Bizler “Aksa Tufanı” harekâtının başladığı günün hemen ertesinde meydanlardan yöneticilere ve komutanlara seslendik. Gasıp Yahudi varlığının işgaline son vermek için ordulara seslendik. “Orduları Aksa için harekete geçirin!” dedik. Kudüs, Gazze ve Mescid-i Aksa’nın kınama mesajları ile İslam konferansı örgütünün yemekli toplantılar ile kurtulamayacağını, Birleşmiş Milletler kararlarına atıf yapmakla bu zulmün asla sona ermeyeceğini haykırdık. “İşgal altındaki Filistin’in ancak orduları harekete geçirerek gasıp Yahudi varlığından temizlenebileceğini” söyledik.
Evet, Filistin meselesinin köklü çözümünü ortaya koymak hem cihad ateşini yeniden alevlendirmek hem de Müslümanların ve orduların başlarındaki yöneticilerin ve komutanların ihanetini göstermek için meydanlarda esasi çözüme dikkat çekerek “Ordular Aksa’ya!” nidasında bulunduk.
Bu nidamız, Müslümanlar ve kalbi Filistin ile birlikte atanlar nezdinde kamuoyu haline geldi ve sahiplenildi. Birçok kesim, Filistin’in işgalden kurtulması ve Yahudilerin katliamlarının durdurulması için orduların harekete geçirilmesini söylemeye başladı. Zira bunun dışındaki çözüm adına ortaya konulanların, Yahudi varlığını meşrulaştırdığı ve işgali kökleştirdiği açıkça görülmüştür.
Bu çağrı ve nidalarımız, İslam’a ve Müslümanlara düşman kesimlerin öfke ve kinlerini artırırken, çağrımızın kastını ve hedefini anlayamadığını düşündüğümüz bir kısım Müslüman kardeşimiz de şöyle bir yaklaşımla tenkitte bulundular: “‘Ordular Aksa’ya!’ diyerek, ‘Filistin’e yol açın!’ diyerek hangi ordulara sesleniyorsunuz? Böyle yaparak Müminlerin izzetini aşağıya düşürüyorsunuz.”
Bu sözleri söyleyenlerin bir kısmı Müslümanları sadece kendi küçük gruplarından ve İslam ümmetini de sadece kendi derneklerinden ibaret sayan kimselerdir. Bunlara diyecek bir sözümüz yoktur.
Ama bu çağrımızın kastını ve hedefini anlamaya çalışan samimi Müslümanlara tekrardan şunları hatırlatmakta fayda vardır:
Bilindiği üzere bugün Müslümanların vahdetinin ve özelde Filistin topraklarının işgalden kurtulmasının önündeki en büyük engellerden birisi, Müslümanların başındaki yöneticilerin apaçık ihanetleridir. İşte bizler, bu yöneticilerin ihanet ve aldatmalarını ifşa etmek, onların Müslümanların kanlarına ve mukaddesatlarına değer vermediklerini ümmete göstermek, “çözüm” diye ortaya koydukları şeylerin çözümsüzlüğünü beyan etmek ve Filistin için gerçek çözümün orduları harekete geçirecek siyasi bir irade de olduğunu ilan etmek için, orduları harekete geçmeye davet ettik. Zira bu gibi durumlarda orduları harekete geçmeye davet etmek, Müslüman halklar ve kitleler üzerine bir farziyettir. Bunun farziyetinin delillerinden bir tanesi Allahu Teâlâ’nın şu ayetidir: [وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ] “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur!” [Enfal Suresi 72]
Zira bir Müslüman belde işgal edilirse ya da saldırı ve katliamlara maruz kalırsa, oranın ehli de işgalciyi defedemezse orduların toplanıp hareket ettirilmesi ve işgal altındaki beldeye yönlendirilmesi farzdır. İşte tam da orduları seferberliğe davetimiz, bu farziyeti yerine getirmeyen Müslüman ordulara “emri bil maruf ve neyhi anil münker” vecibesinin bir gereğidir.
Çünkü ordulara seslenerek aslında bir nevi; -yukarıdaki ayet-i kerime gereği amel etmeyen ordulara- “din hususunda kardeşlerinin yardımına icabet etmek” farziyeti ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır.
Emri bil maruf ve neyhi anil münker farziyeti gereği orduya sorumluluklarını hatırlatmak, Müslümanların izzetini aşağıya düşürmek değil, bilakis hak sözü söyleyerek Allah’ın emrine tabi olmanın verdiği bir şerefe nail olmaktır.
Şayet yöneticiler, bu farzı yerine getirmek için ordularını harekete geçirmezse ve buna engel olurlarsa o yöneticilerin değiştirilip İslam ile hükmeden ve Allah yolunca cihad eden Müslüman bir yönetici icat etmek için çalışmak da tüm Müslümanlar üzerine bir farziyet olur. İşte bizler, orduları göreve çağırdığımız gibi İslam ile hükmedecek yöneticilerin icadı için de çalışmaya davette bulunuyoruz. Pek tabi ki bunu da şer’i hükmün gereği olarak yapıyoruz.
Bu sebeple gerek Yahudi varlığının işgali sorununda gerek tüm işgal ve saldırı altındaki beldeler konusunda, her platformda gerçek çözümün Müslüman orduların harekete geçirilmesi olduğu noktasında bir çalışma yapılması zaruridir. Bu, aklın inkâr edemeyeceği bir hakikattir aynı zamanda… Zira güç ancak güçle defedilebilir.
Biz Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya vb. gibi kâfirlerin ordularına seslenmiyoruz. Zira onlardan yardım dilemek zillettir. Ancak Türkiye, Mısır, Ürdün, Suud, Tunus vb. gibi halkı Müslüman olan ülkelerin orduları böyle değildir. Onlar, Müslümanların evlatlarından oluşmaktadır.
Filistin’i ve diğer beldelerimizi kurtaracak gerçek çözümün, ordular yoluyla işgali tamamen ortadan kaldıracak ve Yahudi varlığını oralardan söküp atacak bir çözüm olması gerektiği hususunun da tüm çevrelerde konuşulması elzemdir. Yegâne gerçek çözümün Müslümanlarca benimsenip bu yönde harekete geçilesiye kadar çözüm noktasında tartışmaların sürdürülmesi gerekir. Bu minvalde yapılacak temaslar ve tartışmalarda hem vakıa açısından hem de şer'i açıdan, yegâne çözümün orduların harekete geçirilmesi ve orduları harekete geçirip işgalciyi İslami beldelerden söküp atmak olduğu, bunun için de İslami siyasi bir iradenin icat edilmesi gerektiği, her platformda yüksek sesle zikredilmelidir.
“Peki, Müslümanların başta Yahudi varlığı olmak üzere işgalci kafirleri beldelerimizden söküp atmak için yeterli gücü var mıdır?” diye bir soru sorulursa cevaben deriz ki: İslâm ümmetinin hem donanımlı orduları hem yeterli silahları hem de şehadet ve cihad arzusu ile yanıp tutuşan milyonlarca mümin gençleri vardır. Askerî güç ve donanım olarak hiçbir eksiği yoktur. Tek sorun, bu ordulara harekete geçme emri verecek liderliğin olmamasıdır. Mevcut liderliklerin böyle bir emir vermesi de söz konusu değildir. Zira bu ordular, öyle liderlerin ve yöneticilerin güdümündedir ki onlar, kendilerini sömürgeci kâfirlerin beldelerimizdeki varlıklarını ve çıkarlarını korumaya adamışlardır. Başında bulundukları karton devletçikleri koruma pahasına nice canları ve malları heder etmişlerdir. Müslümanların ırzlarını ve mukaddeslerini korumaktan men etmek için orduları kışlalara kapatan bu yöneticiler, kâfirlerin çıkarları için Müslümanların evlatlarını sahaya sürmekten hiç de geri durmamışlardır.
Bununla birlikte sömürgeci kâfirlere, Müslümanların kanlarını akıtma, topraklarını işgal etme, zenginliklerini yağmalama ve ortalıkta cirit atma fırsatı veren de bu yöneticilerdir. Küfür ordularına limanları, boğazları, körfezleri, kara ve hava geçitlerini açanlar bunlardır. Sırf sömürgeci kâfirleri hoşnut etmek için mücahitleri yakalayarak ve onların birliklerini tasfiye ederek, onların işgallerini güvence altına almak için askerlerini seferber edenler de bunlardır.
Bunların ihanetini görmek için daha neyi beklemek gerekmektedir? Yahudi varlığı, Filistin’e ve Lübnan’a saldırırken, Amerika Irak’a ve Afganistan’a saldırırken, Rusya Kafkaslara ve Suriye’ye saldırırken, Hindular Keşmir’e saldırırken, Çin Doğu Türkistan’a saldırırken, Sırplar Bosna ve Kosova’ya saldırırken bu yöneticiler, yerlerine çakılmadılar mı? Oturup seyretmediler mi? Hatta daha da ileri gidip her seferinde işgalcilerin ve saldırganların yanında yer almadılar mı? Onların lehine olan konferanslara, toplantılara, görüşmelere katılmadılar mı? Onları savunan, destekleyen ve koruyan anlaşmalara imza atmadılar mı?
Bütün bunlar göstermektedir ki gerçek çözüm için orduları harekete geçirecek İslami siyasi irade mevcut işbirlikçi yöneticilerde yoktur. Öyleyse vakıa açısından yapılması gereken; bu yöneticilerin yerine köklü çözümlere yönelerek, ordunun başında Yahudi varlığının kökünü kazımak için harekete geçecek raşid bir halifeyi naspetmektir.