Bütün inanç, değer ve kıymetlerin kapitalist çarkın dişlileri arasında ezilip yok edilmeye çalışılması, bu ideolojinin esasi hedefidir. Menfaatinin önünde duran tüm yapı ve kurumları kendisine düşman gören ve bunların ortadan kaldırılması için her türlü yolu ve yöntemi kendisine hak gören kapitalizmin hedefindeki kurum şimdi de “aile”.
Hayatın her alanında menfaat ve kârı maksimize etme adına bireyselleşmeyi önceleyen bu ideolojinin taşıyıcıları, aileyi bireyselleşmenin ve özgür hareket etmenin önünde engel olarak gördüklerinden bunu sosyal, siyasal, ekonomik ve psikolojik unsurlarla yıkmaya çalışmaktalar. Bu ideolojin bayraktarlığını yapan ülkeler, yıllar önce menfaatleri uğruna ülkelerinde yıktıkları aile kurumunun ne büyük toplumsal, sosyal, siyasal problemlere yol açtığının farkına vardılar. Lakin artık çok geç kaldıklarını da gayet iyi bilmekteler.
Nitekim evlenecek olanlara sağlanan teşviklerin, çocuk sahibi olmaları için verilen maddi desteklerin hiçbiri, yıktıkları kurumu tekrar canlandıramadığı gibi çöküşü de hızlandırmaktadır.
Kendi yıkımlarını geciktirme adına başta Müslümanların yaşadığı bölgelere bu yıkım projelerini ithal etme çabasına giren Avrupa, yaklaşık bir asırdır yüzünü kendilerine dönen Türkiye üzerinden bu çalışmalarına hız vermekte. Ülkeyi idare edenler de, bu yıkıma bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde çanak tutmakta maalesef.
Bakın, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldığı aile şurasında; “Nikah akdinin değersizleştirildiği, evlilik dışı ilişkilerin normal sayıldığı, boşanmanın teşvik edildiği sancılı bir süreçle karşı karşıyayız*.”* şeklinde hayret verici açıklamalarda bulundu. “Hayret verici” diyorum, çünkü aileyi yıkım projesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin mürekkebi dahi kurumamışken, çıkarılan yasa ve kanunlar ortadayken sözüm ona aileyle alakalı hassasiyet içeren açıklamanın yapılması gerçekten anlaşılırlıktan uzaktır.
Ailenin temellerini sarsan ve 2011 yılında imzalanıp 2014 yılında yürürlüğe giren; kısa adı “İstanbul Sözleşmesi”, uzun adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan bu sözleşmenin, birkaç maddesine bakılması, bunun bir yıkım projesi olduğunun görülmesi için yeterli olacağı kanaatindeyim. Bu sözleşmeyi “ilk imzalayan ülke” olmakla gurur duyan dönemin bakan ve de siyasetçilerinin, bu sözleşmeyi gerçekten fehmederek imzalayıp kabul ettiklerine inanmak istemiyorum. Böylesi bir sözleşmeyi imzalamak, ya düşük aklın ya da ihanetin ürünü olabilir.
Bakın; Madde 4/3: Taraflar, bu Sözleşme hükümlerinin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği vs… gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.
Madde 6: Taraflar, bu Sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır.
Madde12: Tarafların kadın ve erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları örf ve adetleri, gelenek ve tüm diğer uygulamaların kökünün kazınması…
Madde 12/5: Yine taraflar; kültür, gelenek, görenek, din, ya da sözde “namusun” herhangi bir şiddete gerekçe oluşturmaması…
Yukarıdaki maddelerde de görüldüğü üzere bu sözleşmede toplum, din, kültür, örf, adet, gelenek, görenek, töre, namus, edep, ahlak ve aile gibi kavramlar sıradanlaştırılmak suretiyle ayrımcılık ifadeleri olarak görülmekte.
Bu sözleşmeyle yine “Toplumsal Cinsiyet Hakkı” gibi ifsat ve sapkınlık projesini eğitimin her kademesine yerleştirilmeye çalışılmakta ve cinsel yönelimlerin yasal güvence altına alınması gibi hususlar da bu yıkım sözleşmesinin göze çarpan en belirgin maddeleri olarak karşımıza çıkmakta.
Bu sözleşmenin dışında çıkarılan yasalarla tanınan; kadına süresiz nafaka hakkı, mahkemelerde kadının beyanını esas alma, her meselede aileye dâhil olma gibi hususlar, kadın cinayetlerinde ve boşanmalarda patlama yaşanmasına sebep olmuyor mu?
Küçük yaşta evlenenlerinin çok ağır şekilde cezalandırılması -ki şuan binlerce kişi bu evliliklerden dolayı cezaevlerinde-, bunun karşısında gayri meşru birlikteliklerin adeta özendirilmesi, ailesiz toplumun kapılarını açmadı mı?
“AB istedi diye zinayı suç olmaktan çıkardık” itirafınıza rağmen bu uygulamanın hâlâ yürürlükte olması, toplumun aklıyla dalga geçmek değil midir? Kadını iş hayatının her kademesine özendirip “güçlü kadın, bağımsız kadın” safsatalarıyla kadını, aileden koparmış olmadınız mı?
Ailenin korunması ve kadına şiddetin önlenmesine yönelik 6284 Sayılı Kanun dahi Avrupa Konseyi Sözleşmesi esas alınmak suretiyle hazırlanırken bu durum, en mahrem kurum olan aileyi kimlerin ölçü ve nizamıyla şekillendirdiğinizi açık seçik ortaya koymaktadır.
Müslümanların dini, inancı, örfü ve âdetiyle hiçbir bağı olmayan tamamen ifsat, yıkım üzerine kodlanmış bu sözleşme ve anlaşmalar derhal feshedilmeli ve gerçekten ailenin daha fazla yıkıma uğramadan kurtulması isteniyorsa aileyi, toplumu, insanlığı ifsat eden demokratik düzenden vazgeçilmelidir.
وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ
“Yeryüzünün hâkimiyeti onlara geçince onlar ekini ve nesli ifsat ederler. Allah bozgunculuğu sevmez.” [Bakara 205]
Bugün, yeryüzünde hâkimiyet kuran kapitalist güçler; fert, aile, toplum, insan, can, mal, din, değer, kıymet gibi hiçbir şey bırakmayarak adeta hepsini yok etmekte. Dolayısıyla bu ifsat ve fitne düzeninden emin olmanın tek yolu, İslâm nizamının vücuda gelmesidir.
İslâm, başta aile olmak üzere insana, topluma, cemaate, dine ve değerlere gereken kıymeti verip bunları muhafaza etmeyi varlığının teminatı olarak görür. Bu dinin sadece şu hükmü bile İslâm nizamının felah, bütünlük, huzur, sekinet, paylaşma üzerine aileyi inşa etmesi yönünden yeterlidir:
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”[Rum 21]
Şimdi ülkeyi idare edenler, ya demokrasi ve kapitalizmin aileyi, insanlığı ifsat edici uygulamalarını devam ettirirler ya da aileyi, toplumu, Müslümanları ve insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak İslâm nizamına yönelirler. Hak-batıl, karanlık-aydınlık, yıkım-inşa, zulüm-adalet güneş gibi ortadadır. Tercih sizin…