
Geçen hafta Hıristiyanların dinî lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo'nun Türkiye'yi ziyareti çok konuşuldu, tartışıldı. Semboller ve vücut dili üzerinden yorum yapmakta pek mahir ülkemiz medyası, aslı -belki de- bilerek ıskalayıp dikkatleri tali konulara çekmeyi başardı.
İznik Konsili’nin tarihî önemi öne çıkarılarak verilen siyasi ve üstü örtülü mesajlar sumen altı edilmek istense de gerçekler akıl sahiplerine ayandır.
Özellikle belirtmekte bir sakınca görmediğim için üzerine basarak vurguluyorum bu sıfatı; “Haçlı İttifakı'nın ruhani lideri” Papa, 1700 yıl önce kilisede henüz hiçbir ayrışma yaşanmadan toplanan İznik Konsili'ni anmak, birlik ve beraberlik mesajı vermek için selefi Papa Françesko'nun da vasiyetini de yerine getireceğini ileri sürerek Türkiye'ye ayak bastı.
1700 yıl önce, Roma İmparatoru Konstantin döneminde, 325 yılında burada düzenlenen İznik Konsili, kilise tarihinin en belirleyici dönüm noktalarından biri olarak kabul ediliyor. Bu büyük toplantı, bugünkü Hıristiyan inancının temelini şekillendirdi. Aslı tahrif edilmiş ve yerine onlarca sahte “İncil”in yazıldığı yıllardı. Kimi tarihçiler, İznik Konsili'nde 54 İncil'den 50'sinin elendiğini ileri sürüyor. Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelendiği kitapların da burada elenmek için toplandığı rivayet edilir.
Hıristiyanlar hâlâ İznik'te yaklaşık 200 piskoposun aklından uydurarak kaleme aldığı inanç esaslarına inanıyor, bunları okuyarak dua ediyor.
Konsil’in toplandığı dönemde Hıristiyanlarda büyük ölçüde "inanç birliği" vardı. Kiliseler arasındaki ayrışmalar, daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkmaya başladı.
Hem Batı Roma'nın hem Bizans'ın siyasi tek hâkimi olan Konstantin'in çağrısıyla yapılan bu konsilde, iki temel konuya açıklık getirdi:
İlki, uzun süren tartışmaların ardından Paskalya Yortusu'nun ortak bir tarihte kutlanmasıydı. Böylece en önemli Hıristiyan bayramı, tüm dünyada aynı gün kutlanmaya başladı.
İkinci başlık, İsa Aleyhi’s Selam’ın kimliğine dair anlayışın akıllarınca netleştirilmesiydi.
İznik'te varılan sonuç şuydu: Mesih'e "Tanrı" denebilecekti; hem de Hıristiyanların "Baba Tanrı" için kullandıkları manada… Bu yorum, bugün hemen hemen tüm Hıristiyan geleneklerinde geçerliliğini koruyor. İnanç metninde -hâşâ- İsa Peygamber için; "gerçek Tanrı'dan gerçek Tanrı, doğurulmuş, yaratılmamış, Baba ile aynı özden" ifadeleri yer alıyor. Yani Allah'a en büyük iftiralardan biri olan "Baba-Oğul-Kutsal Ruh" üçlemesinin resmen kabul edilmesi de tarihi açıdan büyük önem taşıyor.
Oysa Allah Subhanehu'nun indirdiği ve tahrif olmadan kıyamete kadar saklanacağını taahhüt ettiği Kur'an-ı Kerim'deki şu ayetler, iftira konsilini yerle bir ediyor:
“O doğurmamış ve doğmamıştır.” [İhlas Suresi 3]
“Allah’ın çocuk edinmesi olur şey değildir.” [Meryem Suresi 35]
“Hiçbir şey onun misli gibi değildir.” [Şura Suresi 11]
Şimdi siyasi hedeflere bir göz atalım...
Papa 14. Leo, Mayıs ayında İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ruhanî lideri Bartholomeos ile Roma'daki göreve başlama töreni sonrasında bir araya gelmişti. Papa, Türkiye'ye yapacağı üç günlük ziyarette Bartholomeos ile görüşmeler gerçekleştirdi. Hatırlayacağınız üzere ABD Başkanı Donald Trump göreve başlayınca, Bartholomeos, Türkiye'yi Beyaz Saray'a giderek şikâyet etmişti ve şöyle demişti:
“Bizi ilgilendiren konuları, Ekümenik Patrikhane'yi, Türkiye'de kalan az sayıdaki Hıristiyan'ı, zorlukları, zulümleri konuştuk.”
Bu açıklamalar ve girişimler, Rum Patrikhanesi’ne yeni bir rol verildiğini ve bunun için adımlar atıldığını ortaya koyuyor.
Birlik Mesajı Var Ama Rus Kilisesi Yok
Papa 14. Leo'nun armasındaki "In illo uno unum" (O bir olanda biz biriz) ifadesinin, Papa'nın Hıristiyan birliğine ve Mesih inancındaki ortak temele verdiği önemi gösterdiği ileri sürülüyor. Papa, İznik Konsili'nin toplandığı yerde de bunları vurguladı.
Ancak Papa 14. Leo ile Bartholomeos'un İznik'teki buluşmasına ve diğer kilise temsilcilerinin katılımına yönelik olumlu değerlendirmelere rağmen önemli bir eksik dikkat çekiyor. Yıllardır hem Vatikan'ın hem de Rum Patrikhanesi'nin, Rus Ortodoks Kilisesi ile diyaloğu kopmuş durumda ve Rus Kilisesi İznik’teki anma törenine katılmadı.
2018'de Patrik Bartholomeos'un Ukrayna Kilisesi'ne "özerklik" vermesinin ardından Rus Ortodoks Kilisesi ile Rum Patrikhanesi arasındaki çalkantılı ilişkiler daha da gerilmişti.
Moskova Patriği Kirill'in, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşı defalarca kutsaması ve desteklemesi, bunun en büyük sebeplerinden biri.
Bu gelişmeler, kiliselerin siyasetle iç içe olduğunu ve devletlerin kontrolünde siyasi hedefler için kullanıldıklarını ortaya koyuyor. “Din ve devlet işleri ayrı” ilkesi, kapitalizmin kutsalı menfaat söz konusu olunca çiğneniyor. Kiliseler, bağlı oldukları siyasi gücün savaşını kutsayabiliyor, karşı tarafı dinî yönden “gayrimeşru” olarak niteleyip siyasete eklemlenebiliyor.
Yani Papa'nın güncel birlik çağrısının, inanç esaslı olmaktan daha çok NATO ile paralel, Rusya'ya karşı atılmış bir adım olduğu göze çarpıyor.
Ekümenik bir Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin güçlendirilmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasıyla yetiştirilecek din adamları üzerinden bu mezhebi Batı’nın kanatları altında tutma; Rus Ortodoks Kilisesi’ni ise yalnızlaştırarak etkisizleştirme ve ötekileştirme çabasının yürütüldüğü gözlemleniyor.
İznik'te Patrik Bartholomeos'un, "Aradan geçen bunca yüzyıla ve bunların getirdiği tüm çalkantılara, zorluklara ve bölünmelere rağmen, bu kutsal anmaya ortak bir saygı ve ortak bir umut duygusuyla yaklaşıyoruz. İznik inancının coşkusunu yüreğimizde hissederek, Hıristiyan birliği yolunda ilerleyelim." çağrısında bulunması da bu girişime yönelik birlik çağrısı…
Rum Patrikhanesi’ne biçilen ekümenik rol karşısında Ankara'nın hem ABD Başkanı Trump hem de ilk ABD'li Papa'ya hayır diyebileceği olasılığı, yaşanan Papaz Brunson vakasında olduğu gibi pek mümkün gözükmüyor.
Kaldı ki büyük ve şaşalı bir karşılama töreni ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in Medine'deki Ensar tarafından karşılanırken söylenen "Taleal bedru aleynâ" ilahisini, garip giysili koro ve acayip hareketlerle onlara eşlik eden saz ekibinin seslendirişi ile Papa'nın misafir edilmesi, işlerin çoktan yoluna koyulduğunu ve verilen önemi ortaya koyuyor.
Bu buluşmada Erdoğan, "Papa'nın Türkiye'yi ziyareti ortak değerlerimize dikkat çeken anlamlı bir vesiledir." ifadelerini kullanıyor ve 2002 yılından bu yana çok sayıda kilisenin restorasyonunu tamamladıklarını ifade ederek icraatlarını sıralıyor.
Erdoğan, Batı'daki İslâm düşmanlığına atıfla, "Türkiye olarak uzun süredir bu tehdit ve tehlikeye dikkat çekiyoruz. Katolik Kilisesi'nin ikinci Vatikan Konsili sonrasında diğer dinlerin mensuplarıyla iyi ilişkiler geliştirme anlayışını önemsiyoruz." ifadelerini kullanarak "dinlerarası diyaloğa" da işaret ediyor.
14. Leo da Erdoğan’a, "Türkiye'nin adil ve kalıcı bir barışa hizmet ederek halklar arasında bir istikrar ve yakınlaşma kaynağı olmasını dilerim." temennisinde bulunarak karşılık veriyor.
Papa'nın İznik'teki konuşmasında, "Bugün, şiddet ve çatışmaların pençesindeki tüm insanlık uzlaşma için feryat ediyor." cümlesindeki “uzlaşma” ifadesi dikkat çekici.
Devamında, "Dinin savaşı, şiddeti veya herhangi bir köktencilik ya da fanatizm biçimini meşrulaştırmak için kullanılmasını şiddetle reddetmeliyiz." ifadesi de ikinci flaş olarak göze çarpıyor.
Seçilen “uzlaşma” kelimesinin alelâde bir kelime olduğunu düşünmüyorum. Özellikle seçilmiş bu kelime ile Avrupa’da Kilise ile filozofların bir uzlaşısı sonucu ortaya çıkan kapitalizmin resmî akidesi “laikliğe” vurgu olduğu açık. Devamında “dinin savaşı, köktencilik” ifadeleri, sömürgeci Batı’nın İslâm’ı eleştirirken kullandığı basma kalıp ifadelerden. Batı’da “cihat” ve “İslâm nizamına bağlılık”, bu kelimelerle ifade ediliyor.
Sonuç
Papa 14. Leo ve Patrik Bartholomeos’un yanı sıra başka Hıristiyan liderlerin de buluştuğu İznik’te birlik mesajları verilse de bunların İslâm’a düşmanlık ya da geçici menfaatler dışında gönülden bir birliktelik kuramayacakları açıktır. İlk İznik Konsili’nden sonra yaşanan mezhepsel bölünmeler ve Avrupa’da “30 Yıl Savaşları” olarak bilinen Mezhep Savaşları’nda milyonlarca Hristiyan’ın katledilmesi bunun en açık delillerindendir. Biz onları toplu sansak da onların kalplerinin dağınık olduğunu Rabbimiz Kur’an ile bize haber vermektedir.
Bu bir siyasi ziyaretti ve “dinlerarası NATO” ile hem kısa vadede Rusya’ya hem de kıyamete kadar İslâm nizamına karşı bir meydan okumaydı. Papa’nın bahsettiği “uzlaşma”, dinlerarası diyaloğu sürdüren liderlere İslâm’ı Batı’nın istediği kıvama getirme çağrısıdır. Bir zamanlar Fetullah Gülen’in de taşeronluğunu üstlendiği bu çalışma, Papa’nın “köktencilik ya da fanatizm” ifadesiyle kastettiği İslâm nizamına yönelik savaşın üzerini örten ve onun sinsice sürdürülmesini sağlayan şifreli sözcüklerdir.
Sözde kurallara dayalı, gerçekte ise orman kanunlarının geçerli olduğu “modern” Batı’nın dayattığı uluslararası sistemin bekasına yönelik en büyük tehdit; ruhani akidesinin yanında siyasi akidesi de bulunan İslâm ve onun nizamıdır. Bu nizamın, yeniden bir devletin bünyesinde hayat bulmasıyla Müslümanları birleştireceği ve sömürgecilerin keyiflerince döndürdüğü laik kapitalist düzenin tekerine çomak sokacağı da herkesin malumudur.
Laik kapitalist nizamı koruyup kollayan NATO, elbette İslâm nizamını en büyük tehdit olarak görüyor. “Dinlerarası diyalog” süslü bir söz. Bu sözün isabet ettiği karşılık “Dinlerarası NATO”dur. Dinlerin, NATO’nun istediği kalıba sokulması ve İslâm’ın sömürge düzenine tehdit olmaktan çıkarılmasıdır.
Son olarak aşağıda paylaşacağım vaka, “dinlerarası diyalog projesini” dillerinden düşürmeyen “Papa”ların gerçek fikrini, hedefini ortaya koyuyor:
Papa 16. Benedictus, 2006 yılının Eylül ayında yaptığı bir konuşmada, İslâm’ı açık bir şekilde eleştirirken, sözlerin kendisine ait olmadığını belirttikten sonra Bizans İmparatoru II. Manuil’in aşağıdaki ifadelerini dinleyicilere okudu:
“Bana Muhammed’in hangi yenilikler getirdiğini gösterin; orada hep şeytani ve insanlık dışı şeyler bulacaksınız. Örneğin dini kılıç zoruyla yayması gibi.”
O sıralar Başbakan olan Erdoğan, Papa 16. Benedictus’un sözleri hakkında şunları söylemişti:
“Papa’nın yapmış olduğu açıklamaları bir din adamı olarak, aynı zamanda bir din devletinin başkanı olarak değerlendirmek durumundayım. Dünyada ‘dinler arası diyalog’un, ‘medeniyetler arası diyalog’un başlatıldığı böyle bir dönemde; anlamı barış olan İslâm dinine ve onun sevgili Peygamberi’ne karşı yapmış olduğu değerlendirme yanlıştır. Çok ciddi bir talihsizliktir. Bunu tabii bizlerin kabul etmesi mümkün değil, İslâm dünyasının bunu kabullenmesi mümkün değil… Zaten şu anda da bir din devletinin reisi —lideri, başkanı her neyse— temenni ederiz ki yapmış olduğu yanlışı düzeltir ve medeniyetler arası diyaloğun, dinler arası diyaloğun gelişmesi noktasında oraya bir gölge düşürmemiş olur. Biz yolumuza yine aynı şekilde devam edeceğiz. Zira kişilerin bu açıklamaları bizim bu yoldaki kararlılığımızı değiştirmeyecektir. Fakat yapmış olduğu yanlış, talihsiz açıklamalardan da geri adım atması ve İslâm dünyasından da özür dilemesi şarttır.”
Ancak Papa, -kerhen- üzgün olduğunu söylese de özür dilemedi.
Papa’nın özür dilememesinin, Kasım ayındaki ziyareti etkileyip etkilemeyeceğine ilişkin soruya ise Erdoğan, “Bilemiyorum.” diye yanıt verdi.
Ve 2006 yılının Kasım ayında Papa, bunca hakarete rağmen Türkiye'ye ayak basabildi ve hiçbir engelle karşılaşmadı.
Çünkü "medeniyetler arası diyalog, dinler arası diyalog" gelişmeli, büyümeli(!)...




