İslâm, söz ve eylem tutarlılığına çok önem vermiştir. İlgili ayetlerle söz ve eylem tutarlılığının önemine, aksi yani tutarsızlık olması hâlinde ise günaha dikkat çekmiştir. Maalesef Kur’an’ın yerdiği söz ve amel tutarsızlığının günümüz yöneticilerinde fazlaca var olduğunu görmekteyiz. Hatta hepiniz takdir edersiniz ki; sihirli sözleriyle halkları etkileyen ancak icraatlarıyla söylenenin tam aksini yapan yöneticilerin varlığını fark edebilmek için çok bilgi sahibi olmaya gerek yoktur. Günümüzde bizler, yöneticileri sarıp sarmalayan söz ve eylem tutarsızlığını, ıslah edici sözlere karşılık ifsat edici ameller ortaya koyduklarını ilmî makalelerden ya da bilimsel araştırmalardan okuyarak değil ifsadı yaşayarak, hissederek öğreniyor, fark ediyoruz.
Bu konuyu bir ayet-i kerime ışığında ele almaya çalışacağım inşallah.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ
“İnsanlardan bir kısmı vardır ki, onun bu dünya hayatına ait fasih sözü hoşuna gider ve sözü, kalbinde olana uygundur, diye yemin ederek Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanların en şiddetlisidir. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.”[1]
Bu ayetin, Ahnes İbn Şurayk es-Sakafî hakkında nazil olduğu söylenmektedir. Bu şahıs Zühreoğulları’nın müttefiki idi; Hazreti Peygamberin yanına gelmiş, Müslümanlığını açıklayarak, Allah’ı sevdiğini söylemiş (güzel sözler sarf etmiş) ve bu hususta Allah’a yemin etmişti. İşte Allahu Teâlâ’nın يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ “Dünya hayatına dair sözü senin hoşuna gider ve kalbindekine de Allah’ı şahit tutar” sözünden murat budur. Ne var ki bu kimse, dışı güzel (tatlı dilli, etkili konuşabilen), içi de dışından farklı nifak sahibi biri idi. Daha sonra Hazreti Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanından çıkıp Müslümanlardan bir gruba ait olan bir tarlaya uğrayarak, ekinleri yaktı ve orada bulunan eşekleri de öldürdü. Allah Azze ve Celle’nin وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ “O dönüp gitti mi (iktidar oldu mu) yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekinleri ve nesilleri helak etmeye koşar” buyruğundan murat edilen de budur. تَوَلّٰى “Tevella”[2] kelimesinin iki manası vardır:
a- Yanından ayrılmak, ayrılıp uzaklaşmak
b- İdareci olmak, bir yerin idareciliğinde bulunmak
Bu ayette zikredilen “tevella” kelimesi yukarıda ifade ettiğimiz iki manayı da kuşatmaktadır. İkisiyle de yorumlamak mümkündür.
Ayeti kerimede geçen ve وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ “Allah’ı kalbinde olana şahit tutar” şeklinde tercüme edilen cümle; âlimlerin kahir ekseriyetine göre “Ey Rasul’üm! Senin, sözlerini beğendiğin o kimse, kalbindeki inancının, diliyle söylediği sözlere mutabık olduğuna dair Allah’ı da şahit tutar” demektir.
Dün yani asrı saadette olduğu gibi bizim asrımızda da sözlerinin büyüsünden kurtulamadığımız ancak aslında uygulamalarıyla/idareciliğiyle ekini, nesli, toplumu ifsada boğan, söylediklerinden çok farklı icraatları olan yöneticilerimiz vardır.
Tıpkı ayet-i kerimede olduğu gibi söylem bakımından “ıslah” ancak icraat bakımından “ifsat” edici idarecilik zihniyetinden/anlayışından günümüze yansıyan birkaç örnek vermek istiyorum. En başından, maksadımın; kuru kuruya muhalefet etmenin ötesinde Kur’ani perspektiften bakarak nasıl bir vahametle karşı karşıya olduğumuzu göstermek olduğunu ifade etmek isterim.
Hepimiz “One minute” hadisesini dün gibi hatırlıyoruz. Gasıp Yahudi varlığına karşı söylenmiş duygu dolu sözler… Yahudi varlığı “İsrail’i” hedef alan ve İslâm âlemini derin bir sevince boğan “siz adam öldürmeyi çok iyi bilirisiniz” sözleri… Tıpkı Ahnes bin Şurayk’ın sözlerinden Rasulullah’ın etkilendiği gibi İslâm dünyası bu sözlerden çok etkilenmiş hatta o kadar ki bazı İslâm beldelerinde kimileri doğan çocuklarına “Recep, Tayyip, Erdoğan” isimlerini vermişti. Yine ayette de geçtiği gibi sözleriyle Rasulullah’ı etkileyen Şurayk oradan ayrılır ayrılmaz nasıl ifsat saçtıysa ve sözüne muhalif hareket ettiyse dönemin Başbakanı Erdoğan da gasıp Yahudi varlığına karşı söylediği sözlerine muhalefet etmiş ve paradoksal tutum sergilemiştir. Yeryüzünün en kanlı terör örgütü gasıp Yahudi varlığı ile ticari anlaşmalarına hız kesmeden hatta artırarak devam etmiştir. Yani sözü hak, icraatı batıl olmuştur.
“Ey Netahyahu kendine gel kendine! Sen zalimsin! Mübarek mescidimize yapılan her saldırı karşılığında bizi bulacaklar. Ne ezanımıza yapılan saldırıyı görmezden gelecek ne de Mescid-i Aksa’nın kirletilmesine izin vereceğiz!” Evet, “One minute” hadisesinden yıllar sonra serdedilmiş bu ifadeler de Erdoğan’a ait… Sormak isterim:
Gasıp Yahudi varlığına karşı süslü sözlerle “bol hamaset, tam gaz ticaret” siyaseti icra eden yöneticiler! Siz en son, “Mescid-i Aksa’ya saldırı yapan karşılarında bizi bulacaktır!” dediğinizde sömürgeci kâfirler sizi de planın bir parçası yaparak mübarek topraklarda işgallerini perçinledi.
Siz yine en son gasıp Yahudi varlığı yöneticilerine “Eeyy!” diye başlayarak yüksek perdeden seslendiğinizde, Türkiye ile gasıp Yahudi varlığı arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 2,5 kat büyüdü. Dün “Eeey!” diye bağırdığınıza “dostum” der oldunuz.
Erdoğan’ın belli aralıklarla dile getirdiği “dindar nesil yetiştireceğiz” ifadelerini de dün gibi hatırlıyoruz. Yine kalplere tesir eden ve “bizim mahalle” sakinlerini derinden heyecanlandıran bir sözdü bu… Ancak zaman bize bu sözün de sihri bozulan ve gerçek hayatta karşılıksız kalan bir söz olduğunu gösterdi. Dindar nesil yetiştirmeyi bırakın, Rabbini tanımayan deist, Allah’a inanmayan ateist ve İslâm’dan nasibini almamış bir nesil var ettiler. Siz “dindar nesil yetiştireceğiz” dediğinizde;
•Yaşadığımız coğrafyada alkol kullanma yaşı 10’a kadar indi.
•Çağdaşlık ve özgürlük düşüncesiyle gençler erken yaşta uyuşturucu müptelası oldu.
•Kimileri ateist, kimileri de deist şimdi bu gençlerin…
Kısacası Allah’ın rızasından çok uzak bir hayat süren gençlik sizin ve bekçiliğini yaptığınız laikliğin eseridir.
Çok daha güncel bir örnek vermek gerekirse…
Bundan birkaç ay önce Erdoğan eşcinsellikle alakalı; “Buradan milletimin tüm fertlerini Rabbimizin yasakladığı her türlü sapkınlığı sergileyenlere karşı dikkatli olmaya, tavır almaya davet ediyorum.” demişti. Dedi demesine… Yine heyecanlandık heyecanlanmasına… Ne var ki bu sözün Müslümanların gönül dünyalarında bir karşılığı vardı ancak gerçek hayatta yoktu maalesef. Bu sözün sahibi ile eşcinsellerin haklarının tastamam korunmasını sağlayan sözleşmeleri uygulayan aynı Erdoğan… Yine “İstanbul Sözleşmesi gözden geçirilmeli” diyen ile İstanbul Sözleşmesi’ni harfiyen uygulayan ve uygulanmasından asla geri adım atmayan aynı irade… Siz en son “İstanbul Sözleşmesi’ni gözden geçirmemiz gerekir” dediğinizde;
•Nice aileler şer’an meşru olmasına rağmen sırf erken yaşta yaptığı evlilikleri sebebiyle suçlu görünerek tarafınızdan cezaevine gönderildiler. Geriye babasız çocuklar, gözü yaşlı eşler kaldı.
•Nice yuvalar darmadağın oldu. “Kadının beyanı esastır”dan hareketle nice Yusufların gömleği arkadan yırtıldı.
Aslında bu tutarsızlık sadece Erdoğan’a has değil… Bu durumun İslâm beldelerinin bütün yöneticileri için geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yaşadığımız topraklardan birebir hissettiğimiz örnekleri vermenin yerinde olacağını düşünerek Erdoğan üzerinden örneklerle konuyu zenginleştirmeye çalıştım.
Söylem ve tutum farklılığı olan yöneticiler ilgili başka örnekler zikretmek adına Enver Sedat’tan ve Hafız Esed’den örnek verelim.
Söylemleriyle Müslümanların çok etkilendiği ve kurtuluş için umut bağladığı isimlerden Mısır lideri Enver Sedat, vakti zamanı geldiğinde büyük bir rezalete imza atarak gasıp Yahudi varlığı “İsrail’in” meclisi Knesset’te bir konuşma yaparak sadece Gazze ve Batı Şeria’nın Filistinlilere yeteceği hezeyanında bulunmuştu. Sedat’ın yaptıkları bununla bitmedi. Bir yıl sonra da Camp David’de dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter ve gasıp Yahudi varlığı “İsrail” Başbakanı Begin ile bir mutabakat(!) imzaladı. 1979’da ise işgalci varlığını tanımış oldu. Sonuç; sözler bir vadide yapılanlar bir vadide…
Yine, Hafız Esed, bölgedeki liderlik imajını “İsrail’le” sözde mücadelesine, “İsrail’e” karşı yükselttiği üst perdeden sözlerine borçludur. “İsrail’e” karşı göstermelik savaşlarla Müslümanların nezdinde “Arapların savunucusu” imajını kazanmıştır. Ancak gerçek, söylenenlerden çok farklıydı. Hafız Esed iktidarı ele geçirmek/iktidarını perçinlemek ve “İsrail’i” güvende tutmak için Golan Tepeleri’ni onlara bırakmıştır. Suriye Ulusal Cephesi komutanlarından Ebu Huzeyfe’nin şu itirafı, her şeyi anlatır niteliktedir: “Esed rejiminin Golan Tepeleri için bir mermi sıktığı görülmemiştir. Bu topraklar rejimin kendisini iktidarda tutmak için ‘İsrail’e verdiği bir rüşvettir.”
Yani kısacası ey yöneticiler! Amelleriniz sözlerinizi doğrulamadı ve icraatınızla aileyi, nesli ve toplumu her yönüyle ifsat ettiniz. Allah ise ifsat edenleri sevmez.
Ömer RadiyAllahu Anh’ın şu veciz tespitiyle de sözümüzü noktalamış olalım:
عَنْ زِيَادِ بْنِ حُدَيْرٍقَالَ: قَالَ لِي عُمَرُ: هَلْ تَعْرِفُ مَا يَهْدِمُ الْإِسْلَامَ قُلْتُ: لَا، قَالَ: يَهْدِمُهُ زَلَّةُ الْعَالِمِ، وَجِدَالُ الْمُنَافِقِ بِالْكِتَابِ وَحُكْمُ الْأَئِمَّةِ الْمُضِلِّينَ
“Ziyad bin Hudayr’den rivayetle Ömer RadiyAllahu Anh: İslâm’ı yıkacak olan şeyleri biliyor musun? diye bana sorunca, ben de: Hayır! cevabını verdim. Bunun üzerine (Ömer): İslâm’ı yıkacak olan şeyler; âlimin göstermesi gereken duruşu göstermemesi, münafıkların Kur’an üzerinde cedelleşmeleri ve saptırıcı yöneticilerin hükümleridir, buyurdu.”[3]
[1] Bakara 204-205
[2] Kurtubi
[3] Dârimî, Sünen