Aksa Tufanı’nın Hamisi ve Hamasetçileri
10 Ekim 2025

Aksa Tufanı’nın Hamisi ve Hamasetçileri

Hami, hâmîs ve hamaset; iki zıt kutbu, farklı meziyetleri ve bunlara bağlı eylemleri gerektiren kavramlardır. Bu makalemizde bu kavramları, ikinci yılını dolduran Aksa Tufanı Harekâtı özelinde inceleyip Gazze’de yaşananlarla olan ilişkisine temas edeceğiz.

Yirmi dört aydır insanlık tarihine kara bir leke, tarihin satırlarına ise hüzünlü bir yaşanmışlık olarak kazınan bir sürece şahit olmaktayız. Mezalim, soykırım ve katliam kelimelerinin alışılmış manalarının bile yetersiz kaldığı bir imtihanla karşı karşıyayız.

Gazze; çığlık oldu kulaklarımızda, dert oldu akıllarımızda, ıstırap oldu sadrımızda.

İşgal ve zulme maruz kalan beldelerimize karşı İslâmî refleksimiz, bütün gücümüzle onlara yardıma koşmak olduğu, artık fıkhımızın meşhur meselelerinden biridir. Zira günümüz dünyasında bu ahkâm, amel edilmesi gereken öncelikler fıkhı içinde üst sıralarda yerini almıştır. Bu ahkâm, kendisiyle amel edecek erleri, nusret verecek yiğitleri beklemektedir.

Ne var ki Gazze için yardım makamında olan yöneticiler, güç ve kuvveti ne yazık ki ketmettiler. Kavlen ve fiilen Gazze’nin yanında olmayı seçmediler.

• Gazze yardım istedi; onlar, yapılanların kabul edilemez olduğunu ifade ettiler.

• Gazze feryat etti; onlar kınadılar.

• Gazze aç ve susuz kaldı; onlar defaatle kınadılar.

• Gazze çaresiz kaldı; onlar “şiddetle” kınadılar.

Gazzeli Müslümanlar “hasım oluruz” dediler; onlar tek tek ve topluca kınadılar, kınadılar ve yine kınadılar.

Bu kınama seansları yaşanırken, Gazze’de taş üstünde taş, ayakta kalan bina kalmadı.

İşgalci varlık orantısız bir şekilde katliamlarına devam ederken, bu hale sebep olan devletler ve kurumlar, pervasızca onları göreve davet etmeye devam ettiler. “İsrail” ile ticaretlerini bitirmediler; diplomatik ilişkilerini kesmediler; Lojistik sağlayan tüm şirketlere yaptırım uygulamadılar. “İsrail”e gidip kardeşlerimizle savaşan çifte vatandaşlara sessiz kaldılar. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, işgalci varlığın en önemli enerji kaynağı olan Bakü–Ceyhan boru hattını dahi kapatmadılar.

Gazze’nin hiçbir talebine olumlu cevap vermediler. Kardeşlerimize sahip çıkmadılar. Onları korumadılar. Kısacası, Gazze’nin hâmîsi olamadılar.

Evet, Gazze’deki Müslüman kardeşlerimize karşı sorumlulukları gereği onların hâmîsi olmadılar. Devasa servetlere, hâkimiyet kuracak kadar askeri güce, otorite sağlayacak konumlara sahip oldukları hâlde; en önemlisi, ölümden korkmayan, şehadeti arzulayan, Yahudilerle karşılaşmak için gün sayan İslâm ümmeti yanı başlarında olduğu hâlde Gazze’ye, Filistin’e el uzatmadılar.

Bunun yerine hamasî söylemleri, karşılığı olmayan cümleleri kendilerine siper ettiler.

• Bir yandan Gazze’nin yanında olduklarını söylediler; diğer yandan yan yana olduklarını iddia ettikleri o beldeye bir bardak su dahi sokmadılar.

• “Gazze özgür olmalı” derken, bir şer planı olan İki Devletli Çözümün garantörlüğüne soyundular.

• “İsrail”e terör nitelemesi yaparken, diğer yandan onunla nitelikli tüm iş birliklerini sürdürdüler.

• “Gazze’de bir fiil varız” dediler ama New York’ta, Aksa Tufanı operasyonunu kınayıp direnişi “illegal” ilan eden deklarasyona imza attılar.

• “Abluka kırılsın” dediler; ama ablukanın kırılması için yola çıkanlara ne liman, ne bayrak izni, ne de gemi desteği sundular.

Gelinen süreçte, şimdilik ABD’nin öngördüğü maddelerle bir anlaşma sağlandı. Hiç şüphe yok ki bu anlaşmaya en çok sevinenler, halkı Müslüman olan bölge yöneticileridir. Çünkü onlar, ümmetten gelen talepler karşısında aciz kaldılar; sözün muhatabı olan mercilere söylenmesinden son derece rahatsız oldular.

Gazze, safları netleştirdiği gibi ümmetin sahipsizliğini de gözler önüne serdi. Vatancılık ve milliyetçilik esasına dayalı yönetimlerin acziyetini ayyuka çıkardığı gibi, gerçek çözümü de ümmet nazarında daha da berraklaştırdı.

Tüm bunların yanında, Gazze’nin ahvaline taş kesilenleri aklamaya çalışıyor; sürecin onların başarısı olduğunu utanmadan iddia ediyorlar. Hamaset dolu sözlerin Gazze’nin kurtuluşuna delalet ettiğini mitomanik bir ahlâkla savunuyorlar. Yaşanan her türlü "olumlu" gelişmeyi, insanî diplomatik çabaların ve uzun müzakerelerin sonucuymuş gibi gösterecekler.

Adeta trollük için istihdam edilmişçesine, hakkı söyleyen herkesi marjinalize etmeye çalışıyorlar. “Her şey mubah” zihniyetinin vücut bulmuş piyadeleri olan, gücün yanında yer almayı meziyet sanan bu insanlar; ucuz ve basit bir limana demir attıklarını ne yazık ki göremiyorlar.

Mamafih, kahramanların da, ihanet ve iş birliği içinde olanların da kim olduğu; gören gözlerden, işiten kulaklardan kaçmamaktadır.

Adalet terazisine halel getirmeyenler için maskeler düştü, figüranlar göründü…