Filistin’in Yok Edilmesi: Reel Politik ve Ümmetin Çaresizliği
01 Kasım 2025

Filistin’in Yok Edilmesi: Reel Politik ve Ümmetin Çaresizliği

Ateşkesin ilan edildiği 10 Ekim tarihinden bu yana, Yahudi varlığı "İsrail" tam da kendisinden beklenildiği gibi Hamas’ın ateşkesi ihlal ettiği yönünde bahaneler üreterek saldırılarına ve katliamlarına devam ediyor. Öyle ki bu habis varlık, şu anki teknik imkânlarla enkaz altından çıkarılması mümkün olmayan rehine cesetlerinin teslim edilememesini bile bahane ediyor. Yahudi varlığı "İsrail", ateşkesten bu yana yaptığı saldırılarda yaklaşık 100 Müslüman’ı daha katletti. Ayrıca o tarihten bu yana enkaz altından çıkarılan cenazelerin sayısı da 450’yi buldu.

Ateşkesin ilanından bu yana geçen iki haftalık sürede yaşanan gelişmelere bakılınca, ABD Başkanı “Trump’ın Barış Planı” olarak anılan bu planın şu anda yürümediği ve sürecin Yahudi varlığı tarafından sabote edildiği konusunda kamuoyunda genel bir algı oluşmuş durumda. Oysa aslında Gazze’de şu an her şey planlandığı şekilde yürümektedir. Amaç, Gazze üzerinde oluşturulmak istenen “Çağdaş Manda Yönetimi” önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Zira hem Amerika hem de onun bölgedeki tetikçisi Yahudi varlığı şu anda barış planı taslağının 17 maddesinde belirtilen ve neredeyse medya platformlarında üzerinde hiç durulmayan vakıayı hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Taslakta geçen maddeye göre; Hamas’ın planı geciktirmesi veya reddetmesi durumunda, yardımlar ve yeniden inşa süreci, “İsrail Savunma Kuvvetleri”nin (IDF), ABD, Arap ve uluslararası ortaklarla birlikte Gazze’ye konuşlanacak geçici bir Uluslararası İstikrar Gücü’ne (ISF) devredilen ‘terörden arındırılmış’ bölgelerde başlayacaktır.

Bunun anlamı; Yahudi varlığı, Hamas’tan ve diğer direniş gruplarından arındırdığı bölgeleri bu Uluslararası İstikrar Gücü’ne devredecek ve böylelikle Gazze, direniş gruplarının bulunduğu ve bulunmadığı kesimler olarak ikiye ayrılacaktır. Böylece yardımlar ve anlaşmanın diğer yükümlülükleri sadece terörden arındırılmış bölgeler için geçerli olacak. Bu yöntemle halkla direniş gruplarının arası açılacak ve bu süreç, başta Hamas olmak üzere direniş grupları bölgeden kovuluncaya kadar parsel parsel devam edecektir.

Diğer taraftan İsrail Parlamentosu (Knesset), 21 Ekim 2025’te işgal altındaki Batı Şeria’nın ilhakına yönelik yasa tasarılarını ön oylamada kabul etti. Bu tasarının yasalaşması için Knesset’te üç aşamalı oylama sürecinin daha tamamlanması gerekiyor. Bu, Yahudi varlığının iç siyasetine hitap eden ve dünya kamuoyunu gereksiz yere meşgul etmekten başka bir anlam ifade etmeyen kararlardan biridir. Zira resmi olarak ilhak edilmese de Batı Şeria, mevcut küresel düzen çerçevesinde zaten geri dönülemeyecek şekilde işgal edilmiş durumdadır.

Katliamların devam ettiği Batı Şeria ve Gazze’ye son gelişmeler ışığında baktığımızda; Filistin topraklarının Yahudi varlığı tarafından işgal edilmesine karşı direnen Müslümanların Filistin’den çıkarılması için Amerika ile Yahudi varlığının ortaklaşa yürüttüğü projenin hayata geçirilmekte olduğunu görmekteyiz.

Filistin’de bunlar yaşanırken; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ve Şarm eş-Şeyh görüşmelerinde boy gösteren, garantör olduğunu söyleyen, anlaşma metninin altına imzalar atan ve bunu iç kamuoyuna bir başarıymış gibi anlatan yöneticilerden yardım istenmeyeceğini ve onlardan bu ümmete bir hayır gelmeyeceğini, Gazze’nin düşürdüğü maskeler sayesinde artık idrak etmiş bulunuyoruz. Elhamdülillah!

Zira onlar, siyasi ve kültürel açıdan zehirlenmiş oldukları sömürgeci kâfirlerin hayata bakış ölçüsü olan menfaatçiliğin siyasi kriteri olan “reel politik” ekseninde hareket etmektedirler. Reel politik, dış ya da iç politikada ideolojik, ahlaki veya duygusal ilkeler yerine mevcut koşullara ve çıkar hesaplarına dayanarak karar verme anlayışıdır. Yani reel politik, siyasetin temelinde “gerçekçi çıkar hesabı” yapmayı esas alır. Bu kavramı, mevcut küresel sistemi özümsemiş ve kendilerini statükoya teslim etmiş siyaset bilimciler; siyasi kavramlardan ve gelişmelerden bahsederken zihinlerinde canlandıramadıkları ve vakaya oturtamadıkları meseleler hakkında “siyaseten realist olmak” şeklinde de ifade ederler. Özellikle Müslümanların birleşmesinden ve Hilâfet Devleti çatısı altında tek bir ümmet haline gelmesinden bahsedildiğinde bu kavram sıkça dile getirilir.

Reel politik, devletlerin ya da siyasi aktörlerin çıkar amaçlı hedeflerine ulaşmak için gerçekçi stratejiler geliştirmesini ifade eder. Bu anlayışın belirleyici unsurları arasında dış siyasette devletin çıkarına olmayan hiçbir strateji, amaç ya da hamle yoktur. İslâm beldeleri üzerindeki yönetim ve yöneticilerin dış siyasetteki kararları tamamen kendilerine ait olsa bile bu anlayış çerçevesinde çıkarlarına olmayan hiçbir vakıayı siyasetin konusu yapmazlar, yapamazlar. Dolayısıyla bu anlayış çerçevesinde İslâm beldelerindeki ulus devletlerin Gazze’ye yardımı konusu tamamen kendi çıkarlarıyla alakalıdır. Eğer bir ulus devletin burada bir çıkarı varsa yardımı yapar, şayet yoksa bundan uzak durur.

Nitekim Gazze’de alenen soykırım uygulandığı hâlde, Türkiye ile Yahudi varlığı "İsrail" arasındaki çıkar ilişkileri diğer bütün konuların önüne geçmiş ve Türkiye, Yahudi varlığına karşı çıkarlarını tehlikeye atacak hiçbir hamleye kalkışmamıştır.

Bu reel politik tanımı, dış siyasetiyle ilgili projeleri tamamen kendi çıkarlarına ait olan müstakil devletler için geçerlidir. İslâm beldelerindeki uydu ya da tabi devletlere ve yöneticilerine gelince, bunlar açısından reel politik; “fikri ve siyasi nüfuzlarına teslim oldukları büyük devletlerin/sömürgeci kâfirlerin siyasetlerine boyun bükmek ve bu siyaseti sorgusuz-şartsız yerine getirmektir.”

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Hilâfet Devleti’nin ilgasıyla ulus-devlet sistemi temeline oturtulan yeni dünya düzeni ve onun bakış açısının ürünü olan reel politik, ümmetin ayağına vurulmuş bir prangadır. Bu prangaları ellerinde tutanlar ve kontrol edenler ise İslâm beldelerindeki ulus devletlerin başındaki işbirlikçi hain yöneticilerdir.

Bugün yaşanan tüm bu acı tablo, ümmetin bu prangaları kırmadan yeniden izzetine kavuşamayacağını açıkça göstermektedir.

Müslümanlar olarak bize düşen; sahip olduğumuz gücün farkına varmak ve gücümüzün kaynağı olan İslâm akidesi ile ondan kaynaklanan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in metoduna sıkı sıkıya bağlanarak bu metot üzerinde birleşmektir. Sahih bir fikri liderlik öncülüğünde bize ait olan sistemimizi, yine bize ait olan Hilâfet Devleti’nin ikamesi ile hayata geçirmektir. Başta Filistin olmak üzere tüm dünyadaki Müslümanları bu acınası halden kurtaracak ve mevcut küresel düzenin oluşturduğu ulus-devlet sistemi ile onun reel politikasını yıkacak olan yegâne güç şüphesiz ki yalnızca İslâm Hilâfet Devleti’dir.