"Terörsüz Türkiye" Süreci ve Esen Barış Rüzgarları
01 Mart 2025

"Terörsüz Türkiye" Süreci ve Esen Barış Rüzgarları

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 22 Ekim'de PKK lideri Abdullah Öcalan'a örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut hakkı için başvurması ve TBMM'de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşması" için çağrı yapması ile başlayan süreç, 27 Şubat'ta Öcalan'ın PKK'nin feshedilme mektubunun "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" toplantısında kamuoyuna deklare edilmesiyle estirilen barış rüzgârları ile devam ediyor.

Devlet bu süreci daha önceki çözüm sürecinde yaptığı hatalardan da ders çıkararak profesyonel, stratejik ve dikkatli bir şekilde yürütmektedir.

Örgütün talebi olan video mesaj yerine seçilmiş, meşru temsilcilerin açıklaması yapılmış ve açıklamanın örgütün lideri tarafından yapıldığı dolayısıyla bağlayıcı olduğu mesajı bir fotoğraf üzerinden servis edilmiştir.

Bu sürecin muhatabının her ne kadar silahı elinde tutan Kandil olduğu ifade edilip süreci baltalama noktasında çıkışlar yapılsa da iktidar, devleti örgüt ile pazarlık masasına oturan ve şartlara boyun eğen bir konuma düşürmekten imtina eden bir strateji izliyor.

Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kadife eldivene sarılı demir yumruk" açıklaması ile sürece destek verenlerin makbul kabul edileceği, ancak süreci sekteye uğratacak tüm unsurların da devletin sert yüzü ile karşılaşacağı belirtilmiştir. Süreç de bu doğrultuda ilerlemiştir. Bir yandan kayyum atamaları, diğer yandan tutuklamalar sürerken, çözüm süreci de eş zamanlı olarak devam etmiştir.

Yapılan açıklamaya dönecek olursak Öcalan, "PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkârı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur." diyerek PKK'nin varoluş sebebini açıklamış ve "1990’larda reel sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK'nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır." diyerek örgütün lağvedilme sebebini ifade etmiştir.

“Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır. Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.” açıklamasıyla, yıllardır dile getirilen tüm çözüm önerilerini geçersiz kılarak Kürt etnisitesi üzerinden siyaset yapıp belirli kazanımlar elde etmeyi hedefleyenleri şaşırtmıştır. Anlamı belirsiz bir kavram olan "Demokratik Uzlaşı" ise bir çözüm olarak sunulmuştur.

Devletin ortaya koyduğu genel perspektife mutabık olan bu açıklama ile “silahlı mücadelenin terki” sağlanıp barışın tesis edileceği ve 40 yıldır ırkçılık/milliyetçilik naraları eşliğinde süren kirli savaşın son bulacağı ümidi, kamuoyunda büyük bir beklenti ve sevinçle karşılandı. Özellikle bu 40 yıllık süreçte birçok acıya şahit olan halk, genel olarak barışın tesis edilmesi ve akan kanın durması noktasında büyük bir iştiyak duymaktadır.

PKK’nin/Kandil’in bu çağrıya ne cevap vereceği, nasıl bir reaksiyon göstereceği merak konusu.

İmralı heyetinin Erbil ziyareti öncesi PKK şöyle bir açıklama yapmıştı:

"Öyle anlaşılıyor ki, çok ciddi bir karşıtlık ve darbesel bir müdahale olmazsa Önder Apo tarafından yeni bir süreç, herkes için bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci başlatılacaktır. PKK ve Kürtler değişecek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türkiye ortamı değişecek, Ortadoğu ve tüm dünya değişecektir. Devlet korkmasın; Önder Apo ve Kürtler devleti yıkmayacak, demokrasiye duyarlı ve açık temelde yeniden yapılandıracaklardır. Türkiye toplumu korkmasın; Önder Apo ve Kürtler Türkiye’yi bölmeyecek, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi için çalışacaktır. Önder Apo’nun ve Kürtlerin özgürlük ve demokrasi çabaları, Ortadoğu ve dünyada hiç kimseye karşı olmayacak; herkesin demokratik yararını esas alacaktır."1

Bu mesaj, Kandil'le bir şekilde görüşülüp planı kabul etmekten başka çarelerinin olmadığının anlatıldığı ve ikna edildikleri ihtimalini kuvvetlendiriyor.

Kandil her ne kadar daha önceki süreçlerde “Silahlı güçlerin çekilip çekilmeyeceğine biz karar veririz. Başkası karar veremez. Apo oradan ne hareketi ne pratiği yönetebilir ne de bu konularda herhangi bir karar verebilir.” dese de bu defa denklemler çok farklı.

Kandil şu anda en zor dönemini yaşıyor zira uzun zamandır iktidarın sert güvenlik politikası, örgütü Türkiye'de hareket edemez hale getirdi. Irak'ta PKK destekli siyasi unsurların tasfiye edilip mal varlıklarına el konması ve Suriye'de de elemine edilip YPG unsurlarının Türkiye destekli ÖSO unsurları tarafından zapturapt altına alınması, devamında Türkiye’nin yeni siyasi müttefiki olan Suriye yönetimine entegre edilme süreci var. Örgüt açısından Apo'nun çağrısının Kürt kamuoyunda bir karşılığının olması ve siyasi kanadın da ABD yörüngesinde hareket etmesi, İngiliz tasallutu altındaki Kandil’i iyice köşeye sıkıştırmıştır.

Süreç henüz tamamlanmış değil. Devlet her ne kadar yürüttüğü “Terörsüz Türkiye” sürecinin bir pazarlık olmadığını deklare etse de PKK’nin ve HDP’nin bu süreci kabul edip istenilen adımları atmasının karşılığında ne elde edeceği, kamuoyunda büyük bir soru işareti olarak durmaktadır.

Süreç zamana yayıldığı ve acele edilmediği için, şimdilik Apo’nun ne karşılığında konuşturulduğu veya Kandil’in nasıl razı edildiği açıklanmıyor. Ancak, Sırrı Süreyya Önder’in açıklamadan önce tutuklulara selam göndermesi ve açıklamadan sonra eklediği nottaki siyaset ve hukuksal boyut vurgusu, sürecin bir pazarlık içerdiğine işaret ediyor.

Devlet, süreci pazarlıksız ve şartsız bir şekilde yürütülen bir süreç olarak nitelendirip bunu kamuoyuna da bu şekilde sunmayı başardı. Ancak, Sırrı Süreyya Önder'in açıklamaları, sürecin kaçınılmaz bir parçası olan pazarlık unsurunu açığa çıkarıyor.

Genel af çıkarılması halinde, bu kapsamın onlara da genişletilmesi, aktif örgüt mensuplarının yasal çerçevede tasfiyesi ve yeni anayasa sürecinde bazı kazanımlar elde edilmesi mümkün görünüyor.

Binali Yıldırım'dan Öcalan'ın silah bırakma çağrısına ilişkin; “Vatandaşlık tanımı yeni anayasada elbette ki gözden geçirilebilir.” ve “Her şeyi Ankara’dan yönetmek yerine, yerel yönetimlere kaynak ve güç olarak yetki devrinin yapılması gerekir” beyanları da buna işaret etmektedir.

Bu mesele çok yönlü olup, içerisinde birçok dinamiği barındırdığı için hem iç siyaset hem de dış siyaset açısından ele alınması gereken noktalar bulunmaktadır.

İç siyaset bağlamında, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü için inisiyatif alarak güçlü siyasi adımlar atan parti AK Parti olmuştur. Ancak, yürütülen siyaset statüko gereği makyavelist ve pragmatist bir zeminde ilerlediğinden, istenilen hedefe tam anlamıyla ulaşılamamıştır. Son süreçte de özellikle HDP’nin CHP’den koparılması, yeni anayasa yapımı ve Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için Kürt oylarının kilit bir rol oynadığı ve bu durumun iktidar açısından hayati önem taşıdığı görülmektedir.

Dış siyaset bağlamında, ABD’nin, bölgede yürüttüğü silahsızlanma politikası kapsamında istikrar ve sükûneti sağlama hedefi bulunmaktadır. Daha önceki süreçlerde, nüfuz ettiği ülkelerin iktidarlarını hizaya çekmek, kontrol altına almak ve bölge ülkelerinde bu örgütler vasıtasıyla kaos yaratarak kendi çıkarlarını koruma altına almak temel hedeflerindendi. Ancak, gelinen noktada ABD, İngiliz ve Fransız sömürgelerini bertaraf etmek ve bölgede güçler dengesi kurmak adına artık bu örgütlere ihtiyaç duymamaktadır. Bölgedeki hakimiyetini pekiştirerek hegemon bir güç hâline gelmesi ve bu tür eli silah tutan, kontrol dışına çıkma potansiyeline sahip yapıların tasfiye edilmesini istemesi de bunun bir sonucudur.

Ayrıca, ABD’nin ekonomik sıkıntıları ve küresel öncelikleri (Çin’in çevrelenmesi, Rusya’nın kontrol altına alınması, Avrupa’nın zayıflatılması, Panama Kanalı gibi jeopolitik meseleler) nedeniyle Ortadoğu’yu artık örgütler üzerinden değil, devlet liderleri aracılığıyla yönetmeyi ve bölgedeki askeri-ekonomik yükü bu liderlere devrederek süreci ilerletmeyi amaçladığı görülmektedir.

ABD’nin, Çin’in ticaret yollarına karşı güçlü bir alternatif olarak oluşturduğu Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın yeniden açılması ve Kalkınma Yolu Projesi’nin güvenliğinin sağlanması, hedeflenen ticari kazanımların elde edilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu hedeflere ulaşılabilmesi, bölgedeki silahlı milislerin tasfiyesi ve güvenliğin sağlanmasını zorunlu kılmaktadır.2

Ayrıca, İslâm beldelerinde yaşanan savaşlar ve istikrarsızlığın oluşturacağı siyasi boşluk, ABD’nin hegemonyasını sarsabilecek, sömürge bağlarını koparabilecek ve küresel emperyalist düzenine boyun eğmeyecek güçlü bir İslâmî siyasi otoritenin ortaya çıkma ihtimalini doğurmaktadır. Bu ihtimal, ABD’yi mevcut politikalarını gözden geçirmeye ve yeni stratejiler benimsemeye itmiştir.

Yürütülen süreci iç ve dış politika perspektifinden kısaca değerlendirdikten sonra şu hususa vurgu yapmak gerekir: Beyin kanaması gerçekleştiğinde, öncelikle kanamayı durdurmak gerekir. Bu doğru olandır. Ancak sonrasında, kanamaya neden olan semptomları veya kök sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik bir tedavi uygulanmalıdır; aksi takdirde, kanama tekrar nüksedecektir. Silahların bırakılması ve terörün tasfiye edilmesi, sadece kanamanın durdurulması anlamına gelir. Ancak, bu kanamaya sebep olan ırkçılık ve Batılılaşmaya neşter vurulup köklü bir şekilde ortadan kaldırılmadıkça, sorunun yeniden baş göstermesi kaçınılmaz olacaktır.

Zira Kürt meselesi, ne yalnızca etnik bir sorun, ne bölgesel bir mesele ne de sadece bir terör problemidir. Mevcut süreç terör sorununu ortadan kaldırmaya yetebilir; ancak Kürt meselesini gerçek anlamda çözüme kavuşturmaz. Çünkü temel sorun; Batılılaşmayı ve milliyetçiliği benimseyerek İslâmî değerleri yok etmeyi amaçlayan, bir milletin varlığını inkâr edip her türlü zulmü reva gören laik Kemalist rejimdir. Bu rejimin gayri insani ve gayri İslâmî yönleri değiştirilmediği sürece, terör ortadan kalksa bile Kürt meselesi çözüme ulaşmayacaktır. Kürtler, kendilerine dayatılan sistemlere razı olmamışlardır. Ne varlıklarının ve dillerinin yok sayılmasına boyun eğmişlerdir, ne de Kürt kimliği üzerinden siyaset yaparak seküler, Marksist yaşam tarzını dayatan mankurtlaşmış suni projelere teslim olacaklardır.

Kürt meselesinin ve genel anlamda Müslümanların karşılaştığı tüm sorunların köklü çözümü, hiçbir milli unsuru öne çıkarmayan, tüm Müslümanları tek bir ümmet olarak gören ve adaletle hükmedecek olan İslam ve onun pak olan yönetim nizamıdır.

Footnotes

  1. https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/120220252

  2. https://kokludegisim.net/makaleler/tuerkiye-irak-yakinlasmasi-ve-erdogan-in-irak-ziyaretinin-arka-plani