
Kapitalizm, milli geliri arttırmayı insan canından çok daha önemli görür. Bunu güncel, somut bir örnek olan “çocuk işçi” konusu ile bir kez daha anladık.
1-3 Aralık tarihlerinde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in liderliğinde “Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi” düzenlendi. Zirvede iş dünyasının önde gelen temsilcileri ve ilgili eğitim kurumlarının müdürleri yer aldı. Temel fikir: **“Ahilik Kültürü”**nü mesleki alanlarda uygulanabilir hale getirmek. Aynı zamanda “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni vizyoner bir hale getirip hayata indirmek.
Bugüne kadar ki en kapsamlı toplantı olmasına rağmen çalıştırılan çocuklardan kaç tanesinin iş kazasına kurban gittiği ve hangi zor şartlarda emek harcadığını konuşan olmadı. Bu toplantıda, tam bir kapitalist sömürü sistemine uygun olarak sadece iş verenlerin insafına terkedilmiş bir mesleki eğitim süreci pazarlandı.
Toplantının son gününde ise 17 öğrenci ve 3 öğretmenin yaşanan iş kazalarını ve çocuk işçi ölümlerini protesto ettiği için tutuklandığına şahit olduk.1 Evet, böylesi bir toplantıda konuşulması gereken ilk konu, 2024–2025 yılında “MESEM” adı altında çalıştırılan çocuklardan 85’inin iş kazalarında hayatını kaybettiği olmalıydı. Zira, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” söylemini sıkça kullananlar, bu sorunu çözmeye odaklanmalıydı.
Meğerse gündeme düşmeyen, medyada yer almayan bu tutuklanma hadisesine kadar çocuk işçi ölümlerinden haberimiz yokmuş. Bakın, 2024 yılı TÜİK verilerine göre; 15-17 yaş aralığındaki çocukların %25’i bir iş gücünde aktif olarak çalışıyor. Bu veride, resmî olarak kayıtlı çalışan çocuk sayısı, 970 bin. MESEM’de yani Meslek Edindirme Merkezi’nin desteğiyle çalıştırılan çocuk sayısı, 504 bin. Dolayısıyla 2024’te çalıştırılan toplam çocuk işçi sayısı en az 1 milyon 474 bin. Bazı raporlar da, 2025 sonu itibariyle 3,5 milyon çocuğun kayıtlı veya kayıtsız çalıştığını tespit ediyor.
Peki, “MESEM” denilen kurum, bu sürecin neresinde? Meslek ve Teknik orta öğretim kademelerinde eğitim alan bir öğrenci, haftanın 1 günü okulda eğitim alırken 4 günü bölümü ile ilgili bir iş kolunda istihdam ediliyor. Burada, öğrenciye asgari ücretin üçte biri veriliyor ve bu para, devlet kasasından çıkıyor. Buraya kadar ciddi bir sorun yok. Fakat sorun, şurada odaklanıyor: 15 yaşındaki bir çocuğun çalıştığı yerde hangi işleri yaptığı, kendisinden daha tecrübeli ustalarıyla aynı sorumluluğu alıp almadığı, işi gerçekten öğrenip öğrenemediği, yetkililerin psikolojik yaklaşımları ve en önemlisi de iş kazalarına karşı hangi güvenlik önlemlerinin alındığı… Bunların hiçbirisi tam bir denetime tâbi tutulmuyor. Ayda bir kez, bir saatlik öğretmen ziyaretleri ile geçiştiriliyor.
Sonuç; bir yılda 85 çocuk işçi ölümü…
Bir başka sorun da şu ki patronlar bedava işçi çalıştırma ve ücretsiz insan gücü kullanma sayesinde maliyeti minimuma indirirken kârı maksimize ediyorlar. Sermaye, kârı maksimize etmek için en zayıf olanın üzerine çöker.
En savunmasız kim? Çocuklar.
Ama asıl trajedi şudur: Bu kirli düzeni eleştirmesi gereken devlet, değirmene su taşıyor; çocuk emeğinin kurumsallaştırılmasına aracılık ediyor.
MESEM gibi projeler, kâğıt üzerinde “meslek eğitimi” denen fakat gerçekte çocukları, ucuz işçi kıvamında piyasaya boca eden bir mekanizma hâline dönüştürüldü. Zira çocuklar, devletin ödediği paydan ayrı olarak, yalnızca işletmelere düşen 2 bin-3 bin lira gibi komik bir ücret karşılığında günde 8–10 saat çalıştırılıyor. Bir yetişkin işçiye 25 bin lira verecek işletme, çocuk işçi sayesinde masrafını yüzde 90 düşürüyor.
Bu durum, bir bilanço raporu olarak da kullanılır. Mesela, işsizlik azalır, istihdam artar. Büyüme oranı ve üretim kapasitesi yükselir. “Ara eleman” diye bir kavram ortaya çıkar. Ne tam usta ne tam çırak… İşten biraz anlayan ve düşük maaşla çalışmaktan kurtulamayan personel ihtiyacı karşılanmış olur.
Üstelik bu sorun, sadece Türkiye sorunu değildir. Uluslararası Çalışma Örgütü ve UNICEF 2024 verilerine göre; yaklaşık 138 milyon çocuk işçi var. Bunlardan yaklaşık 54 milyonu –yani %39’u– sağlıklarını, güvenliklerini veya fiziksel/psikolojik gelişimlerini tehdit eden tehlikeli işlerde çalışıyor. Küresel ölçekte ölen çocuk sayısına dair net bir bilgi yoksa da ülkemizde her yıl ortalama 60-70 çocuk, yaptıkları tehlikeli işlerden dolayı ölüyor. Kısacası Türkiye son hızla küresel kapitalist sisteme yetişiyor.
Malumunuz, İsviçre’de 1970’li yıllara kadar kimsesiz çocuklar sözleşmeli veya kiralık olarak alınıp satılıyordu. Çiftliklerde, zengin ailelerin yanında köle olarak, atölyelerde veya ağır sanayide “çocuk emeği” üzerinden ticaret yapılıyordu. Şu, “çok modern ve insancıl” Avrupa’nın göbeğinde bu iğrenç hadise yaşanırken 100 binden fazla dayak yiyen, istismar edilen çocuk, modern köleliğin kurbanı oldu. İsviçre devleti, 2013’te bu uygulama için özür diledi ve 2017’de hâlâ hayatta kalan varsa mağdurlara tazminat ödemeyi kabul etti.
Dünyanın en güçlü en şaşalı devleti olarak görülen Amerika’da “Epstein olayı” yaşandı. ABD’li zengin bir finansçı olan Jeffery Epstein, yönetici kademesinden, zengin iş adamlarından hatta İngiliz Kraliyet Ailesinden yanına aldığı sapıklarla bir “pedofili adası” kurdular. 14-17 yaş aralığındaki kız çocuklarına yönelik iğrenç ve sapkın fiilleri ifşa edildi. Bu, bir kez daha gösteriyor ki, çocukların kötü muamele görmesi, istismar edilmesi, -ister fiilî ister işgücü olsun- sömürülmesi, kapitalizmin toplumsal sonuçlarından biridir.
Hal böyle iken çocukların ve gençlerin parlak bir gelecek göremediği için vatanlarını terk etmesi kaçınılmaz oluyor. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, henüz birkaç gün önce yaptığı açıklamada bu durumu şöyle savundu: “Mesleki Eğitim Merkezlerimizi tartışırken emek veren çocuklarımızın hukukunu görmezden gelen her söz o çocukların alın terine karşı ağır bir haksızlık ve hadsizliktir.”2
“Endüstri 5.0”, “PISA eğitim modeli” ve “dijital çalışma atölyeleri” gibi kavramlar icat ediliyor, birtakım uygulamalar ve modeller benimseniyor fakat beyin göçü durdurulamıyor. Toplumsal refah sağlanamıyor ve eğitimde kalite bir türlü yakalanamıyor. Global eğitim indekslerine göre; Türkiye, eğitimin kalite ve verimliliği sıralamasında 90. sırada.3
Demek ki taklit yoluyla uygulanan eğitim yöntemleri işe yaramıyor. Bilhassa kapitalist ülkelerdeki kalkınma örnekleri, Müslüman halklar üzerinde geçerlilik arz etmiyor. Bu eğreti sistemlerde ısrarcı olmak, krizler var etmek, işçi ölümlerini görmezden gelmek demektir.
Bu topraklarda geçmişten bu yana İslam ile yoğrulmuş zihinler, Kur’an ile yeşermiş fikirler için izlenmesi gereken eğitim metodu oldukça basit ve nettir.
Tevhid Temelli Eğitim
Bilginin kaynağı Allah’tır; bilgi, insanı tevhide, adalete ve hikmete götürmelidir.
Ahlâk Merkezli Öğretim
Bilginin tek başına yeterli olmadığı, ahlâkla birleşince anlam kazandığı vurgulanır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurur.
Akıl–Nakil Dengesi
Akıl ve vahiy birlikte çalışır; eğitim hem kalbi hem zihni geliştirir.
Bireysel Yeteneklere Göre Eğitim
İslâm, insanın yaratılıştan getirdiği kabiliyetlerin geliştirilmesini ister.
Her bireyin farklı yetenekleri olduğu kabul edilir. (“Her insan işlediği iş için yaratılmıştır.” hadisi buna işaret eder.)
Toplum Faydasını Gözeten Eğitim
Amaç, sadece bireyin değil ümmetin güçlenmesi, adaletli bir toplumun kurulmasıdır.
İlim, topluma hizmet aracıdır; bencilliğe değil hayra yöneliktir.
Uygulamalı ve Hayatla İç İçe Eğitim (Siret ve Amel)
İslâmî eğitim teoride kalmaz, hayata uygulanır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile sahabesi arasındaki eğitim süreci buna örnektir.





