Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısının ardından yaptığı konuşmada üstü örtülü olarak, Türkiye A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın üzerinden başlayan tartışmalara ve toplu taşıma araçlarında Müslüman kadınların tesettürüne yönelik saldırılara değindi.
Erdoğan, 4 saat süren toplantının ardından konuşmasında, “Herkes, tüm bireylerin var olma, yaşama, kendini ifade etme hakkına, oy tercihlerine saygı göstermek mecburiyetindedir!” açıklamasında bulundu.
“Mesele siyasi ve ekonomik manipülasyonları aşan, insanlarımızın günlük hayattaki hak ve özgürlüklerini hedef alan nobranlıklara varmıştır!” diyen Erdoğan, “Otobüslerde, yollarda, metrolarda insanlarımızı taciz noktasına varan küstahlıklarla karşılaşmaya başladık!” dedi.
Kültür, sanat ve spor gibi alanları bozgunluk aracı haline getirenler olduğunu söyleyen Erdoğan, “Bu ülkeyi bir avuç azınlığın malı gören müstekbirlerin devri çoktan kapanmıştır. Kibir kuleleri beyhude uğraş içindedir. Herkes tüm bireylerin var olma, yaşama, kendini ifade etme hakkına, oy tercihlerine saygı göstermek mecburiyetindedir. Sırf yabancı, başka dil konuşuyor diye, başını örtüyor, çarşaflı, başörtülü, sakallı, takkeli kişilere laf atmak asla kabul edeceğimiz davranış değildir!” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söylemlerini, demokrasinin insana verdiği şahsi hürriyetlerin gözetilmesi gerektiği yönündeki telkinler olarak yorumlamak doğru olacaktır. Zira, bir taraftan tesettürlü Müslüman bacılarımıza saldıran laik Kemalist zihniyetin tezahürlerine tepki gösterirken diğer taraftan laik, Kemalist, demokratik görüşlerin her türlüsüne; çıplaklığa, arsızlığa, hayâsızlığa ve özelde LGBT bireylere kucak açmaktadır. Tam bir merkez parti.
Bu söylemler, “Bizler demokrasiyi sizler üzerine tatbik ediyoruz. Halk olarak sizlerden de demokratik değerlere saygı duymanızı bekliyoruz. Oy kullandığınız yani demokratik sistemi meşru gördüğünüz sürece hiçbiriniz ile derdimiz yok.” demekten başka bir şey değildir. Bu söylemler, Batılı bir yöneticinin ağzından dökülebilecek söylemler kapsamındadır. Hatta oy kullanmasa bile sisteme karşı olmadığı müddetçe yine de sistem için problem yoktur. Batı’da oy kullanma oranları, Türkiye’ye kıyasen çok düşüktür.
Müslümanları yöneten, Müslüman olduğunu iddia eden bir yöneticinin takınması gereken tavır bu değildir. Müslüman bir yöneticinin demokrasiyi tatbik etmesi haramdır. Demokratik özgürlükler sunması haramdır. İnsanlara demokratik haklarını hatırlatması, demokrasiye davet etmesi trajikomiktir ve haramdır. Yöneticiler açısından durum böyledir.
Müslümanlar açısından ise demokrasiye icabet etmek haramdır. Demokrasinin verdiği şahsi hürriyetler kapsamında çıplaklığı normalleştirmek, cinsiyetsizliği pekiştirmek, azgınlıklara göz yummak, alkolü, uyuşturucuyu ulaşılabilir kılmak devletin yaptığı cürümlerdendir. Müslüman halkın, tüm bu cürümlere karşı durması gerekmektedir. Bu cürümlerin yürütücüsünün laik, demokratik, kapitalist Türkiye Cumhuriyeti ve bu cumhuriyetin başında bulunan yöneticilerin de tüm bu cürümlerden bizzat sorumlu olduğunu görüp bu sistemi değiştirmek üzere çalışmalıdır. Değiştirmek üzere çalışmak, değişimin bir parçası olmak zorunludur. Yoksa ne yöneticiler ne de yönetilen Müslüman halk, Allah katında zor duruma düşmekten kurtulamaz.