“Dünyada hiçbir şehri ele geçirmek için verilen mücadele, Kudüs’e sahip olmak için verilen mücadeleler kadar olmamıştır” desek sanırım mübalağa yapmış olmayız. Geçmişi neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt olan bu şehir, yine coğrafi açıdan özel bir konumda ve farklı inançtaki insanların yaşadığı bir merkez durumunda olması itibariyle önemini tarihin her döneminde korumuştur. Milattan önceki dönemlerde farklı güçlerin hâkimiyet mücadelesine sahne olan şehir; Mısır Firavunları, Bedeviler, Roma İmparatorluğu, Büyük İskender gibi güçlerin hâkimiyetine sahne olmuştur.
İslâm nurunun, insanlık üzerine doğmasından sonra İsra ve Miraç hadisesinin gerçekleştiği topraklar olan Kudüs, Müslümanlar açısından çok daha farklı bir öneme sahip olmaya başlamıştır.
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra 1)
İsra hadisesi ile birlikte birçok fethin gerçekleşmeye başlaması, adeta İslâm nurunun, cihanın dört bir tarafına yayılmasının müjdesi oldu. Yine Müslümanların ilk kıblesinin içerisinde yer aldığı, üç kutsal mescitten birinin Kudüs içerisinde yer alması bu toprakların İslâm’ın; eman, güven, huzur ve nuruyla şereflenmesini zorunluluk haline getirmişti. Hz. Ömer’in hilâfetinde, H. 16 (M. 638) yılında Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın komutasında şehrin kuşatılarak teslim alınması artık kıyamete kadar bu şehrin İslâm şehri olduğunun, olacağının vesikasıydı.
Bugün hiçbir değer tanımaksızın nükleer, kimyasal, konvansiyonel silahlarla hedef gözetmeksizin şehirleri yok etmekten geri durmayan vahşi Batı’ya Kudüs’ün fethi, gerçekte medeniyet dersidir. Nitekim Kudüs fethedilirken Müslümanların ellerinde mancınık gibi ağır silahlar olmasına rağmen şehrin kutsaliyetine binaen bu silahlar kullanılmaktan imtina edildiği gibi şehre zarar verilmeksizin teslim alınmıştı. Şehrin anahtarını alan Hz. Ömer, yayınladığı emanname ile gayrimüslim dahi olsa insan onur ve şerefini en yüksekte tutarak, mal ve canlarını korumaya alarak, inançlarına ve ibadethanelerine müdahale etmeyerek o günkü ve bugünkü kâfirlere insanlık ve kutsallara saygının dersini verir gibiydi. Yine Hz. Ömer, “İlyada” olan şehrin ismini “Kudüs” olarak değiştirdikten sonra artık tarihe Kudüs olarak kazınacaktı.
İslâm’ın nuruyla aydınlanan Kudüs; Emeviler, Abbasiler, Tolunoğulları, Akşitler, Fatimiler, Selçuklular dönemine kadar Müslümanların emanı altında, güvende kaldı. Ta ki Haçlı saldırılarıyla işgal edilip 88 yıllık esarete maruz kalasıya kadar. Yüzyıllarca işgalden uzak halifelerin korumasında olan şehir, bu işgal ile mahzun, boynu büyük, gözü yaşlı bir şekilde esaretten kurtaracak kurtarıcısının yollarını gözlemekteydi. Nihayet Hıttin savaşı ile Haçlılara gereken dersi verecek olan ve bu kutsal şehri esaretten kurtarmak için canını dişine takan, Kudüs kurtulana kadar kendisine gülmeyi yasaklayan şanlı komutan Selahaddin Eyubi ile hürriyetine kavuşuyordu. Kubbetü’s-Sahra’nın başına dikilen Haç’ın devrilmesiyle mübarek şehir Kudüs’ün başı tekrar dik, gözyaşları dinmiş, umut ve güvenin sembolü oluyordu. Şanlı komutan Selahaddin’in vefatından sonra 11 yıl İngilizlerin işgalinde kalan sonrasında Müslümanlar tarafından kurtarılan, daha sonra 15 yıl Moğolların işgaline maruz kalan Kudüs, Seyfettin Kutuz ve Zahir Baybars önderliğinde Moğolların işgalinden, zulmünden kurtulmuş oluyordu ki şehir, 1517 yılına kadar Memluk idaresinde korunmuştu.
Yavuz Sultan Selim ile başlayan, Halife Abdulhamid dönemine kadar yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı idaresinde korunan şehir işgalden, talandan, zulümden beri kalarak her karış toprağına İslâm’ın motifleri işlenmişti. Böylelikle huzur ve güven, şehrin en ücra köşelerine kadar hissediliyordu.
Nasıl olmazsın ki bu kutsal beldelerden bir karış toprağın verilmesindense vücudunun lime lime edilmesini tercih eden Halife Abdulhamid Han gibi müdavimler Kudüs ve kutsal beldelerin şerefini canı pahasına müdafaa ederek bizlere örnekliğin zirvesini miras bırakmadılar mı?
Şimdi tarihin en uzun ikinci işgal dönemini yaşayan Kudüs, filli olarak 1948 yılından bu yana 70 yıldır Yahudi varlığının işgalinde değil mi? Sadece topraklar mı işgal altında bu kutsal beldede? Çocuk, genç, yaşlı, kadın her gün katledilip ırzlar, kıymetler ayaklar altına alınmıyor mu?
Soruyoruz:
Müslümanların kutsallarına el uzatacak kadar bu aşağılık varlıkları cüretkâr kılan nedir acaba? Hz. Ömerleri, Ubeyde b. Cerrahları, Selahaddin’i, Kutuz’u, Yavuz’u ve de Abdulhamid Han gibi yönetici ve komutanları yıllardır bekleyen, mahzun, gözü yaşlı kutsal şehri kim kurtaracak?
Osmanlı Devleti’ni ‘hal’ edenler ve ümmetin kalbine zehirli hançer olan Yahudi varlığını saplayanlar ile buna aldırış etmeyen Müslümanların başındaki sözde yöneticiler, bu varlığı daha kurulduğu günün ertesinde kabul eden liderler, Kudüs’ü kurtarma cesaretinde bulunabilirler mi?
Onlarla her türlü ticari, siyasi, askerî anlaşmaların içerisinde olan maddi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, kıbleleri para ve Batı olan, cüsseleri büyük, yürekleri ise küçücük olan bu adamlar Yahudi varlığına haddini bildirebilir mi?
Kudüs’ü korumaktan aciz olan ve onun doğu-batı diye ikiye ayrılmasını onaylayanlardan Kudüs’ü kurtarmaları beklenebilir mi?
Onlarca ülkenin bir araya gelerek Müslüman evlatlarının bedenleriyle oluşturdukları sözde İslâm Ordusu, Kudüs için neden harekete geçmez?
Kudüs’ü işgal etmeyle yetinmeyenlerin şimdi de Yahudi varlığının sözde resmî başkenti yapmanın cüretine, küstahlığına yeltenmelerine sesiz mi kalacağız?
Mahzun, mazlum, gözü yaşlı, boynu bükük kurtarıcısını bekleyen Kudüs-ü Şerif’i sahipsiz, yardımsız mı bırakacağız?
Tarihin en uzun işgaline doğru giderken buna “dur!” diyecek cesareti göstermeyecek miyiz?
Bu işgali, bu mahzunluğu bitirecek yiğit komutan ve yöneticileri içimizden çıkarmak suretiyle hem dünya hem de ahiretimize yardımcı olmayacak mıyız?
Vakit tekrardan İslâm ile hükmedecek, koruyacak, kollayacak düzeni ve yöneticileri var etme zamanı değil midir? Yoksa Kudüs, ne ilk ne de son olacaktır. Küstah ABD, Yahudi varlığı ve diğer kâfirlere verilecek en güzel cevap, bu işgalleri sonlandıracak, değerleri koruma altına alacak Hilâfet’i ikame etmek değil midir?
Yüzyıllarca işgalden uzak kalan mübarek şehir, 1948 yılından bu yana fiilî, şu sıralar ise resmî işgal altına girmiştir. Bunun üzerinden 70 yıl geçti ve şuan yeniden Kudüs, kurtarıcısının yollarını gözlüyor; gözü yaşlı, boynu bükük fakat büyük bir umutla… Farkında mıyız?