Türkiye ve Dünyada yaşanan her yeni olay bize İslâm nizamına ne kadar muhtaç olduğumuzu tekrar tekrar hatırlatıyor. Önce Eylül şimdi ise Leyla vahşi şekilde katledildi. Akıllar vahşeti anlamakta zorlandı, vicdanlar sızladı… Utandık, üzüldük, öfkelendik, kahrettik yapılanlara…
Allah’ın arzında emirlerine uymadığımız için fitne çıktı, huzursuzluk hat safhaya ulaştı. Her konuda maalesef dibe vuruyoruz. Birçok rapor bu konuda insanlık utancımızı yüzümüze vuruyor. Dünya genelinde her iki dakikada bir çocuk cinsel saldırıya uğruyor. Türkiye’de ise TÜİK verilerine göre 2008-2016 yılları arasında resmi kayıp çocuk müracaatı 104.531, Adalet Bakanlığı’nın 2018 verilerine göre çocuklara cinsel istismar davası 2010 yılında 16.135, 2015 yılında 16.957, 2016 yılında 15.051, 2017 yılında ise 16.000’e ulaşmış. Mahkemeye ulaşmayan vakıaları yok sayarsak ve en az cinsel saldırının olduğu 2016 yılını hesaba katarsak her gün 40’dan fazla çocuk cinsel saldırıya uğruyor.
Yeryüzünün en masumları kız çocuklarımız, cahiliyede diri diri toprağa gömülüyordu. Ancak şimdi kız ve erkek çocuklarımız zamanımızın cahilleri tarafından bombalarla parçalanarak, iğrenç saldırılara maruz kalarak gömüyorlar. Yaşayan çocuklarımız ise ölümden beter bir dünyada yaşamaya mahkûm ediyorlar. Aç-susuz kalan, çöllerde, çadırlara yaşamaya mecbur edilen, evlerinde, okullarında bombalanan, tedavi edilemeyen, kaçış yollarında sahillere masum bedenleri vuran, anne karnında katledilen milyonlarca yavrumuzun yaşadıkları, kelimelere sığmayacak kadar acı ve kahredici bir durum. Biz Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in oğlu İbrahim vefat ettiğinde söylediği sözleri söylüyoruz: "Göz ağlar, kalp üzülür; biz yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Vallahi ey İbrahim, biz senden ayrılmakla çok üzgünüz." (Sonra da karşısındaki dağa seslenerek) "Ey dağ! Eğer Bendeki üzüntü sende olsaydı muhakkak yıkılıp gitmiştin! Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz” (İbn-i Sa'd, Tabakat)
Vallahi biz yeryüzündeki Müslümanlar da hüzünlüyüz, kederliyiz! Her gün yeni bir acı ile yıkılıyor, gördüklerimize, duyduklarımıza inanamıyoruz! Bu ümmetin başına gelenler yeryüzünün en heybetli dağlarına isabet etseydi, yıkılmak bir yana koca koca dağlar toz haline gelirdi! Ya Rabbi, küfrün hâkimiyeti, işgali ve hegemonyası altındaki arzda daha neler görecek ve duyacağız?
Bütün bunlara rağmen sorunu çözmek adına adım atanlar, konuşanlar, yöneticiler, akademisyenler, sosyologlar, toplum bilimcileri hiçbir derde derman olmayan “cezalar yetersiz”, “farkındalık oluşturmalıyız”, “hadım uygulaması, koruma evleri”, “yeni yargı paketi” şeklinde eski nakaratlarını tekrarlıyorlar. Bu açıklamalar kimsenin vicdanın ve aklını tatmin etmiyor. Ciğeri yananlar zanlıların içerdeki mahkûmlar tarafından “adil” bir ceza almalarını umuyorlar!
Ateş düştüğü yeri daha fazla yakıyor. Bu vahşete karşı yakılan ağıtlar farklı olsa da gözlerdeki yaş ve dillerdeki talep aynı şeyleri söylüyor: Eylül’ün annesi; “Cumhurbaşkanından ricam, çocuk katilleri için idam gelsin. Yavruma kıyanlara hapis hayatı bile fazla. Çıktıklarında yine aynısını yapacaklar…”, Leyla’nın amcası Yusuf Aydemir; “Hadım, hapis değil idam istiyoruz.”… Sadece bugün değil dün de analar aynı çağrıda bulunmuşlardı. Küçük Gizem de vahşi şekilde öldürülmüş annesi yöneticilere seslenmişti: *“*Kendilerinin de evlatları var, yavruları var. Ona içeride bir yudum su vermesinler. Assınlar, onun da canına aynı acıları katsınlar. Ben bu acımı tarif edemiyorum. Onun içeride kalması sadece bana acı veriyor. Katsınlar ki başka Gizemler ölmesin…”
Güvenin ve huzurun olmadığı, toplu katliamların, zulümlerin, sapıklığın ve vahşiliğin arttığı bu dünya da zillet içerisinde yaşamaya mahkûm haldeyiz. Ciğerimizi dağlayan her olaydan sonra bu zilletten kurtulmak adına İslâm’a ne kadar muhtaç olduğumuzu daha yakinen hissediyoruz. Mazlumların feryatları arşıâlâyı titretirken, insanların vicdanları kan ağlarken, milyonlar sessiz sedasız dua ederken, kalpler hüzne, bakışlar ufka yönelmişken İslâm’a olan ihtiyacımızı her daim hissediyoruz!
İslâm, hayat nizamıdır ve tüm sorunların çözümü olduğu gibi bu sorunun da çözümü İslâm’ın tatbik edilmesindedir. Bu yüzden çözüm idam değil, İslâm nizamının uygulanmasıdır. Sadece kısas hükmünün veya idam hükmünün uygulanması sorunları çözmeyecektir. Çözüm, وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.” (Bakara 179) ayetinin içinde bulunduğu Kur’an ve Sünnet’in tamamının alınması ve uygulanmasıdır. Çözüm, kısas hükmü gibi Allah’ın diğer emirlerinin birlikte tüm ceza hukukunda, tüm yargı sisteminde, yönetim kademelerinde uygulanmasıdır. Çözüm, zinaya yaklaşmamak için tedbirlerin alındığı gibi toplumun suçu işlemeden önce Allah’a iman ile birlikte İslâm şahsiyeti olarak yetiştirilmesi, eğitilmesi ve ıslah edilmesidir. Çözüm, Allah’tan korkmayan ve bütün bunlara rağmen suç işleyenlere Allah’ın had cezalarının uygulanmasıdır.
Bu feryatların, bu haykırışların, bu itirazların muhatabı sadece vahşetin faili şahıslar değildir! Asıl itirazımız onları bu hale getiren sistemlere, anlayışlara ve nizamlara olmalıdır. Asıl yargılanması gereken, asıl mahkûm edilmesi gereken, asıl cezalandırılması gereken, Allah’ın hükümleri varken onun yerine hüküm ihdas eden beşerî sistemlerdir. Zira aciz ve sınırlı olan beşerî sistemlerin varlığı, tüm şerlerin yegâne kaynağıdır. Onlar var olduğu sürece insanlığın düzelmesi, kalkınması asla mümkün değildir.
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar. İyi bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? (Maide 50)
İslâm nizamı uygulansaydı kadına, erkeğe ve çocuğa bir bütünde insana olan bakış değişirdi. Yeryüzünün Halifesi olan insanoğlu yeryüzünde zulmün değil hayrın kaynağı olurdu. İslâm Nizamı uygulansaydı, Mekke müşriklerini ve tüm canileri ıslah eden İslâm, bu insanları da ıslah etmiş olacaktı! Böylece Orta Asya, Orta Doğu, Afrika, Avustralya, Amerika, Avrupa kıtalarındaki zulümler sona erecek ve adalet tesis edilecekti.
Ey sorumluluk sahipleri, anaların çağrılarına kulak verin! Toplumu huzurlu ve güvenli bir hale getirecek, malını, canını, ırzını ve onurunu muhafaza edecek olan İslâmi hükümleri uygulayın! Mesuliyetinizin gereğini yapın ve tebaanızı huzurlu ve güvenli bir yaşamla buluşturacak olan İslâm’la kurtarın. Allah’ın yarattığı kullara Allah’ın hükümlerini uygulayın! Unutmayalım ki okullarda, sokaklarda ve medyada insan fıtratına aykırı olan fikirler, hükümler ve nizamlar hâkim!
Tüm bunlar yaşanırken, insanlığın imdat çığlıkları arşı alayı inletirken, zalimler gece-gündüz çalışırken gerçekten bunlardan rahatsız olan bizler ne ile meşgulüz? İşimizin, zevklerimizin, hayallerimizin peşinden mi gidiyoruz? Katledilen çocuklardan biri bizim evlerimizdeki de olabilirdi! Bizler, 1,5 milyarlık bir aile gibi duyarlı mıyız? Uykularımız kaçıyor mu? Rahatlığımız ne durumda? Bahaneler mi üretiyoruz? Çözüm olan İslâm’ı davet ediyor muyuz? İslâm davetini yüklendik mi? Hayatımızın merkezinde mi? İslâmi hayatı hâkim kılma yolunda ne kadar fedakârlık yapıyoruz?