Gün geçmiyor ki İslam düşmanlığına yeni bir üslup daha eklenmesin! Yüzyıllardan beri süregelen bu düşmanlıkta maalesef ki her türlü işkenceye, şiddete, işgale, tacize, tecavüze, hakarete ve saldırıya şahit olduk, olmaya da devam ediyoruz. Ama bir türlü kâfirlerin içlerindeki nefret ve kin tükenmek bilmiyor. Genlerine kadar işlemiş olan İslam düşmanlığı ateşi ile bu saldırıları arttırarak devam ettiriyorlar. Acaba onlardaki bu öfkenin kaynağı kendi toplumlarında da yayılım gösteren İslami hayat tarzının birtakım görüntüleri mi? İslam ve İslam’a dair her ne değer varsa bunların sahipsiz olduğunu gördüklerinden mi?
Art arda gelen Kur’an-ı Kerim’in yakılması haberlerinden sonra bugün yeni bir haber daha çıktı karşımıza. Danimarka’nın başkenti Kopenhag'da İran asıllı bir kadın, İran büyükelçiliği önünde Kur'an-ı Kerim'i rende ile parçaladı ardından çöpe attı. Şimdi nereden başlasam ne söylesem az kalacak ancak haberde dikkatimi çekenlerden birisi de kadının kıyafetinde yazan o yazıydı: “WOMEN LIFE FREEDOM” yani “Kadınların Yaşam Özgürlüğü” Herkesçe bilinen bir hakikat var ki İslam kadına her zaman ve her alanda değer vererek korumuştur. Herkesçe bilinen bir hakikat dedim. Çünkü bizzat özgürlüklerin temsilcilerinden olan İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde yaşayanlarda her geçen gün İslam’a meyil artmakta. Onlar da İslam’ın kadına verdiği değeri biliyorlar. Kadın, insan olması hasebiyle de, yaratılış itibariyle de, erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. Her ikisi de eşit derecede Yüce Allah’ın (svt) emir ve yasaklarına muhataptır. Erkek de kadın da, Allah'a (svt) kulluk yapmakla sorumludurlar. İslâm'da insanlık ve Allah'a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten farklı değildir. İslam’ın hükmüne göre insanların en değerlisi, “takvâda (güzel şeyler yapma ve kötülüklerden sakınma da) en üstün olanıdır.” Kurân-ı Kerim'de, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir. [Bakara, 187]
Özelde Kur’an-ı Kerim’e genelde ise İslam’a karşı yapılan saldırıların asıl nedeni İslam’ın yetim bırakılmasıdır. Maalesef ki alim olarak bilinen birtakım kişilerin ve zalim yöneticilerin elleriyle İslam bir kere değil, bin kere yetim bırakılıyor. Evlatlarının başına bir kötülük geldiği zaman onu nasıl koruyorlarsa İslam’a bir saldırı olduğu zaman da aynı itici güçle -ki o imanın itici gücü olmalıdır- O’nu da sahiplenmeliler. Ancak günümüz alim ve yöneticilerinin tepkisi geçen günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Kur’an-ı Kerim’in İsveç’te yakılmasına karşın sarfettiği şu cümlenin ötesine geçemiyor: "Bu salgını mümkün olan en şiddetli şekilde kınıyoruz.” Her zaman böyle olmuyor mu? Batı İslam’a ve onun değerlerine, İslam’a inanan Müslümanlara var gücüyle dört bir yandan saldırırken muhafazakâr olarak bilinen iktidar başta olmak üzere tüm demokrasi ve laikliğin savunucuları sadece kınamakla kalıyor. Onlar kınadıkça Batı ve onun zihniyetindeki güruh güç alıyor ve saldırılarını devam ettiriyor. Bu yüzden şairinde dediği gibi artık “Yetim kalan cümle İslam’dır.”
Hâlbuki bu Ümmet tarihinde öylesi liderliklere şahitlik etti kimbir başka ideolojinin böylesi liderleri ortaya çıkarması hiç de mümkün görünmüyor. Allah’ın (svt) hüküm ve kanunlarından uzak beşer aklıyla ortaya atılmış batıl hiçbir ideolojiden gerçek bir lider çıkmaz. Peki günümüz liderleri ümmetin gücünü bilmiyorlar da mı sessiz kalıyor dersiniz? Asla değil. Çünkü bu Ümmet canı pahasına Allah’ın dini için savaşabilecek bir Ümmet. Aksine bu Ümmet sömürgeci kâfirlerden kendi elleriyle hadlerini bildirmeye liderlik edecek Mutasımlar bekleyen bir Ümmet. Peki korktuklarından olabilir mi? Elbette ki olabilir. Beyin ölümü gerçekleşen bir hasta gibi ağrılı uyarana dahi yanıt vermiyorlar. Zira onlar, hile, desise ve göz boyamalarla gasp ettikleri bu yönetim koltuklarını, iktidarlarını, rahatlıklarını ve menfaatlerini kaybetmekten korkuyorlar. Zira İslami Ümmetin uyanışa geçtiğinin farkındalar ve olabildiğince iktidar ömürlerini uzatmanın derdindeler. Ümmetin gücü ile efendilerinin kendilerine sunduğu imkanlar arasında, Ümmete sırt dönüp yüzlerini efendilerine dönerek sahip oldukları menfaatlerin devamını seçiyorlar.
“Hâlbuki bütün izzet ve üstünlük Allah’ın, elçisinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.” [Münafikun 8]
Batılı zihniyetin yaptığı tüm bu saldırılar, ancak Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılan ve onu uygulayacak yöneticiler ile onları terkettikleri sorumlulukları bakımından hesaba çekebilecek Allah’tan gereği gibi korkan alimler durdurulabilir. Bu yalnızca bir grup Müslümanın ses çıkarması ile değil, bizzat devlet ricalinin İslami duruşla, bu saldırılara imkan tanıyan ya da göz yuman devletlerin elçilerinin ülkeden kovulması gibi, atacağı fiili adımlarla son bulabilir. Bu da ancak yeniden kurulacak Raşidi Hilafet Devleti ile mümkündür. Haydi öyleyse bizler de Müslümanlar olarak tepkimizi Hilafetin yeniden kurulabilmesi için çalışarak gösterelim. Ancak o zaman Batı’yı durdurabilir, köklü bir değişime imza atabiliriz. Çünkü Türkiye ve dünya Müslümanlarının Allah’a bağlılığı ve İslami yönetim olan Hilafeti talep etmeleri, düşüncelerini İslam’la şekillendirmeleri Batı’nın korktuğu, endişe duyduğu ve engelleyemeyeceği tek gerçektir.
“Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” [Al-i İmran 118]
SÜMEYYE ŞEYMA ÖZDOĞAN