İnsanların, hayvanların ve bitkilerin yaratılışı birbirinden farklıdır. Hepsinin yaratılış gayesi ve birbirinden farklı sistemleri vardır. Bitkiler, ışığı her taraftan eşit alırlarsa düz bir şekilde büyürler. Ancak ışık tek bir taraftan geliyorsa bu durum bitkinin gelişimini de etkilemektedir.
Bitkiler, hangi taraftan ışık alıyorsa o tarafa doğru döner. Buna bitkinin bedeninde bulunan “oksin” adlı bir hormon sebep olmaktadır. Oksin, bitkinin büyüme şekli, miktarı ve yönüyle ilgili düzenlemelerde görev alan bir hormondur. Bitkinin üst kısmında üretilen bu hormon, aşağıya inerken, bitkinin ışık almayan kısmında yoğunlaşır. Böylece bitkinin karanlıkta kalan kısmı daha hızlı büyür ve bitkinin ışığa yönelmesini sağlar. Bu harika değişimi evlerimizde, balkonlarımızda veya pencere önünde duran herhangi bir bitkide görebilmek mümkündür. Güneşin bitkiler üzerindeki bu etkisi gibi fikirler de insan hayatını etkilemektedir. Güneş bitkileri büyütür, hayata yönelik doğru fikir de kendisine dönen insanları karanlıktan aydınlığa çıkarır.
Allah (svt) her canlıyı belli görev ve sorumluluklarla yaratmıştır. İnsanoğlunu ise bu yaratılanların en üstünü kılmış, diğer yaratılanları onun emrine vermiştir. İnsan ya tüm benliğiyle Rabbine yönelir ve Onun razı olacağı fikirlere tutunur ya da Rabbine arkasını döner ve batıl fikirlerin peşinde koşar. İşte insan bu batıl fikirlere sarıldığında elinde sadece hayvanlardan dahi daha aşağı olacağı bir hayattan başka bir şey olmaz. Bunu İslam öncesi cahiliye diye isimlendirilen dönemi incelediğimizde insanların bulunduğu hal ve yaşantılarından görebiliriz. Günümüz insanlarına baktığımızda ise o cahiliye döneminden daha kötü hallerde olduklarına şahit olmaktayız. “Bugün güzel bir haber duysak da kendimizi biraz iyi hissetsek” diye düşündüğümüz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Her geçen gün hayata dair ne varsa; ekonomi, hukuk, sağlık vb. hepsi daha da kötüye gidiyor. Akıl almaz olaylar duyuyor, görüyor ve yaşıyoruz. Özellikle de bugünlerdeki edepsiz ve hayâsız haberlerden ötürü insanlar hayattan gitgide soğuyor. Bu kapitalist sistem laik ve özgür olmak adına en iğrenç dönemini yaşıyor/yaşatıyor sanırım. İslam’dan uzak, insanlıktan da nasibini alamamış insan müsveddeleri her fırsatta, her olayda iğrenç ahlaklarını sergiliyor. Furkan Suresi 44. ayeti gereği nasıl olur da yaratılmışların en üstünü olan insan, hayvanlardan daha aşağı olabilir diye düşünebiliriz. Ancak ayetin ortaya çıkardığı manaya ve hakikatine bugün her uzvumuzla şahitlik etmekteyiz. Bugün toplumun geldiği noktaya bakınca ayetin ne kadar yerinde bir tasvir ortaya koyduğunu görebiliriz. Sırf ırkçılık gibi hastalıklı bir fikir yüzünden Gaziantep’te zihinsel engelli Suriyeli bir kadının yüzüne tekme atılması, Rize’de bir Afganın öldürülmesi, Antalya’da bir okulda sırf eğlence için gençlerin Kur’an-ı Kerim’i tekmelemesi, Bebek’teki hayâsızlık, Esenyurt camisindeki çocuk istismarı, Kâbe’ye yapılan saygısızlık vb. diye devam eden olaylar silsilesi insana “Biz nasıl bir zaman diliminde yaşıyoruz” dedirtiyor. Ardı arkası kesilmeyen bu olaylar, insanlardaki fikir düşüklüğünün davranışlarına yansımasıdır. Biz yaşanan ahlaksız olayları yazarken örnek vermeye utanıyoruz ama onlar bunca ahlaksızlığı yapmaya utanmıyor. Böyle bir döneme şahit olmaktan utanç duyuyoruz. Bu tür davranışlar sergileyenleri zikretmek ve onlarla insan kelimesini aynı cümlede kullanmak dahi istemiyorum. Allah (svt) şöyle buyuruyor;
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلًا۟
“Yoksa sen onların çoğunun duyduklarını veya akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler belki yolca daha sapıktırlar.” [Furkan 44]
Demokrasinin ve uzantıları olan özgürlük, laiklik gibi kavramların insanlarda oluşturduğu bu çok yönlü çöküş, kâfirlerin Müslüman Ümmet üzerindeki tuzaklarının neticeleridir. Yıllardır alt yapısını hazırladıkları kokuşmuş sistemleri şimdi onlar için meyvesini vermektedir. Yapılan bu davranışların vazgeçirici bir cezası olmadığı için, sıklıkla benzeri rezillikler gündemde yer almaktadır. Ümmetin başındaki yöneticiler ise akıl almaz bir şekilde kâfirlerle bol sohbet, muhabbetle uluslararası ilişkilerini pekiştirmektedirler. Üstelik karşılıklı temaslarında aksilikler yaşanınca da toplantı öncesi gayet dostane görüşüyoruz, toplantıda farklı konuşuyorlar diye, kâfir devlet yöneticilerinden bu Ümmete dertlenmekteler. Bu yöneticiler, kâfirlere ve onlardan gelen sisteme itibar ettikleri kadar Allah’ın (svt) hükümlerine itibar etmiyorlar. Allah’ın (svt) “Kâfirleri dost edinmeyin” diye açıkça hükmü olduğu halde onlarla ilişkilere ısrarla devam ediyorlar.
Peki, kâfirler ve onlardan gelen hükümler bu derece baş tacı edilirken Allah’ın (svt) hükümlerine ve Resul’ün (sav) sünnetine davet eden Müslümanlara karşı neden düşmanca tavırlar takınıp yüksek cezalar veriliyor? Üstelik çok komik gerekçelerle veya hiçbir gerekçe gösterilmeden haksız, adaletsiz muameleler yapılıyor. Piknik yapmaları veya konferansta konuşmacı olacak diye Müslümanlara ceza kesmek hangi hukuk kitabında yer almaktadır? Hiçbir şekilde toplum düzenini bozacak bir tavır içerisinde bulunmayan aksine toplumu daha güvenli, huzurlu ve yaşanılası hale getirilmesine teşvik edecek İslami fikirlerle insanları aydınlatmaya çalışan Hizb-ut Tahrir’li gençlere, terörist damgası vurularak sürekli bu tür muameleler uygulanması apaçık bir zulümdür. Eşim İbrahim Er ve arkadaşları İsmail Özcan, Nurettin Göksugüzel ve Sena Arat, Bursa’da aynı zulümden cezaevinde yatmaktadırlar.
Ey Müslüman yöneticiler! Lgbt denen, toplumun yapısını bozan topluluklara devlet desteği verip “Onur Yürüyüşü” yaptırırken, Hizb-ut Tahrir gibi Kur’an’a ve Sünnete uymaya davet eden partinin gençlerine neden zalimlik ediyorsunuz? Demokratik özgürlük diyerek Lgbt vb. derneklere verdiğiniz destekle sokaklar fuhuş yuvasına döndü, anadan üryan gezenlerle doldu. Çoluk-çocuk sokağa çıkarken “neyle karşılaşacağımız” endişesi içerisindeyiz. Seviyesizlikler günlük aktiviteye dönüştü. Hırsızlara, yolsuzlara, uğursuzlara uyguladığınız basit cezalarla af çıkarıp emniyetin ön kapısından alıp arka kapısından sokaklara salıyor ve sokakların güvensizliğini artırıyorken Hizb-ut Tahrir’in fikirlerini taşıyanlara düşmanca tavrınızın altında ne yatıyor? Hizb-ut Tahrirli gençlerden ne kötülük gördünüz? Hizb-ut Tahrir iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir kitledir. Sizce destek vererek önünü açtıklarınızın davet ettikleri mi onurludur, yoksa Allah’ın (svt) hükümlerine, Rasullullah’ın (sav) sünnetine davet etmek mi onurludur? Kendi vicdanınızın sesi, size gereken cevabı verecektir.
Hizb-ut Tahrir’in, insanları davet ettiği fikirler yani Allah’ın (svt) hükümleri ve Peygamberin (sav) sünneti her eve girdiğinde tıpkı bitkilerin yönünü güneşe döndüğü gibi insanlar da yüzlerini kendilerini aydınlatan, nur ve ışık saçan, dünya ve ahirette mutluluğa götürecek olan İslam güneşine döneceklerdir. O güneş etrafını öyle aydınlatacak ki gözleri kamaştıracaktır. İslam güneşi dünyaya yeniden huzuru, adaleti ve güveni getirecektir. Bizim buna inancımız tamdır.
Allah Rasülü’nün (sav) vahiy ile gönderildiğinde ona iman edenlerin, üzerlerindeki kirli cahiliye elbiselerini çıkarıp atarak İslam ile değiştirdikleri gibi bugün de İnsanlar, Allah’ın (svt) hükümlerine koşacaklardır. İşte o değişim gerçekleştiğinde sadece cam önündeki ve balkondaki bitkiler değil, bütün insanlık Allah’ın izniyle güneşli günler görecektir! Bütün bunlar sadece basit bir söylem veya hayal değil, Allah’ın kullarına vaadidir. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Allah ise, kâfirler hiçbir zaman hoşlanmasa da, nûrunu mutlaka tamamlamak istiyor.” [Tevbe 32]
Unutmayalım ki insanlar olarak güneşin sahibine arkamızı döndüğümüz vakit, ebedi karanlığa mahkûm oluruz.