Son dönemde Türkiye-Irak ilişkilerinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Ağustos 2023’te geniş kapsamlı Bağdat ve Erbil ziyaretinin ardından iki ülke arasında yoğun bir diplomasi trafiği başladı. Son olarak, Hakan Fidan’ın yanı sıra Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, Savunma Bakanı Yaşar Güler ve İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu’ndan oluşan Türk heyeti 14 Mart 2024’te Bağdat’a giderek Iraklı muhataplarıyla görüşmeler gerçekleştirdi.
Türkiye ile Irak arasında; su meselesi, terörle mücadele, ticaretin artırılması, yaşanan krizden sonra Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın tekrar açılması ve Kalkınma Yolu Projesi başlıkları temelinde yapılan sekiz görüşmeden sonra bugün işi somutlaştırmak ve anlaşma boyutuna taşımak amacıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan Irak’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı, Bağdat’tan sonra ikinci aşama olarak Erbil’i ziyaret edecek.
13 yıl aradan sonra Irak’a giden Erdoğan’ın ziyareti, Irak hükümeti tarafından “tarihî” olarak nitelendiriliyor. Ziyaret öncesi başkent Bağdat'ta, merkezde yer alan caddeye, Türkçe ve Arapça "Ziyaretinizden onur duyduk" yazılı pankartlar yerleştirildi. Nitekim Irak Başbakanı Muhammed Şiya-Sudani Joe Biden ile görüşmek için ABD’de bulunduğu esnada Erdoğan’ın Irak ziyareti hakkında “Türkiye Başkanı'nın Irak ziyareti gelir-geçer türden bir ziyaret olmayacaktır.” ifadelerini kullandı.
Irak Başbakanı’nın bu açıklamayı, ABD ziyareti sırasında yapması oldukça manidar. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyaretinin John Bass liderliğindeki ABD Dışişleri Bakanlığı heyetiyle Ankara’da yapılan görüşmelerden hemen sonra gelmesi de… Ayrıca Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Koordinatörü Büyükelçi Elizabeth Richard, ABD-Türkiye Terörle Mücadele İstişareleri kapsamında bugün Ankara'yı ziyaret edecek. Yani Erdoğan’ın Irak ziyareti, ABD’nin Türkiye ve Irak hükümetiyle yaptığı görüşmelerin gölgesinde ve neticesinde gerçekleşiyor. Ne demek istiyorum? Sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek ziyaretin motivasyon kaynağını anlatmaya çalışayım.
ABD’nin rolü
Son aylarda olumlu yönde gelişerek önemli bir ivme kazanan Türkiye-Irak ilişkileri ve Cumhurbaşkanı'nın Irak ziyareti, aslında ABD'nin yeni küresel siyaset stratejisi ve bölgede kurmak istediği denge ile yakından ilgilidir. Joe Biden'ın başkan seçilmesinden sonra açıkladığı yeni siyaset stratejisinde; Çin ve Rusya, “zayıflatılması gereken düşmanlar” olarak etiketleniyor. ABD, bu iki düşmana yoğunlaşabilmek için Ortadoğu’da sükunete ve normalleşme anlaşmalarına ihtiyaç duymaktadır. ABD'nin bu stratejisi, NATO zirvelerinde de onaylanarak resmiyet kazandı. Rusya-Ukrayna arasında devam eden savaş, Çin'in Tayvan sorunu ile tehdit edilmesi ve Japonya'nın anayasasını değiştirerek Çin’i kuşatacak şekilde yeniden silahlanma sürecine girmesi, bu stratejinin bir parçasıdır.
Fakat ABD açısından mesele bununla sınırlı değil. Çin'in ekonomik olarak zayıflatılması, lojistik yollarının baypas edilmesi ve ticaret pazarlarının elinden alınması gerekiyor. Diğer taraftan Rusya ile ilişkilerin kesilmesi nedeniyle enerji sorunu yaşayan Avrupa Birliği'nin ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir.
İşte bunun için Türkiye'nin, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Yahudi varlığı ile normalleşmesi, ilişkilerdeki sıkıntıların giderilmesi için adımlar atıldı. Yine bu kapsamda kendisine bağlı milis güçleri aracılığıyla Ortadoğu'da “ABD'nin sopası” işlevi gören İran'ın Suriye, Lübnan ve özellikle Irak’taki nüfuzunun sınırlandırılması önem arz ediyor. Çünkü milis güçlerin yönetime etki ettiği ortamlarda, istikrar ve normalleşmeden bahsedilemez. Tüm bunların yanında Barzani aşiretinin başkanlığını yaptığı Kuzey Irak'taki Kürt yönetimi ve Kandil'deki PKK terör örgütü üzerinde önemli bir nüfuzu bulunan İngiliz siyasetinin izale edilmesi de ABD için elzem bir durumdur.
ABD’nin bu planının, Türkiye-Irak yakınlaşması ve Erdoğan’ın ziyaretiyle nasıl bir ilgisi var?
Şöyle ki: yazının başında bahsettiğim gibi Türkiye-Irak arasında yapılan görüşmenin ana konuları, terörle mücadele, Kalkınma Yolu Projesi, Irak’ın yaşadığı su probleminin çözüme kavuşturulması ve karşılıklı kazanımların elde edilmesiyle siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasını içeriyor.
Fakat bu başlıklar arasında en öncelikli olanı, terör sorunun çözüme kavuşturulmasıdır. Zira iki ülkenin de önem verdiği, Kalkınma Yolu Projesi’nin hayata geçirilmesi için projenin geçtiği güzergahların güvenliğinin sağlanması gerekiyor.
Kalkınma Yolu nasıl bir proje?
Maliyeti 17 milyar dolar olarak hesaplanan, 2028’de tamamlanması öngörülen ve bugün Erdoğan’ın Irak ziyaretinde imzalanan Kalkınma Yolu Projesi, Basra’da inşaatı süren Büyük Fav limanından başlayıp Divaniye, Necef, Kerbela, Bağdat ve Musul’dan geçerek Türkiye üzerinden Ceyhan Limanı aracılığıyla deniz yolu veya İstanbul üzerinden kara yoluyla Avrupa’ya uzanıyor. Koridor, Körfez’den Avrupa’ya geniş bir bölgeyi etkileyecek.
Projenin karşılaştığı en önemli engellerden biri, Irak'ta güvenlik durumunun iyileşmemiş olmasıdır. PKK gibi terör örgütlerinin Musul, Kerkük, Sincar, Mahmur gibi bölgelerdeki faaliyetleri, güvenlik riskleri oluşturmaktadır. Son ziyarette, PKK'nın Irak'ta "yasaklı örgüt" olarak tanımlanması ve Irak'ın bu konuda Türkiye ile iş birliği yapma iradesi, örgütün söz konusu güvenlik risklerinin bertaraf edilmesini amaçlıyor. Tasfiyenin, ABD tarafından var edilip korunan Suriye’deki PYD kontrolündeki bölgeye yapılması kuvvetle muhtemeldir. Böylece Kandil’deki İngiltere yörüngesinde hareket eden PKK kanadının, Türkiye’nin muhtemel operasyonlarıyla Suriye PKK’sına doğru itilerek ABD kontrolüne girmesi sağlanacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son günlerde sıklıkla dile getirdiği; _“Irak sınırlarımızı güven altına alacak çemberi tamamlamak üzereyiz. Bu yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız.” şeklindeki açıklamaları, ABD-Türkiye-Irak hattında bu konuda bir iş birliği ve hazırlığın olduğunu göstermektedir. Hatta bu operasyon sadece Irak’ın kuzeyindeki dağlık alanlarla sınırlı kalmayıp Sincar ve Mahmur’daki kamplara darbeler vurulması şeklinde genişleyebilir. Ki bu son seçim yenilgisiyle ciddi itibar kaybına uğrayan Erdoğan ve partisi için bir nevi can suyu olacaktır.
Su meselesi
Irak’ın bu durumdan kazancı ise çökmüş durumdaki ekonomisine bir nebze olsun hayat vermek, istikrar ve güvenliğin zeminini hazırlamak ve hayati önemdeki su ihtiyacının Türkiye’nin Dicle ve Fırat suyunu paylaşması suretiyle karşılamaktır. Nitekim 2022 Mayıs ayında Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih, Savunma Bakanı Cuma İnad ve Su Kaynakları Bakanı Mehdi Reşid el-Hamdani ile yaptığı iki ayrı toplantıda, ülkenin halihazırda karşılaştığı ve gelecekte de karşılaşması muhtemel iki önemli sorunu olan terör ve su konusunu ele aldı.
On yıllardır karmaşık bir mesele olarak kalan su sorunu, yeraltı sularını bile etkilemeye başlayan çölleşme ve kuraklıkla birlikte önem kazanmıştı. Su Kaynakları Bakanı Mehdi Reşid el-Hamdani yaptığı açıklamada, Irak ile suyu paylaşacağını söyleyen Türkiye’ye teşekkür ederken, nehir ve vadi sularını kesen ve kurutmaya çalışan İran’ı sert bir dille hedef almıştı. Irak uzun zamandır Türkiye'nin barajlarının Fırat ve Dicle'den gelen su akışını engellediğini ve su kıtlığı yaşadığından dert yanıyordu. Yani ilişkiler bugünkü noktaya gelene kadar Türkiye’nin Irak'a karşı su kartını kullandığını söylemek, yanlış olmaz.
Nihayetinde ABD, işgal sonrası “ölü bir ceset” gibi İran'ın önüne attığı Irak'ı, şimdi Türkiye'ye yakınlaştırıyor. Gerçekleşmesi uzun yıllar alacak olsa da Kalkınma Yolu Projesi, iki ülkeyi ortak hedefler konusunda birbirine yakınlaştıracak ve terör ve İngiliz etkisi gibi parazit unsurların süreç içerisinde halledilmesine yardımcı olacaktır. Böylece ABD, Joe Biden’ın geçen yıl G20 zirvesinde ilan ettiği “Hindistan Avrupa Ekonomik Koridoru”nun yanında Çin’in Kuşak-Yol Projesine darbe vuracak ikinci bir projeyi daha hayata geçirmiş olacaktır.
Erdoğan’ın Erbil ziyareti
Geçen yıl uluslararası tahkim mahkemesi, Türkiye aleyhine 1,5 milyar dolarlık bir ceza verdi. Gerekçesi, Türkiye'nin merkezi hükümetin onayını almadan Kürt bölgesiyle doğrudan bağlantı yoluyla petrol ihraç etmesiydi. Geçen yıl Mart ayından bu yana Irak'tan Türkiye'ye petrol akışı kesildi. Türkiye, su akışını artırmak karşılığında para cezasından vazgeçilmesini ve petrol akışının yeniden sağlanmasını istiyor ki şu anda bunun hazırlıkları tamamlanmak üzere.
Tahkim mahkemesinin aldığı bu karar, petrolden gelir sağlayan Kuzey Irak yönetimini ekonomik kayba uğrattı. Bundan daha önemlisi, Irak Anayasa Mahkemesinin Neçirvan Barzani yönetimindeki KDP aleyhine aldığı karardır.
Bu kararlar arasında; IKBY'deki memur maaşlarının Irak bankalarında açılacak hesaplara yatırılması, Bağdat hükûmetinin IKBY'ye "borç para verme" yetkisinin elinden alınması, IKBY’nin tüm petrol ile petrol dışı gelirlerinin merkezî hükûmete teslim edilmesi gerektiği ve IKBY’de yapılacak bütün seçimlerin Bağdat merkezî hükûmetine bağlı Bağımsız Yüksek Seçim Komiserliği tarafından sevk ve idare edilmesi bulunmaktadır. KDP bu sebeple seçimleri boykot kararı aldı.
Görünen o ki, Erdoğan’ın Erbil ziyareti de Baba Molla Mustafa Barzani döneminden beri İngiltere yörüngesinde hareket eden ve şu an siyasi ve ekonomik olarak başı sıkışmış haldeki KDP yönetimini baskılamak, dahası Türkiye-Irak ilişkileri temelinde gelişen ABD siyasetine IKBY’i entegre etmeyi amaçlamaktadır. Güç dinamiklerine bakıldığında; Barzani’nin Erdoğan’ın bu yaklaşımına olumlu yanıt vermesi kuvvetle muhtemel görünüyor. Zira Türkiye ve Irak ile birlikte Avrupa Birliği ve bölge ülkeleri ABD’nin küresel siyaset stratejisinin arkasında hizalanmış durumda. Erdoğan’ın ziyareti öncesinde Erbil Uluslararası Havalimanı’nın Türkiye, Irak ve Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin (IKBY) bayrakları ile donatılması ve birçok caddede billboardlara İngilizce "Hoş geldin Başkan Erdoğan" yazılı afişlerin asılması, Barzani yönetiminin bu gerçekliği kabullenmesinin bir ön işareti sayılabilir.
Dolayısıyla Türkiye-Irak arasında “tarihî” addedilen yakınlaşma bağlamındaki gelişmelerden açığa çıkmaktadır ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyaretinin motivasyonu, ABD’nin küresel planlarını hayata geçirmeye yardımcı olmaktır.
Ancak sömürgeci kafir ABD her ne kadar rejimler üzerinden çıkarlarını gerçekleştiriyor olsa da asıl oyuncu olan İslam ümmetini hiçbir zaman devre dışı bırakamayacak ve teslim alamayacaktır. “Yahudi varlığı ile normalleşme ihaneti”ni, sarsıcı bir darbeyle akamete uğratan Aksa Tufanı, bunun en son örneğidir. Aksa Tufanı bitse bile İslam akidesinin mukavemet ve liderlik ruhuyla başka nice tufanlar başlayacaktır. Gerçek yakınlaşma ve normalleşme ise Râşidî Hilâfet Devletinin kurulmasıyla olacaktır. Ve sonunda terör devletlerinin kovulmasıyla İslam beldeleri eski izzet ve istikrarına kavuşacaktır. Allah’ın izniyle o günler, uzak değildir.