Beyindeki Putları Kırma, günümüzde ilerleyen tıp ile zihninde putlar, tabular, kemikleşmiş kabullenmeler olan hastalarda en sık kullanılan tedavi yöntemidir. Lazerle kafadaki putları kırma işlemini, işlem önceliğiyle açıklayacak olursak; burundan kablo şeklinde ve önünde kamera olan bir cihaz gönderilir. Sonrasında bu cihazın önündeki kamera yardımıyla beyine kadar giden cihaz putlara sabitlenir. Sabitlenen bu cihazın içinden “lazer” diye tabir ettiğimiz diğer donanım, kablonun içinden ve önceden açılmış olan kanaldan gönderilir. Gönderilen bu lazer, sabitlendiği için sadece putlara ışınlar gönderir. Putlarda şok etkisi yaratarak putları çok ufak hale getirene kadar devam eder. Bu şekilde lazerle ufalanan putlar bir nevi kum halini alarak lazerle put kırma işlemi gerçekleşir. Bu yöntemin uygulanmasının ön şartı, bireyin idrak yollarında tıkanıklık olmaması, kişinin hasta olduğunu ve tedaviye ihtiyacı olduğunu kabul etmesidir.
Bu bir ironi!
Henüz dünyada böyle bir teknoloji, tıpta böyle bir tedavi yöntemi yok.
Ama ne var?
Peygamberlik vazifesi ile görevlendirilmiş nebilerin, rasullerin ve onların yoluna tâbi olan, iman edenlerin diğer insanlar üzerinde zihinlerdeki putları kırmakta kullandıkları yöntemler var.
Yapılan operasyon ayrıntı ve dikkat gerektiren bir operasyondur. Taburcu olduktan sonra toparlanmanız ve “yeni” hayatınıza dönmeniz çok kısa sürecektir.
Bunun uygulanmış ve başarı ile sonuçlanmış birçok örneği vardır yani bu yöntem kanıtlanmıştır.
Babası put üreticisi olan Hz. İbrahim Aleyhi’s Selam. O, puta tapanların putlarını balta ile kırmış ve baltayı putların en büyüğünün boynuna asmış, kendisine “Bu işi sen mi yaptın?” diye soranlara büyük putu işaret edip, ona sormalarını söylemişti. Tabi ki bunun mümkün olmadığını bilen putperestlere Hz. İbrahim şöyle demişti:
قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ أُفٍّ لَّكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ “O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?” Böylelikle, fizikî olarak putları kıran Hz. İbrahim, zihinlerde inşa edilen, yer edinen putları kırmayı amaçlamıştır.
Bu tevhidî duruşu sergileyen Hz. İbrahim, bu amelinden ötürü yargılanacak, cezaya çarptırılacak, ateşe atılacak, lakin ateş onu yakmayacaktır. Bu noktaya sonra yine değineceğiz.
İnsanı kendine has düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır duruma sokmak için çeşitli yollarla tesir altına alarak, insanların düşünce yapıları ile oynanıyor. Buna “beyin yıkama” da diyebiliriz.
Beyin yıkama, uzun ve kısa sürede gerçekleştirilen olmak üzere sınıflandırılabilir.
Kısa sürede gerçekleştirilen beyin yıkama: Bu, tıbbi ve psikolojik usullerin kullanıldığı beyin yıkama metodudur. Bu metodun esası, söylenenlerin ayrıntısız, kontrolsüz kabullenildiği, yorgun, uykusuz, uyuşturulmuş durumlar hazırlayarak, insanın heyecanlarını, sürekli olarak kısa kısa etkileyip onu istenileni tartışmadan yapar bir davranış içine sokmaktır. Bu metodun kurucusu Rus bilgini Pavlov’dur. Pavlov çalışmalarını şartlı refleksler üzerinde yoğunlaştırmıştır. “Refleks”, tabii bir uyarıya karşı bünyenin gösterdiği tepkidir. Ateşe yaklaştırılan elin kendiliğinden çekilmesi böyle bir reflekstir. “Şartlı refleks” ise, alışkanlığa bağlı olan ve zamanla kazanılan reflekslerdir. Pavlov deney hayvanı olarak köpekleri kullanmış. Birçok defa köpeklere zil sesinin hemen arkasından et vermiştir. Daha sonraki deneylerde et verilmediği halde zil sesiyle birlikte köpeklerin salyalarının aktığı görülmüştür. Pavlov köpeklere çeşitli şartlı refleksler kazandırmıştır.
1924 senesinde Leningrad’da büyük bir su felaketi oldu. Pavlov’un köpeklerinin bulunduğu binayı su bastı. Köpekler burunlarına kadar yükselmiş su seviyesinde günlerce kaldılar. Kurtarıldıktan sonra köpeklerin kazanmış oldukları şartlı refleksleri kaybettikleri görüldü. Pavlov’u beyin yıkama metoduna götüren bu olay oldu. Aşırı korku, heyecan, yorgunluk gibi hadiselerin kazanılmış şartlı refleksleri sildiği sonucuna ulaştı. Bundan sonraki deney araçları komünist rejim kurbanı insanlar oldu. Öyle usuller geliştirildi ki, bunlarla bir insanın akli melekeleri bozuluyor, hatıraları ve tasavvurları siliniyor, yapma bir mantıkla, başka duygulara sahip robot şahsiyet meydana getiriliyordu. Bu işte ilk şart, köpeklerde görülen ruhi çöküntü halini insanlarda meydana getirmekti. Bu, eskiden beri insanlarda görülen ve zihni çöküntü adı verilen bir haldir. Pavlov, sun’i bir zihin çöküntüsü meydana getirmek için yeni usuller geliştirdi. Bu durumu sağlamak için dört şart gerekiyordu.
1. Yorgunluk: Beyin yıkamak için yapılacak ilk iş insanı yormaktır. Bunun için uzun devreler zarfında uykusuna engel olunur. Mesela, yüzüne kuvvetli ışık tutularak hem yorulması, hem de uyumaması sağlanır. Peki, bunu kapitalist rejimler, sabahtan akşama, akşamdan sabaha insanları çalıştırarak yapıyor olabilir mi? Maalesef, rızık endişesi insanların zihninde putlaşmış durumda. Oysaki rızkı veren Allah’tır. Allah’ın dilediği rızık, dilediği kadar bize ulaşır. Biz, nafakamızı temin etmek için çalışmak farz olduğu için çalışırız. İş sonunda ya da ay sonunda elimize paranın geçip geçmeyeceği, ne kadar geçeceği, ne kadarının cebimize kalacağı, bize bağlı değildir, işverene bağlı değildir, yalnızca Allah’ın ne kadar rızık takdir ettiğine bağlıdır. Aniden, bir borç çıkar, bir hastalık çıkar, bir kaza olur masraf çıkar, maaşından bir sebeple kesinti olur bunu hepimiz yaşamışızdır. Dolayısıyla, hayatın odak noktasına rızk endişesini koymanın bir anlamı yok. Allah’ın takdirine boyun eğmek lazım.
2. Şaşkınlık: Yorgunluğun etkisiyle zihin faaliyetlerinin zayıfladığı ve çözüldüğü sırada, zavallı şahıs saatlerce süren soru yağmuruna tutulur. Zihni o kadar karıştırılır ki, hakikat ile yalan arasındaki irtibat tamamen kaybolur. Peki, bunu kapitalist rejimler, dezenformasyon yağmuruna tutarak, haberlerde, dizilerde, filmlerde insanların zihnine yükleme yaparak yapıyor olabilir mi? Tüm gün boyunca, kapitalizmin çarkları arasında öğütülmüş insanın beyni, eve gidince diziler, filmler, haber programları, yarışma programları ile işleniyor. Sonra, gerçeklikle bağlantı kopuyor. Dizilerdeki mutluluk sebeplerinin kendi hayatında olmadığını görünce hiçbir zaman mutluluğa erişemeyeceğini düşünüyor. Yada dizilerde atalarının, dedelerinin kahramanlıklarını görüyor ancak kendi çağında baştaki yöneticilerin kafirlerle dostluklar içinde olduğunu görüyor, dik durmak, yapılması gerekeni yapmak konusunda acizliğe düşüyor, düşürülüyor.
3. Devamlı acı: Vücudunda, uzun zaman işleyecek yaralar açılır. Kelepçeye veya zincire bağlanıp hareketine mani olunur. Maalesef, Müslümanların kalbine Hilâfet’in kaldırılması ile hançer vuruldu. İkinci darbe ise Filistin’in işgaliyle yaraya tuz bastı. Münafık yöneticilerin, mevcut düzenin ve ezikliğin devamının sağlanmasında ümmete yaptığı telkinler ümmetin evlatlarının zihinlerini prangaya vurmadı mı?
4. Devamlı korku: Gerilim hissi veya korku doğuracak yollara başvurulur. Bu uygulamalar sonucu, insanda bitkinlik son haddini bulur ve dimağ çözülür. Peki, sürekli gözler önüne getirilen cinayetler, tecavüzler, kavgalar, dövüşler, şiddet içerikli ögeler insanları devamlı bir korku içinde tutmuyor mu? Devletler, halklarını korku duvarları arasında tutmuyor mu?
Sonuç olarak, zihnin kontrolden çıkması aşağıdaki sonuçları doğurur:
Beden hareketlerinde yavaşlama: Kişi sevk ve gayretten mahrumdur. Ümmetin evlatlarından bazılarının durumu şu an böyle değil midir? Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi değil midir?
Hafıza dağınıklığı: Hatıraları, yorum ve muhakeme kabiliyeti, eski alışkanlıkları tamamen kaybolmuştur. Olayların sırası unutulmuştur. Hayalle hakikat arasındaki sınırlar, karanlık ve bulanık bir hal almıştır. Böyle değil midir? Ümmetin, geçmişi ile bağlantısı koparılmamış mıdır? Allah’ın hükümlerinin yeryüzünde tatbik edildiği zaman dilimi ve buna tekrardan ulaşmak, ümmete çok uzak, ulaşılması imkânsızmış gibi zerk edilmemiş midir?
Telkin edilebilme kabiliyetinin artması: İnsanın bu zayıf ve müdafaasız halinden istifade edilerek, telkin yoluyla hafızayı sahte bir şekle sokarlar. İnanılmasını istedikleri yeni fikirler, telkinde hastanın yorgun zihnine yerleştirilir. Artık beyin yıkama işlemi tamamlanmıştır. Bu şekildeki beyin yıkama metodu, komünist devletler, özellikle Rusya ve Çin tarafından kullanılmıştır. Kore Harbi’nde Çinlilerin eline esir düşen Amerikalı askerler beyinlerinin yıkanmaları sonucu; “Biz gerçekleri şimdi gördük. Emperyalistlere uşaklık ediyormuşuz. Komünizmin hedefi, dünya barışını sağlamaktır.” demişlerdir. Şimdi de, emperyalistler, kapitalistler bu prosedürü Müslümanlara uygulamaya devam ediyorlar. Belki bu fizikî olarak bir beyin yıkama değil ama genel mantalite aynı. Müslümanların saflarında bulunan beyinleri yıkanmış münafıklar -ki bunların yönetici olmaları ya da olmamaları bir şeyi değiştirmez-, Amerikan askerlerinin durumunda değiller mi? “Aslında demokrasi, laiklik kötü bir şey değilmiş. İslami beldelere barış götürmekmiş. Hatta biz ileri demokrasi isteriz.” demiyorlar mı?
Uzun sürede gerçekleştirilen beyin yıkama yöntemlerinden biri de propaganda yöntemidir.
Propaganda: İnandırma, ikna etme, aldatma, şüphe uyandırma ile fikren ve ruhen baskı yapma faaliyetidir.
Fertlerin ve cemiyetin fikirlerine, görüş, düşünce ve hislerine müspet veya menfi tesir yapmak suretiyle tatbik edilen, hassas ve özel metotlu faaliyettir.
Propagandanın hedefi, insanın fikirleri, hisleri yani ruhi dimağıdır. Beyinleri yıkanan insanlar ilk ve ortaçağdaki kölelerden daha kuvvetli bir esaret zinciri ile düşmanın esiridir. Beyni yıkanarak kendi ümmetine ve inancına düşman edilen bir bedbaht, ömrünün sonuna kadar düşmanın kölesi olduğunu anlayamaz. Çünkü yaptığının kötü olduğunu gösterecek değerler onda yıkılmıştır. Bir değerin ölçülmesi, iyi olup olmadığı ancak İslâmi ölçülere sahip olmakla ve sahip çıkmakla belli olur. Bu değerlerini kaybeden kişi, düşmanın arzularına göre hareket eder. Bu, bir köle, daha doğrusu robottur. Robot emre uyar, normal bir insan ise kendisine verilen emri, telkini, İslâmi ölçüler ve akıl süzgecinden geçirerek karar verir.
1921’de Lenin bir konuşmasında; “Bir milletin arzularını, diğer millete empoze etmesi, zamanla tamamen propaganda sayesinde gerçekleşecek ve savaş meydanlarında silah kullanılmasına lüzum kalmayacaktır. Silah yerine insan beyninin dejeneresi, zekânın sönükleştirilmesi ve milletin moral ve ruh bakımından dağılmasını temin yönüne gidilecektir.” demiştir.
Peki, zihindeki putları kırmak konusunu ele alan ve zihindeki putları kırma sürecini anlatarak başlayan bir makale neden beyin yıkama konusu ile devam etmiştir? Beyin yıkama konusunu olumsuz olarak ele aldık, ya beyin yıkamanın iyi bir şey olduğunu söylesem ne olurdu?
Bugün, Müslümanların zihinleri bir sürü kirli fikirlerle, İslâm’a aykırı görüşlerle, demokrasi gibi, laiklik gibi batıl fikirlerle kirletilmiş ise ve ben bir Müslümana tertemiz akidesini hatırlatarak, onu ona hayat verene çağırdığımda zihnindeki putları kırmış ve putlardan temizlemiş olmuyor muyum? Keşke, herkes zihnindeki batıl fikirlerden kurtulmak üzere bu şekilde beynini yıkatsa.
Zihinlerdeki putları kıralım da fizikî putları yıkmak çok zamanımızı almayacak.
Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, 23 yıl zihinlerdeki putları kırmak için çaba harcadı. Ancak Kâbe’nin içindeki 360 putu kırmak için sadece 10 dakika zaman harcadı.
He, zihinlerdeki; laiklik, demokrasi, cumhuriyet, başkanlık sistemi, medeniyetler arası ittifak, dinler arası diyalog, rızk endişesi, ölüm korkusu, zulmün karşısında sessizlik, zalim yöneticiler, yargı, kâfir devletler, onların silahları, oyunları vs. daha ne kadar put varsa bunları yıkarken başımıza bir şey gelir mi? Gelebilir, ancak Allah dilerse. Allah dilerse de, ateşe atılan İbrahim Aleyhi’s-Selam’a serin olan ateş bize de serin olur, İslam davasını taşıyan dava adamının uğrayacağı zulümler onu ancak inşaAllah cennetteki makamına layık olmasına götürecek yol, yordam, basamak, merdiven olur. Varsın zulmedenler cehennem ateşinin sıcaklığını düşünsün!