Gündem yeni bir İslâm düşmanlığı ile meşgul şu günlerde. İsveç’te bir kâfir, Türk büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yakmak için yetkililerden izin istiyor, İsveç yetkilileri de bu talebi “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirerek izin veriyor ve akabinde tüm dünyanın gözü önünde bu saldırı gerçekleşiyor.
Peki, sonrasında ne oldu derseniz?
Hiçbir şey, elbette.
Daha önceki İslâm’a ve Müslümanlara yapılan her saldırı gibi bu saldırı da sahipsiz bir ümmetin durumunu gözler önüne serdi.
Ellerinde güç ve kuvvet olanlar, halkı kandırmak için sadece “kınadılar”. Müslümanlara demokratik bir din öğretmek için var olan Diyanet, bu melun hadiseyi tel’in için insanları sabah namazına çağırdı. Diğer bir takım zevat, İsveç’i siber saldırı ile tehdit etti. Kimileri de buna karşılık bir kişinin Kur’an öğrenmesine davet etti. Hatta “Kur’an’ın yakılamayacağını, yakılanın sadece kâğıt olduğunu” söyleyen, aklını ve dilini sefih bir hayata razı edenler bile çıktı.
Oysa Kur’an ve Sünnet bize hayat veren şeydir. Su ve ekmekten daha önemlidir. İki can damarına yapılan küstahça bir saldırıdan sonra tüm Müslümanların ayağa kalkıp kâfirleri perişan etmeleri gerekirdi. Tüm Müslümanlar ayağa kalktı ama ümmet bir vadide kendileri ayrı bir vadide olan yönetici ve önderler kalkmadı maalesef.
İşte tam da burada, Hizb-ut Tahrir’in “Hilâfet” çağrısı daha bir önem arz ediyor. Çünkü Hilâfet, tüm Müslümanların siyasi birliğinin adıdır. Halife ise bu birliği Allah’ın emir ve yasaklarına göre yürüten kişi.
Bir halifemiz olsaydı böylesine çirkin bir saldırı hiçbir zaman gerçekleşemezdi. Zira bu saldırının yapılacağı günler öncesinden belli idi. Bu haber halifeye ulaştığında hemen bir “nota” gönderir ve “eğer bu saldırı gerçekleşirse İslâm orduları ile gelir ve orayı başınıza yıkarım” derdi. Eğer bu saldırı yetkililerden izinsiz gerçekleşirse o zaman da “hemen o kâfirin şiddetli bir şekilde cezalandırılması veya Hilâfet Devleti’ne teslim edilmesi” istenirdi. Ki zaten İslâm’a ve değerlerine herhangi bir saldırıdan sonra İslâm ordularının harekete geçeceğini bilen kâfirler, halkın herhangi birinin İslâm’a saldırmaması için Müslümanlardan daha çok dikkatli davranırlardı.
Tıpkı Halife Mu’tasım Billah gibi. Rum valisinin yağmaladığı ve esir aldığı Amuriye (Afyon) şehrinin Müslüman ahalisinden bir kadının “Va Mu’tasımah? (Ey Mu’tasım neredesin?)” haykırışı Halifeye ulaştığında 4 bin kişilik beyaz atlardan oluşan süvari birliği ile yola çıkar ve o beldeyi kâfirlerin başına yıkar.
Şimdilerde ise seslenecek ne bir halifemiz var ne de harekete geçecek ordularımız. Kâfirlerin peşine takılmış oradan oraya sürüklenen Müslümanlar sahipsiz durumdadır. NATO’nun, BM’nin kontrolünde hareket eden yöneticiler ve ordular, onların istediği her yere gitmekte ama Filistin’den yükselen feryatlara sessiz kalmaktadır. Irak’ta Nur bacımızın mektubuna sessiz kaldıkları gibi, Bosna’da, Çeçenistan’da kör ve sağırları oynadıkları gibi. Yemen’de, Suriye’de başlarını kuma gömdükleri gibi.
Ey Müslümanlar! Yöneticiler ve önderleriniz Allah’tan daha çok kâfirlerden korkuyor ve onların rızalarını kazanmak için çalışıyor. Yeryüzünde daha rahat yaşamaları için ülkelerin servetlerini, emeklerini, canlarını ve mallarını kâfirlere peşkeş çekmekten hiç mi hiç çekinmiyorlar.
Ancak Hizb-ut Tahrir, sizi bu rezil hayatı sonlandırmaya ve izzetli ve şerefli bir hayata davet ediyor. Sizler bu çağrıya icabet ederseniz tüm Müslümanlar tek bir çatı altında toplanacak. Orduları bir, bayrakları bir, yönetimleri bir olacak. Yaklaşık 2 milyar Müslümanın ordusu milyonlarca olacaktır. 23 milyon km2 topraktan çıkan kamu malları tüm Müslümanlara dağıtılacak ve ümmet sefalet nedir bilmeyecektir. Hammadde ve petrolden mahrum kalacak kâfirler, halifenin kapısında “Kış ayını geçirmeye yetecek doğalgaz ve petrol dilenmek” zorunda kalacaktır. Ya şeytanın karanlığında boğulmaya mahkûm olacaklar ya da akın akın İslâm’a girecekler veya gönüllü olarak cizye verip Hilâfet’in çatısı altına sığınmak zorunda kalacaklardır.
Bu anlattıklarım bir filmin senaryosu veya hayal ürünü şeyler değildir. Daha 100 yıl öncesinde olan şeylerdi. Ve çok yakında yeniden olacak olan şeyler. Allah nasip ederse hepimizin şahit olacağı şeyler. Bunun için tek yapılması gereken; Hizb-ut Tahrir’in çağrısına icabet etmek ve ona nusret vermektir. Kâfirlerin köhnemiş nizamları olan demokrasi gibi, laiklik gibi fikirlerine davet edenlere icabet etmeyerek ruhumuza işlemiş olan İslâm’ın çözüm ve önerilerine sıkı sıkıya sarılmaktır.
İşte bu yapıldığında, işte o gün, emin olun tarih kitapları yeniden yazılacak, yeryüzü Rabbimizin izni ile yeniden yeşerecek, kan ve gözyaşı bitecek, şeytan ve uşakları yerin altına çekilecek, insanlık İslâm’ın aydınlığına ulaşacak ve Allah’ın vaadinin gerçekleştiğine tüm gören gözler şahit olacaktır.
İstemez misiniz, Allah’ın razı olduğu Muhacir ve Ensarlardan olmayı?
İstemez misiniz, meleklerin ve tüm varlıkların hayır duasını almayı?
Hizb-ut Tahrir şehir şehir, kapı kapı dolaşarak size ulaşmaya çalışıyor. Açın bu kutlu davaya kapınızı ve kalbinizi. Açın ki, hem dünya hem ahiret saadetine ulaşın.
Ya Rab! Bizler yeryüzünde senin davanı üstlendik ve İslâm’ın çağrısını ulaştırmaya çalıştık. Yeryüzünde şahit olduğumuz kötülüklerden bizi hesaba çekme. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak eyleme! Ve katından nusretini bir an evvel gönder!