Utanç Zirvesi ve "Trump Deklarasyonu"
14 Ekim 2025

Utanç Zirvesi ve "Trump Deklarasyonu"

Dün Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde, ABD Başkanı Donald Trump’ın da aralarında bulunduğu 20 ülke devlet başkanının katılımıyla düzenlenen “Gazze Zirvesi” sona erdi. Zirve sonrasında Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed el-Sani tarafından imzalanan “Trump Deklarasyonu” adlı metinde özetle şu ifadeler yer aldı:

“Biz, aşağıda imzası bulunanlar, Trump Barış Anlaşması’nın tüm taraflarca tarihî bir kararlılıkla uygulanmasını memnuniyetle karşılıyoruz.

Bu anlaşma, iki yılı aşkın süredir devam eden derin acı ve kayıpları sona erdirerek, umut, güvenlik ve ortak refah vizyonuyla tanımlanan yeni bir dönemi başlatmaktadır.

Gazze’deki savaşı sona erdirme ve Orta Doğu’ya kalıcı barış getirme yönündeki samimi çabaları için Başkan Trump’ı destekliyor ve onun arkasında duruyoruz.

Birlikte, bu anlaşmayı bölgedeki tüm halklar —Filistinliler ve İsrailliler dâhil— için barış, güvenlik, istikrar ve fırsatı teminat altına alacak şekilde uygulayacağız.

Kalıcı barışın hem Filistinlilerin hem İsraillilerin temel insan haklarının korunduğu, güvenliklerinin garanti altına alındığı ve onurlarının yüceltildiği bir düzen içinde mümkün olabileceğini biliyoruz.

Aşırılığın ve radikalleşmenin her türüne karşı kararlıyız.

Hiçbir toplum, şiddet ve ırkçılığın sıradanlaştığı veya radikal ideolojilerin sivil yaşamın dokusunu tehdit ettiği bir ortamda gelişemez.

Aşırılığı besleyen koşulları ortadan kaldırmayı ve kalıcı barışın temeli olarak eğitimi, fırsat eşitliğini ve karşılıklı saygıyı teşvik etmeyi taahhüt ediyoruz.

Orta Doğu’nun artık bitmek bilmeyen savaş döngülerine, tıkanmış müzakerelere veya başarıyla müzakere edilmiş hükümlerin parçalı, eksik ya da seçici biçimde uygulanmasına dayanamayacağını kabul ediyoruz.

Herkes için hoşgörü, onur ve eşit fırsat istiyoruz; ırk, inanç veya etnik köken fark etmeksizin, herkesin barış, güvenlik ve ekonomik refah içinde hedeflerine ulaşabileceği bir bölge oluşturmayı amaçlıyoruz.

Karşılıklı saygı ve ortak kader ilkelerine dayanan, kapsamlı bir barış, güvenlik ve ortak refah vizyonu izliyoruz.

Bu ruhla, Gazze Şeridi’nde kalıcı ve kapsamlı barış düzenlemelerinin tesisinde sağlanan ilerlemeyi, ayrıca İsrail ile bölgesel komşuları arasındaki dostane ve karşılıklı fayda esasına dayalı ilişkileri memnuniyetle karşılıyoruz.

Bu mirası uygulamak ve sürdürmek için birlikte çalışmayı, gelecek kuşakların barış içinde birlikte gelişebileceği kurumsal temelleri inşa etmeyi taahhüt ediyoruz.

Kalıcı barış dolu bir geleceğe kendimizi adıyoruz.”

29 Eylül 2025 tarihinde Donald Trump tarafından açıklanan ve Yahudi varlığı “İsrail” tarafından da kabul edilen bu metin, Netanyahu’nun “İsrail’in savaş hedeflerini gerçekleştiren bir antlaşma” olarak nitelediği, tuzaklarla dolu Trump’ın Gazze Barış Planı ve Trump Deklarasyonu, bir utanç ve ihanet vesikası olarak tarihe geçmiştir.

Gazze’nin kısmen özgürleştirilmesiyle iki yıldır Müslümanlarda ve insanlıkta büyük bir etki uyandıran destansı direnişin bitirilmesini ve mücahitlerin silahlarını bırakmasını sağlamayı hedefleyen bu antlaşma, tam anlamıyla bir felakettir.

“İsrail” tarafından Gazze’nin kısmen işgalini ve yönetiminin, İngiltere eski başbakanlarından Tony Blair başkanlığında uluslararası bir manda idaresine devredilmesini onaylayan bu ihanet antlaşmasını güvence altına almak isteyen deklarasyonun, Müslüman ülke liderlerince imzalanması tarihe unutulmayacak kara bir leke olarak geçmiştir.

Trump, Mısır’a gitmeden önce Tel Aviv’de “Knesset”te yaptığı konuşmada Netanyahu’ya hitaben şöyle dedi:

“Bibi beni arardı. Şu silahı, bu silahı gönder derdi, ben de gönderirdim. İsmini dahi bilmediğim silahlar verdik. Onlar en iyileriydi. Sen de onları iyi kullandın. O kadar çok oldu ki…”

Bu sözleriyle Trump, Amerika’nın Yahudi varlığı “İsrail” tarafından Gazze’de işlenen soykırım ve savaş suçlarının suç ortağı olduğunu itiraf etmiş oldu.

İşte bu suçlu ve zalim adam, Mısır’da Müslüman ülke liderleri tarafından övülüp alkışlandı; bir barış adamı olarak gösterildi.

Onlar hakkında âlemlerin Rabbinin şu ayetleri ne kadar da ibret vericidir:

[وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ حَتَّى إِذَا جَاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذْ ظَلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ] “Kim Rahmân’ın zikrinden (Allah’ın hükümlerinden) yüz çevirirse, biz ona yanından ayrılmayan bir şeytanı musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar; fakat onlar hâlâ kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. Sonunda huzurumuza geldiklerinde o (şeytan) arkadaşına: ‘Keşke seninle aramda doğu ile batı kadar uzaklık olsaydı! Meğer sen ne kötü bir arkadaşımmışsın!’ der. (Allah buyurur:) Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz zulümde ortaktınız. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız.” [Zuhruf Suresi 36-39]

Bu Müslüman ülkelerin liderleri için Amerika ve onun başkanları, onları doğru yoldan alıkoyan şeytanlar gibidir.

Bunlar, Allah’ın, Rasulü’nün, İslâm’ın ve Müslümanların en büyük düşmanı olan Amerika’yı dost ve müttefik ediniyorlar. Amerika’nın başkanlarını arkadaş ve dost olarak görüyor; onlarla birlikte olmayı izzet ve şeref sayıyorlar.

Müslümanları ilgilendiren meselelerin çözümünde onlara başvuruyor, onlardan yardım diliyor, onların onayını almadan adım atmıyorlar.

Sömürgeci kâfir Amerika da onları asla yalnız bırakmıyor; adım adım izliyor, ne yapmaları gerektiğini söylüyor, kendi planlarını ve çıkarlarını onlara dayatıyor; onlar da Amerika’yı dinleyip boyun eğiyorlar.

Böylece Rahmân’ın zikrinden, yani Allah’ın hükümlerinden yüz çevirdikleri için, Allah onlara zillet üstüne zillet yaşatan Amerika ve onun başkanlarını musallat kılıyor.

İşte İslâm ümmetinin en büyük krizi ve felaketi, başlarındaki bu yöneticilerdir.

Bu yöneticilerden kurtulmadıkça ve Rahman'ın zikri ile hareket edecek yöneticilere kavuşmadıkça, İslâm ümmeti için kurtuluş gerçekleşmeyecek; ümmetin yaşadığı kriz ve zillet hali artarak devam edecektir.