması, kanın durması, Müslümanlar arasında geçmişte ekilmiş fitne tohumlarının sökülüp atılması herkesin arzusudur ve bu yöndeki her olumlu adım takdire şayandır.

Ancak HÜDA PAR tarafından düzenlenen "Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı", kimi iktidar çevrelerinde rahatsızlığa yol açtı. Zehir zemberek bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un “Cumhur İttifakından nefret edenlerin ve AK Partili görünenlerin de içinde yer aldığı ama insani olmadığı kesin, bu ‘bölünme çözümü çalıştayı’ Terörsüz Türkiye için başlatılan yeni döneme ihanettir.”, “Yeni dönemi istismar edenler hadsizlikte zirve yaptılar”, “Hele İslam’ı istismar ederek referans yapan ve bu bölünme projesine dayanak üretme çabaları ile Cumhuriyetin esaslarına düşmanlıkları ise tam bir alçaklıktır” ifadeleriyle gösterdiği tepki, asla şahsi bir paylaşım olarak kabul edilmemelidir. Nitekim Uçum, geçmişte pek çok kez kamuoyu önünde AK Partili bazı isimlerle de polemiğe girmekten çekinmemişti. Kanaatimce bu yaklaşım, bireylerin kendi görüşlerini ortaya koyması veya özgürce tartışmalar yapması bağlamında değil; aksine, iktidarın kamuoyunu yönlendirme stratejisinin bir parçası niteliğindedir. Dolayısıyla Uçum’un “kabul edilemez” bu açıklamasını, Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi otoriter bir liderin –20 yılı aşkın iktidarı boyunca hepimizin gözlemlediği gibi– “kendi iradesine aykırı çıkışlara asla müsamaha göstermediğini” göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir.

O halde iktidarın, Kürt meselesi bağlamında hem nalına hem mıhına vuran taktikleri ne anlama geliyor?

PKK karşısında bugüne kadar çok sert bir tavır sergileyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli gibi, en sağda yer alan bir ismin, akıllara durgunluk veren DEM Parti ve Öcalan ile ilgili yaptığı çıkış, kamuoyunda büyük bir şok etkisi yarattı. “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun, PKK’nın kendisini lağvettiğini ilan etsin, umut hakkından yararlansın” mealindeki sözler elbette olağan dışıydı ve yeni bir sürecin başladığının ilk işaretiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bundan haberi olup olmadığı yönündeki tartışmalar uzun süre gündemde kaldı. Ancak, bir süre sonra sessizliğini bozan Erdoğan’ın sürece gayet tabii vakıf olduğu anlaşıldı.

Kamuoyunun tepkisini ölçmek ve sürecin sindirilmesini sağlamak adına konu aşamalı şekilde tartışmaya açıldı. Bu süreçte dengeyi sağlamak amacıyla hem olumlu hem olumsuz adımlar, hem yumuşak hem sert tavırlar sergilendi; havuç-sopa politikası eş zamanlı olarak uygulandı.

Bir yanda Öcalan’a serbestlikten söz edilirken, Demirtaş sürecin dışında tutuldu. Devlet Bahçeli ile “dost” olduğu sonradan öğrenilen Ahmet Türk, "terörle iltisaklı" olduğu gerekçesiyle Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden alınırken, DEM Parti’nin İmralı heyetine dâhil edildi. Heyete, hükümete yakın isimler alınırken, parti eş başkanları dışlandı. DEM Parti heyetinin İmralı, Silivri, Kandil ve Kuzey Irak ziyaretlerine sınırlı da olsa izin verilirken, belediyelere "kayyum" atanması ve terörle mücadele operasyonları hız kesmeden sürdürüldü.

Önceki çözüm sürecinden alınan dersler doğrultusunda oldukça temkinli açıklamalar ve uygulamalar tercih edildi. Örneğin, heyetin İmralı ziyaretlerine ilişkin görseller servis edilmedi, Kandil ziyaretine "davul zurna" eşliğinde izin verilmedi. Aynı anda hem PKK’nın silah bırakması çağrısı yapıldı hem de teröristlerle müzakere edilmeyeceği mesajı verildi. Kürt kamuoyu, “yeni bir çözüm sürecinin mümkün olabileceği” beklentisiyle heyecanlandırılırken, Türk kamuoyu ise “terörle mücadelede taviz verilmediği” yönünde ikna edilmeye çalışıldı.

Öcalan, bir taraftan hükümet ile tam bir uzlaşı ve fikir birliği içinde görünürken, diğer taraftan PKK üzerinde etkili bir güç olarak sunuluyordu. Evet, Öcalan “eli kanlı bir teröristti; ancak devletle uzlaşmaya hazır ve terörü bitirebilecek tek aktör” olarak öne çıkarılıyordu. PKK elebaşları ise yaptıkları açıklamalarda hem Öcalan’ın çağrısının tek başına yeterli olmayacağını ve çatışmaya devam ettiklerini vurguluyor hem de pazarlığa açık olduklarını ima ediyordu.

PKK tarafı zaten oldukça parçalı bir yapıya sahiptir. Türkiye içinde DEM Parti ile temsil edilen siyasi yapının yanı sıra, Kuzey Irak’ta Kandil Dağı'na mevzilenmiş PKK, Suriye’nin kuzeyinde otorite haline gelmiş ve şu anda Şam hükümeti ile pazarlık masasına oturmaya hazırlanan PYD, ayrıca PKK’nın Avrupa kanadı da sürecin içindedir. Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkeler de bu denkleme müdahil olmuş durumdadır. Meselenin İran, Irak, Suriye ve Türkiye açısından taşıdığı bölgesel boyutlar ise zaten bilinen bir gerçektir.

Meselenin bölgesel etkilerini ve Amerika’nın bölge politikalarını şimdilik bir kenara bırakacak olursak, bu sürecin Türkiye’nin iç politikası açısından özellikle yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yakından ilişkili olduğuna şüphe yok.

İşte böylesine karmaşık bir denklem içerisinde ne HÜDA PAR’ın düzenlediği ve AK Partili önemli isimlerin de katıldığı toplantı bir tesadüftür ne de Mehmet Uçum’un infial uyandıran tepkisi. AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, AK Parti MKYK Üyesi Orhan Miroğlu, AK Partili eski milletvekilleri Mehmet Metiner, Abdurrahman Kurt ve Sait Yüce’nin toplantıya katılması, iktidarın bu tür faaliyetlere verdiği önemin ve Kürt seçmen üzerinde farklı arayışlar içinde olduğunun bir göstergesidir.

Erken seçim olmaması halinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut yasal düzenlemelere göre 2028 seçimlerine aday olması mümkün görünmüyor. Bunun için ya bir anayasa değişikliği, ya bir referandum, ya da Meclis kararıyla erken seçim zorunlu hale gelebilir. Bu denklemde, ağırlıklı olarak DEM Parti’nin aldığı Kürt oyları kritik bir öneme sahip. Dolayısıyla hükümet, bu oyların bir şekilde kendi lehine çevrilmesi ya da en azından muhalefete gitmemesi için bir formül geliştirme arayışı içinde hareket ediyor. Başlatılan bu süreç de büyük ölçüde bu stratejinin bir parçası gibi görünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kamuoyunda tartışılan konular ve toplumun algısı üzerine sık sık anketler yaptırarak nabız yokladığı biliniyor. Öcalan’ın çağrısının gecikmesi, sürecin zamana bırakılması, kayyum uygulamalarının genişletilmesi, CHP’ye yönelik operasyonlar ve özellikle CHP’nin muhtemel Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na karşı başlatılan soruşturmalar, yapılan anketlerden ve Kandil’den beklenen olumlu sonuçların alınamadığı izlenimini veriyor.

Anlaşılan, şu an itibarıyla Bahçeli’nin şok edici çıkışıyla başlatılan “Öcalan açılımı” prematüre olacak gibi görünüyor. HÜDA PAR’ın etkin bir şekilde öne çıkması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Zira HÜDA PAR tarafından Batman’da düzenlenen ana dilde eğitim yürüyüşü ve Diyarbakır’da gerçekleştirilen Kürt çalıştayı, AK Parti'ye mesafeli duran milliyetçi Kürt seçmene dolaylı yoldan ulaşma stratejisinin bir parçası olabilir.

Önümüzdeki seçimlere etki edecek iki önemli faktör bulunmaktadır: Ekonomik durum ve Kürt seçmenin tavrı. Seçim sürecinde emekli, asgari ücretli, işçi ve memur maaşlarında yapılacak artışlar, halkın yaşadığı ekonomik sıkıntıları unutturma işlevi görebilir. Ancak, Kürt seçmenin tavrı, bu karmaşık denklemin nasıl yürütüleceği ve nasıl sonuçlanacağı açısından belirleyici olacaktır.

İktidarın beklentisi, Kürt seçmenin kendisini desteklemese bile en azından üçüncü bir aday çıkararak CHP’nin yanında yer almaması; öte yandan teröristle müzakere izlenimi vermeden Türk seçmenin tepkisini çekmemeye çalışmak şeklinde olacaktır. Öcalan hükümete tam destek verse bile, Kandil, süreci bir pazarlık aracına dönüştürerek baltalama eğiliminde olacaktır.

Tekrar başa dönecek olursak, siyasi kesimlere yön vermeye oldukça hevesli olan, Perinçek ekibinden, eski TKP’li Mehmet Uçum’un açıklamaları, böylesine hassas bir süreçte kırılgan kesimlerin tepkilerini hafifletmeye yönelik bir denge adımı olarak okunabilir. Çalıştayı destekleyerek bir kesimin memnun edilmesi sağlanırken, eleştirerek de başka bir kesimin rahatsızlığından doğabilecek riskler dağıtılmak istenmektedir.

Öte yandan, Kandil’in olumsuz tavrı, hükümeti Kürt meselesinde farklı arayışlara yöneltmekte ve yeni faktörlerin devreye girmesine sebep olmaktadır.