
Küresel ekonomik üretimin yüzde 85'ini, dünya ticaretinin ise yüzde 75'ini elinde tutan G-20 ülkeleri, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin dönem başkanlığında ve “dayanışma, eşitlik, sürdürülebilirlik” teması altında 2025 yılı 20. geleneksel toplantılarını gerçekleştirdiler. Küresel üretim ve ticaret oranları açısından, dünya nüfusunun üçte ikisini kapsayan G-20 ülkelerinin sahip olduğu ekonomi hacminin nüfusa oranı normal gibi gözükse de madalyonun öbür yüzünde durum farklıdır.
Şöyle ki: Şu an “G-8 ülkeleri” olarak adlandırılan ABD, Japonya, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Kanada ve 1997 yılında birliğe dâhil edilen Rusya, dünya ekonomisinde %40-45 arasında bir paya sahiptirler. Bu oran geçmişte %50'nin üzerinde iken, Çin, Hindistan ve diğer yükselen ekonomilerin büyümesiyle azalmıştır. G-8 ülkelerinin dünya ekonomisi üzerinde sahip oldukları büyük paya oranla, dünya nüfusundaki payları ise yalnızca %12’dir. Dolayısıyla dünya servetlerinin yarısı, neredeyse dünya nüfusunun sekizde birinin elindedir. Bu çerçeveden bakınca bu yılki zirvenin “dayanışma, eşitlik, sürdürülebilirlik” teması altında toplanması daha büyük bir anlam ifade etmektedir(!)…
G-8 ülkeleri dışında G-20 içerisinde yer alan diğer ülkeler, aslında gelişmekte olan ekonomiler olarak kabul edilmektedir. Çin ekonomisi dışında kalan bütün ekonomiler, Amerika’nın öncülüğünde bu 8 ülkenin kontrolü altındadır. Amerika’nın kontrol dışında gelişen Çin’i sınırlandırma ve ekonomisini kontrol altında tutma mücadele ve planları devam etmektedir. Bu yüzden diğer bölgelerdeki küresel nüfuzu konusunda istikrar sağlayıp, bütün enerjisini Doğu Asya-Pasifik bölgesine yönlendirmek niyetindedir.
Diğer büyük nüfus ve gelişen ekonomi statüsündeki Hindistan ise Amerika’nın siyasi nüfuzu altındadır. Dolayısıyla Hindistan’ın ekonomisi de Amerika’nın kontrolü altında olduğu gibi aynı zamanda Amerikan şirketlerinin alternatif yatırım bölgesi olarak da önemli bir yere sahiptir. Zira 2025 verilerine göre son beş yılda, Hindistan’da milyar doların üstünde sermayeye sahip 348 Amerikan şirketinin şu ana kadar 52 milyar dolarlık bir yatırımı söz konusudur. Bu yatırım miktarı hızla artarak devam etmektedir.
Farklı farklı temalarla her yıl düzenli olarak yapılan bu toplantıların Müslümanların ve insanlığın refahı açısından en ufak bir faydaları yoktur. Bu zamana kadar bunun aksini gösteren bir gelişme olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. Şayet olmuş olsaydı, bundan önceki bütün toplantılarda genel tema olan “yoksullukla mücadele” konusunda devasa sermayeye sahip bu ülkeler şu anda dünya üzerinde yoksul bırakmamış olurlardı. Oysa dünya üzerinde yoksulluk, bu toplantıların sayısının artmasıyla birlikte her geçen yıl katlanarak artmaya devam etmektedir. Zira yoksullukla mücadele, dayanışma, fırsat eşitliği, sürdürülebilirlik vb. maskeleri altında yapılan bu toplantıların, sömürgeci küresel güçlerin dünya servetleri üzerindeki yağmalamadan kendilerine düşecek payları artırma ve diğer ülkeleri bu planları doğrultusunda kullanma faaliyetlerinden başka bir anlamı yoktur. Bir başka ifadeyle bu toplantılar, dünya ekonomisi üzerinde sahip oldukları pay ve etki üzerinden birbirlerine sınırlarını gösterme, yerlerini ve hadlerini bildirme toplantılarıdır.
Bugün bu topluluk içerisinde yer alan Türkiye ve Suudi Arabistan’la birlikte Afrika birliği içerisinde bulunan halkı Müslüman olan ülkeler, bu çarkın figüranlarıdır. Bu ülkeler, başta Amerika olmak üzere diğer sömürgeci ülkelerin ekonomilerini düzeltmek, Ümmetin servetlerden onların servetlerine pay aktarmak ve kendi halklarını onların zenginlerinin refahı için zillete sürüklemekten başka herhangi bir görev, yetki ya da ayrıcalığa sahip değildirler.
Amerika’da Trump göreve geldikten sonra aleni olarak gerçekleşen ticari ilişkiler hem Türkiye hem de Suudi Arabistan’ın, ekonomisi batmanın eşiğinde olan Amerika’nın ekonomisini kurtarmak için harekete geçtiklerini göstermektedir. Türkiye’nin; Eylül ayında gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Amerika ile yapılan görüşmeler sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, "Değerli dostum Başkan Trump'la 2019 yılında belirlediğimiz 100 milyar dolarlık ticaret hacmi müşterek hedefimiz olmayı sürdürüyor." sözü ve yapılan anlaşmalar bu istikamette kararlılıkla ilerlediğini gösteriyor.
“Meşruiyet ve iktidarın devamlılığı” karşılığında yıllık 2 milyar dolarlık sıvılaştırılmış LNG alımı ve Boeing firmasını 225 adet uçak alarak kurtarma gibi ilave kalemler şu anda devreye girmiş durumda. Kamuoyundan gelen tepkiler karşısında, Amerika’nın istediği nadir toprak elementleri konusunun da şu an üzeri örtülmüş bir konu olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu ithalat kalemlerinin ilavesiyle geçen yıl 16.2 milyar dolar olan Amerika’dan ithalatın, 2026 yılında 26 milyar doları aşacağı öngörülüyor.
“Trump’ın prensi” Selman ise; geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Amerika ziyaretinde, Trump’ın Mayıs ayındaki Körfez turu sırasında yapmış olduğu yaklaşık 4 trilyon dolarlık ticaret anlaşmaları sırasında verdiği 600 milyar dolarlık yatırım sözünü, bir trilyon dolara çıkardı. Anlaşılan Veliaht Prens, Trump’ın 2018 yılındaki; "Suudi Arabistan'ı biz koruyoruz. Zengin olduklarını söyleyebilirsiniz. Kral Salman'ı seviyorum. Ama krala, 'Sizi biz koruyoruz. Biz olmadan orada iki hafta bile kalamazsınız. Bundan dolayı askeri harcamalar için para ödemek zorundasınız.' dedim." sözlerini unutmamış, kral olup Amerika’nın desteği ile uzun yıllar tahta kalmak istiyor ve bunun için ümmetin servetlerini Amerika’nın ekonomik refahı için cömertçe peşkeş çekiyor.
Toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan bazı açıklamalarda bulundu. Açıklamalarında, bütün konuşmalarında artık gelenek haline geldiği üzere Filistin ve Gazze konusuna da vurgu yaparak: “Sağlanan ateşkesin devamında iki devletli kalıcı çözümün hayata geçirilmesi gerekiyor. 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kuruluna kadar küresel barış sağlanamaz. Mazlum Filistin halkıyla birlikte tüm insanlığın barışı huzuru için bu konudaki ilkeli duruşumuzu muhafaza edeceğiz. Gazze'deki soykırımın sorumlusu Netanyahu'dur, İsrail'dir.” ifadelerini kullandı.
Ancak bütün İslam dünyası artık biliyor ki; uygulatmayı bile başaramadıkları ya da başarmak istemedikleri ateşkes, Gazze soykırımının dünya gündeminden düşürülmesi ve özellikle Batı halklarından soykırıma gelen tepkilerin durdurulması için yapılmıştır. Orada batağa saplanmış Yahudi varlığı ve arkasındaki Batılı güçleri kurtarmak için tertiplenmiştir. Sahada kıramadıkları mübarek direnişi, masada işbirlikçi yönetimlerin desteğiyle kırmak için yapılmış bir anlaşmadır. Şu anda Müslümanların hala katledildiği Gazze’nin, manda yönetimi üzerinden aşamalı olarak Yahudi varlığının yönetimine teslim edileceğinin artık bütün dünya farkındadır.
Üstelik yeni nesil “manda yönetimi” olan Trump planının BM Güvenlik Konseyi’nde kabulünden, mevcut vaka itibariyle Gazze ve Batı Şeria’nın içine düşürüldüğü durumdan ve bu zamana kadar Gazze ve Ümmet için yaptıkları ve yapmadıkları nedeniyle Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın gazabına aday hale gelen yönetim ve yöneticilerin açıklamaları her zaman olduğu gibi yine laf-ı güzaftır.




