Türkiye’de 2025 yılı hukukun akıl almaz fecaatleriyle devam ediyor. 25 yıldır terör örgütü elebaşı olmaktan hükümlü olan Abdullah Öcalan yeni çözüm sürecinin başrolü yapılırken diğer taraftan PKK ile iltisaklı belediyelere kayyum atanıyor. Bir taraftan aba, diğer taraftan sopa gösteriliyor. Hükümet hem DEM Parti’yi Öcalan’la defalarca görüştürüp manifesto okutuyor, hem de CHP’yi “teröre bulaşmakla” suçlayıp tutukluyor, belediyeleri elinden alıyor. Muhalefet seçimle kazandığı belediyeleri kaybediyor, gücü eriyor fakat kayda değer bir reaksiyon gösteremiyor.
“Hukuk” ve “adalet” gibi kavramlar, elastiki bir oyuncak gibi çekiştirilmekten koptu. Yapılan koca koca adalet saraylarında hâkim ve savcılar, siyasi liderlerin oyuncusu olmaktan öteye gidemiyor. Anayasa ve kanunlar, kişisel çıkarlar ve politik menfaatler için değiştirilip tahrif edilebiliyor. Siyasetin belirleyicisi olması gereken partiler, birer aparata dönüştürülüyor ve taraf seçmekle yetiniyor. Amerika ve İngiltere arasında süren iktidar çatışmasında herhangi bir tarafa yaranmak isteyenler diğer tarafın baskı ve zulmüne maruz kalıyor. Hem de bu süreç yeni değil. Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne devletlerin nüfuz alanına giren siyasi kişiler birer figürana dönüşüp kullanılıp atılıyor. Her çatışmanın mağduru halk oluyor ama bundan ders alan yok. Gazeteci ve yazarlar ise ateşe körükle gidiyor. Savunduğu partinin söylem ve eylemlerindeki değişim hızına yetişemeyen kalemşorlar, sorgulamadan, otomatik onay mekanizması gibi çalışıyor. Demokrasinin ateşli savunucuları yüz yıldır bu topraklarda asla gerçek bir demokrasinin olamayacağını anlayamamış olmalılar ki hala demokrasi taleplerini dile getiriyorlar. Kim getirecek demokrasiyi? Onu oyun hamuruna çeviren hükümet mi yoksa gayrimeşru işleri ile meşhur “derin devlet” mi?
“Güçler ayrılığı” ilkesinin, ilkesiz siyasete kurban edildiğini çok net görebiliyoruz. Adalet, “kime” ve “neye” göre tanımlanıyor? Hukukun işlerliği güçlünün kazanımları ile doğrusal bir ilişki içinde. Zayıfın haklı olması, adaletin onun için tecelli edeceği anlamına gelmiyor. Yargı kurumu, iktidar sahiplerinin ön yargılarını savunan savcılarla dolu. Herkes görevinin devamlılığı, maaşının artması için çalışıyor; işinin hakkını vermek için değil. Evet, İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, haklı gerekçelere dayanıyor olabilir. Gerçekten suçlu da olabilir fakat toplum, “suç”un ve “suçlu”nun tanımı konusunda emin değil. O yüzden tutuklanma veya kayyum atamaları ile ilgili hukuki sürecin detaylarına girmek istemiyorum. Zaten toplumun genel ekseriyeti, bu konuyu tartışmıyor; cumhurbaşkanlığına aday olan birinin öyle ya da böyle önünün kesildiği üzerinden teoriler geliştiriyor.
O halde biz yeni dönemde CHP içerisindeki gelişmeler, yeni Cumhurbaşkanı adayı, yolsuzluk veya irtikap suçları gibi üzerine atfedilen iddiaların gerçekliği konusunu onlara bırakalım. Yaşadığımız sosyal çürümenin bu vakıa ile nasıl ayyuka çıktığını konuşalım. Zira artık bizim toplumumuzda “Atatürk” ismini kullanarak temize çıkma devri kapandı. Laikliğin foyası ortaya çıktı. Yargının, yasama ve yürütme kurumlarından ayrılamayacağı, seçimlerin ancak sistemin bekası için halkı sandığa götüren bir araç olduğu güneş gibi parladı. Demokrasi hedefiyle iktidara gelenlerin buna asla ulaşamayacakları, barış ve kardeşliğin sadece seçim mitinglerinde kullanılan sözler olduğu anlaşıldı. Adaletin bir bakanlık düzeyinde temsil edilen ve şatafatlı binalar içine sıkıştırılan kof bir kavram olduğu netlik kazandı. Kara para aklayanların, “bir miktarını paylaşmak” koşuluyla serbest kaldığı bir hukuk düzeninde suçlular hâkim, mazlumlar mahkûm şimdi.
“Daha ileri demokrasi” daha ileri yolsuzluk veya hırsızlığı beraberinde getiriyorsa yerin dibine batsın. “Gerçek demokrasi” dedikleri şey, halkın taleplerini gasp etmeyi meşru kılıyorsa öyle demokrasi olmaz olsun. Beşerî bir aklın ürünü olarak yine başka insanların eliyle karalama tahtasına dönen anayasalardan bu halkın kazanabileceği hiçbir şey yok. Bu sistem belli ki bazı elitleri zengin etmeye, bazı kliklere adalet dağıtmaya, bazı bürokratlara şan şöhret kazandırmaya devam edecek. İslam’ın nuruyla sulanmış bereketlenmiş bu topraklara çöreklenen devletlerin çatışmasında ise ezilen Müslüman halk olacak. Yalancı demokrasinin mumu, yatsıya kadar bile yanmadı. Fakat Allah’ın nuru hiç sönmeyecektir. Gerçeklerin ışığından korunmak isteyenler karanlıkta kalsa bile kitabını bir hikmet ve hidayet kaynağı olarak gönderen Allah; dinine, fikir ve hükümlerine bağlanan liderleri, dünyada da ahirette de şerefli kılacaktır.