Suveyda’da Neler Oluyor?
22 Temmuz 2025

Suveyda’da Neler Oluyor?

Başlıktaki sorunun cevabına geçmeden önce, İzzeddin Kassam Tugaylarının 7 Ekim 2023’te Yahudi varlığına karşı giriştiği Aksa Tufanı Harekâtı sonrası ortaya çıkan yeni konjonktürün bölgede birçok dinamiği etkilediğini söyleyerek yazıya başlayalım. Zira bu yeni konjonktür, ABD liderliğindeki sömürgeci Batı’nın İslâm’la savaş stratejisinin esaslarında bir değişiklik meydana getirmemekle birlikte, Ortadoğu’da kartların tekrar karılmasına, yerel ve bölgesel birçok aktöre rollerin yeniden dağıtılmasına sebep oldu.

Kimileri, –İran gibi– nüfuz alanlarından çıkartılarak tasfiye sürecine tabi tutulurken; kimilerine de –Türkiye gibi– bölgesel güç olma rolü bahşedildi. Küstah Trump’ın, Suriye’nin anahtarının Türkiye’nin elinde olduğunu söyleyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı övmesi de bu minvalde anlaşılabilir. Yani Ortadoğu’nun iki önemli aktöründen İran’ın yaptığı onca hizmete rağmen ABD ve “İsrail” saldırıları eliyle kapısına kilit vurulurken; Türkiye’nin eline ise, ılımlı İslâm modelinin bir uzantısı ve pekiştiricisi olarak, ABD menşeili “Terörsüz Türkiye” projesinin de itici desteğiyle birçok kilidi açabilecek bir anahtar verildi.

Gazze Direnişi ve “İsrail”in Güvenlik Paranoyası

Bu örnekleri şunun için gösterdim: İki yıldan fazladır Aksa Tufanı’nın gölgesinde yaşanan tüm gelişmeler, Yahudi varlığının karşı karşıya kaldığı güvenlik sorunuyla doğrudan ilgilidir. “İsrail”, tüm barbarlığını sergileyerek korkunç seviyede aşırı güç kullanımına rağmen Gazze direnişini teslim alamadı ve bu, güvenlik kaygılarını paranoya seviyesine taşıdı. Gazze’de zafer kazanmak, Yahudiler için varlık yokluk; ABD ve Batı için ise küresel kapitalist sistemin korunması meselesi hâline geldi. Fakat kâfirlerin tüm çabasına karşın bu zafer kazanılabilmiş değil. Kaldı ki mesele, artık Gazze’de zafer kazanma meselesi olmaktan çıktı; kalplerinde öfke birikmiş, cihat için yanıp tutuşan potansiyel “düşmanlara” karşı da zafer kazanılması gerekiyor.

Bu bağlamda İran ve hizipleri meselesi kolayca halledildi. Zira İran’ın “İsrail”e karşı savaşı, ABD’nin bölgede düşük yoğunluklu çatışmaya dayalı denge politikasının bir parçası olduğu için hiçbir zaman gerçek bir savaşa dönüşmedi. İran, devlet gibi davranmadığı için kazan(dırıl)an hep Yahudi varlığı oldu. Dolayısıyla geriye sadece gerçek düşmanlar kaldı. İşte bu düşmanın en yakını ve en tehlikelisi, sınırın hemen öte tarafındaki Suriye’dir. Suveyda’da yaşanan kaos ve çatışmalar, bu potansiyel düşmanın bertaraf edilmesi ya da en azından uzaklaştırılması içindir.

Gerçek Tehdit: Suriye Halkı ve İhlaslı Mücahitler

Düşmanın Suriye olduğunu söylerken Ahmed Şara’yı ya da ABD ile Türkiye’nin güvenoyundan geçmiş kurmaylarını kastetmiyorum. Aksine Yahudi varlığına karşı akidevi düşmanlığını koruyan, Suriye’deki ihlaslı mücahitleri ve devrimci Suriye halkını kastediyorum. Bu tespitin gerekçelerine birazdan değineceğim ama önce Suveyda’da olayların gelişimini anlamaya çalışalım.

Ağırlıklı olarak, İslâm dışı sapkın bir inanca sahip Dürzi nüfusun yaşadığı Suriye’nin güneyindeki Suveyda ilinde, 13 Temmuz’da Bedevi Arap aşiretleri ile Dürzi silahlı gruplar arasında küçük çaplı çatışmalar başladı. Bölgeye sevk edilen Suriye güvenlik güçlerine, Dürzi grupların saldırılarında onlarca asker öldü. Çatışmaların büyümesinin ardından, ateşkes söylentileri arasında, Yahudi varlığı ordusu, Suriye güvenlik güçlerini hedef alan saldırılar düzenledi. “İsrail”in saldırılarına karşı herhangi bir hazırlığa sahip olmadığı anlaşılan Suriye güvenlik güçlerinden 700’den fazla Müslüman şehit edildi. Hatta bazı haber kaynaklarında, Suriye yönetiminin bölgeye güç göndereceğini “İsrail”e önceden haber verdiği bilgisi yer aldı. Nihayetinde Suriye ordusu tuzağa düşürüldü ve büyük bir kayıp yaşandı. Allah Azze ve Celle, bu hain saldırıda şehit edilen Müslümanlara rahmet eylesin.

Yahudi Varlığının Saldırısı ve Şara’nın Teslimiyeti

16 Temmuz’da ise Yahudi varlığının savaş uçakları, Suriye Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi, Genelkurmay Başkanlığı ve Savunma Bakanlığı’nı vurdu. Doğrudan egemenliği hedef alan ve bir devlet için savaş sebebi sayılacak bu saldırılar karşısında Şara yönetimi, “istikrar ve ateşkese bağlılık” bahanesiyle hiçbir karşılık vermedi. Şara, ulusa sesleniş konuşmasında, “Savaştan korkmuyoruz ama Suriye halkının çıkarlarını daha fazla yıkıma tercih ediyoruz.” dedi.

Aynı gün ABD, tüm taraflar arasında bir anlaşma sağlandığını söyledikten sonra, Şam yönetimine bağlı güçler Suveyda’dan çekildi. Bu çekilmeyi fırsat bilen “İsrail” destekli Dürzi çeteler, bölgede yaşayan Bedevi aşiret mensubu Müslümanları vahşice katletmeye başladılar. Çocuklar boğazlandı, erkeklerin başı kesildi, kadınlara tecavüz edildi ve evler yakılıp yağmalandı. Öldürülen Müslümanların cesetleri, şehrin girişine asılarak Dürzi hesaplardan sosyal medyada paylaşıldı. Birçok Bedevi aile, çetelerin ellerinden kurtulmak için çöle sığınmak zorunda kaldı.

Bedevi Aşiretlerin Seferberliği

17 Temmuz’da çatışmalar tekrar başladı ve bu tarihten sonra olayların seyri değişti. Suriye ordusunun Suveyda’dan çekilmesiyle, kardeşlerinin sahipsizliğe ve katliama terk edildiğini gören Suriye’deki 42 Bedevi aşireti, ortak bir bildiri yayınlayarak savaş seferberliği ilan etti. Dera’dan, Deyrezzor’dan ve diğer şehirlerden Suveyda’ya doğru akın ettiler. Bildiride, Suriye hükümetinden, araya girmemeleri, aşiret savaşçılarını engellememeleri; aksi halde katillerin safında yer almış sayılacakları ve bunun tarihî bir sorumluluk olacağı vurgulandı. Bazı aşiret liderleri, Suriye yönetiminin siyasi hesaplarının kendi soyluluk ve gelenekleriyle uyumlu olmadığını ifade etti. Nihayetinde aşiretler, Dürzi çeteleri kırsalda ezip geçtikten sonra Suveyda’nın merkezine ulaştılar. Dürziler, ağlayıp sızlanmaya, mağdur edebiyatı yapmaya ve Batı’dan yardım istemeye başladılar. Yani Suriye ordusunun yapamadığını, kardeşlerine yapılan zulüm sona ermedikçe kahve içmeyi kendilerine haram kılan Bedevi aşiretler başardı.

Hesapta olmayan bu gelişme sonrası ABD ve Yahudi varlığından peş peşe açıklamalar yapıldı. ABD Dışişleri “Suriye yönetimi sürecin liderliğini eline almalı” derken, Yahudi varlığının bir yetkilisi gazetecilere, “Güneybatı Suriye’de devam eden istikrarsızlık sonrası ‘İsrail’, Suriye güvenlik güçlerinin önümüzdeki 48 saat boyunca Suveyda’ya girmesine izin verdi.” dedi.

Sonra ne mi oldu? Şara yönetimi, güvenliği sağlamak için Suriye ordusunu tekrar Suveyda’ya konuşlandıracağını açıkladı. Ayrıca Suveyda’ya gelmeye devam eden aşiret savaşçılarını engelleyerek, mevcut olanların da bölgeyi terk etmelerini istedi.

O zaman şu soruların sorulması gerekiyor:

• Madem ordu, Dürzileri bastırmaya muktedirdi, neden geri çekilip Müslümanların canı ve namusu kâfirlerin eline terk edildi?

• Anlaşmaya göre; Suriye ordusu şehrin dışında konuşlanacaktır. Peki, Dürziler tekrar saldırıya geçtiğinde savunmasız Müslümanları kim koruyacak? Suç işleyenleri kim cezalandıracak?

• Yahudi varlığının yeni hava saldırılarına karşı, tek seferde yüzlerce şehit veren Suriye askerleri nasıl korunacak?

Türkiye Suriye’yi Ortada Bıraktı

Liste uzayıp gider… Ancak Şara yönetimi açısından bu soruların cevabı yok. Varsa da ABD ve “İsrail”in insafından başka bir şey değil. Türkiye zaten her zamanki hamaset modunda; esip gürlüyor fakat iş icraata gelince kınamaktan başka bir şey yapamıyor. Suriye’de yeni rejime saldıranlar, “Karşısında bizi bulur” diyen Erdoğan, Gazze’de olduğu gibi çözüm için Trump’ın atacağı adımları bekliyor. Kasyun Dağı’nda kahve içerek zafer pozu verenler, kahve içmeyi kendilerine haram kılarak Yahudi projesinin üzerine yürüyen bedeviler kadar olamadılar.

Şimdi sonuca bakalım. Acı da olsa gerçeği konuşalım. Zira artık rüzgâr dağılıyor, asıl amaç ve plan açığa çıkıyor. Şara yönetiminin, aşiretleri sahaya sürerek zafer kazandığı algısı tamamen çöktü. Güvenliği sağlamak için Suveyda’ya giden Suriye ordusu, Dürzileri cezalandırmak yerine Bedevi Müslümanları tahliye ediyor. Pazartesi günü İçişleri Bakanlığı, varılan anlaşmanın ardından hükümet otobüslerinin 1.500 Bedevi aşireti üyesini tahliye etmek üzere Suveyda kentine girdiğini duyurdu.

Lazkiye’de Gösterilen İrade, Suveyda’da Gösterilmedi

Bunun anlamı şudur: Aşiretler ve Suriye halkı kandırılmış oldu. Aşiret şeyhlerinden biri, “Hükümet on saat daha bekleseydi, Suveyda’yı kurtarmış olacaktık.” diyor. Ayrıca, Yahudi helikopterleri Dürzilere destek sağlarken, hükümetin kendilerine ek bir mermi bile vermediğini, bu durumun Hicri çetelerinin işine yaradığını söylüyor. Bunun adı ihanet değil de nedir? Lazkiye olaylarında Esad kalıntılarına karşı gösterilen irade, mücahitlerin ve halkın seferber edilmesiyle kazanılan zafer, Suveyda’da da kazanılabilirdi. Zira aşiretlerin seferber olmasıyla Yahudi varlığının nasıl paniğe kapıldığına hep birlikte şahit olduk.

Şimdi basit bir ajan olan El Hicri ve çetesinin dayatmasıyla Suveyda tamamen Dürzilerin kontrolüne bırakılacak. Hatta şu anda Dürzi milisler, köylere doğru genişlemeye başladılar. Müslüman halka karşı işlenen cürümler, suçluların yanına kâr kalacak ve Netanyahu’nun “güç yoluyla barış” diyerek ahkâm kestiği habis projenin, batıda Golan Tepelerinden başlayıp doğuda Suveyda’nın eteklerine kadar uzanacak Suriye güvenlik kuşağının ilk aşaması gerçekleşmiş olacak. Sonra belki de sıra; Dera, Kuneytra ve diğer güney şehirlerinin silahsızlandırılmasına gelecek. Zaten Yahudi varlığı, o bölgeyi işgal ederek inşa ettiği 10 askerî üs ile bu planını uygulamaya koymuş durumda.

ABD ile Örtünen, Çıplak Kalır

Ve sorumlularını hesaba çekmek şartıyla asıl soruyu soralım: 8 Aralık’taki kurtuluş gününden sonra Suriye’nin elinde ne var? Yüzlerce şehit, kaybedilen bir şehir, evlerinden yurtlarından sürülen binlerce aile ve güçlü olduğu halde zincire vurulup aşağılanan bir ümmet… Peki, tüm bunlar neyin karşılığında feda ediliyor? Sömürgeci kâfir ABD’nin vaat ettiği sözde istikrar ve kalkınma için mi? Suriye halkının uğruna büyük bedeller ödediği, ümmetin birlik ve izzet çatısı olan İslâmi Hilâfet projesine tercih edilen ayrıştırıcı ve yıkıcı Arap Cumhuriyeti için mi? Gazze’nin yok edilişi pahasına Yahudi varlığı ile uzlaşmak ve normalleşmek için mi? “Sarı öküzü vermek” karşılığında siyah öküzün bir müddet daha yaşaması için mi?

Uzak ve yakın tarih, güç ve kuvveti, izzet ve şerefi İslâm’dan başka yerde arayanların dünyada ve ahirette hüsrana uğradığı nice örneklerle doludur. Peki, Ahmet Şara ibret alarak Suriye devriminin sabitelerine geri dönecek mi? Artık bir grup lideri olmadığını, “bugün kaybettiğimizi yarın geri alırız” kafasıyla devlet yönetilemeyeceğinin, Suriye halkının tümünden ve toprakların tamamından sorumlu olduğunun bilincine varacak mı? Devrimin bir fikir olduğunu, asla bitmeyeceğini, asıl meselenin iktidara ulaştıktan sonra başlayacağını, Allah’a ve ümmete dayandıktan sonra aşılamayacak bir engel olmadığını ilan ederek yeniden başlayacak mı? Yoksa ABD ve Yahudi boyunduruğunda, laik ulus devlet kafesinde, tutsaklardan bir tutsak olarak yaşamayı seçip Suriye halkının, mazlum Gazze’nin, ümmetin vebalini yüklenerek zilleti ve kaybetmeyi mi tercih edecek?

[مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ] “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” [Ankebut Suresi 41]