Gitsin Ataraksiya Gelsin Ateş-Pare
26 Eylül 2018

Gitsin Ataraksiya Gelsin Ateş-Pare

Şüphesiz ki İslâm ümmetinin “avakıb-ı ahvâl”i iyi olacak; bundan yana asla bir tereddüdümüz yok. Çünkü İslâm ümmeti için hayır dolu müstakbel Allah’ın vaadi ve Rasulü’nün müjdesidir. Ancak günümüzde özelde Türkiye’deki Müslümanların tutulmuş oldukları amansız bir salgından bahsetmek istiyorum. Baktığımız zaman toplumun genelinin bu hastalıktan nasibini aldığını söyleyebiliriz. Endişem odur ki tedavi edilmediği takdirde bu rahatsızlık kronikleşecektir. Kronikleşmesi durumunda ise Müslümanların ayağa kalkması daha da bir güçleşecek, umutla iyileşip eski izzetine kavuşması beklenen İslâm ümmetinin kıyamı gecikecektir.

Girizgâhta söylediklerim, cevaba dair sizde bir merak oluşturdu da tepki mahiyetinde “Nedir acaba bu?” “Ne olabilir?” gibi soruları sorduysanız eğer; merak etmeyin, siz, bir avuç Müslüman bu hastalığa tutulanlardan değilsiniz. Neden mi? Çünkü tepki veriyorsunuz/reaksiyon gösteriyorsunuz… Evet, “ataraksiya”dan bahsediyorum.

Ataraksiya, kişide tepki yokluğu/yoksulluğu ve bu nedenle oluşan durgunluk durumuna denmektedir. Yaşananlara ilişkin karşılık göstermeme, reflekssizlik hâlidir. Kişide oluşan tepkisizliğin ya da -amiyane jargonla- vurdumduymazlığın diğer adıdır. Ataraksiya’nın bizim anlayacağımız dildeki karşılığı “sessizliğe gömülmektir”.

Yukarıdaki tariflerden hareketle ben de “teşbihte hata olmaz” kaidesinin ardına sığınarak Türkiye’deki Müslümanların genelindeki haramlar karşısındaki vurdumduymazlığı, tepkisizliği “ataraksiya” hastalığına teşbih ettim.

Değişim için duyarlılık olmazsa olmazdır. İşe duyarlı olmak, gelişmelere şer’î perspektiften reaksiyonlar göstererek başlamak durumundayız. Hücrelerimizi yenilemeli ve bu ataraksiya salgınından biran evvel kurtulmalıyız. Aksi takdirde Allah bize yardım etmez ve beklenen değişim başka baharlara kalır.

Helal ve haram refleksini yeniden kazanmalıyız. Zulmün karşısında kıyam etme bilincine yeniden varmalıyız. Zalime “zalim”, günaha “günah” diyebilme kabiliyetini yeniden kuşanmamız elzem.

Kaybettiğimiz refleks kabiliyetini gözler önüne sermek ve hastalığın hangi boyuta ulaştığının daha iyi tasavvur edilebilmesini sağlamak adına birkaç örnek zikretmek istiyorum.

Olur da faizin tozu bulaşır dolaysıyla kursağımıza haram lokma girer” anlayışından hareketle banka binasının yere yansıyan gölgesine dahi basmaktan imtina eden bir geçmişe sahipken, faizi umursamayan bir nesle dönüştük.

Kendisine gâvur çikolatası ikram edildiğinde “buna gâvur eli değmiştir ben yemem” diyen bir geçmişe sahipken Batı’dan ithal edilen laiklikle, demokrasi ve onun acı meyvelerinden özgürlük düşünceleriyle hemhâl olmayı önemsemeyen bir nesle dönüştük.

Allah’ın emri gereği zinayla arasına mesafeler koyan, yanına dahi yaklaştırmayan o denli hassas bir geçmişe sahipken, ciddi paraların kazanıldığı bir sektöre dönüşmüş zina cürmüne, her şehirde resmî olarak açılan onlarca zinahanelere karşı duyarsızlaşan bir nesle evirildik.

Lafın arasında -amiyane tabirle- “var mısın iddiasına” sözüne dahi kumar olacağı endişesiyle refleks gösteren bir geçmişten, devlet eliyle oynatılan “Milli piyango, toto, loto, ganyan, kazı kazan, iddaa” gibi kumar müesseselerine söyleyecek sözü olmayan bir nesle dönüştük…

Çoğaltmak mümkün ancak kastımın anlaşıldığını ümit ederek bu örneklerle iktifa ediyorum.

Bizim zulme de, zalime de, günaha da söyleyecek sözümüz, ortaya koyacak bir tepkimiz var ve olmalıdır da…

Gelelim ataraksiya hastalığının tedavisine. Ataraksiya hastalığının panzehri ateş-pare olmaktır.

Ateş-Pare

Osmanlıcada; “durup dinlenmeyen, yiğit, ele avuca sığmaz, durağan/donuk olmayan, tepkisiz kalamayan” anlamında da kullanılmaktadır. İşte yukarıda zikrettiğim münkerlere karşı dertlenmek, vurdumduymazlık aymazlığından uyanmak gerekir. İşlenen günahlara karşı ateş-pare olunmalıdır. Kısacası zulme ve zalime karşı söyleyecek sözümüz olmalıdır. Çünkü münker karşısında genel bir sorumluluğumuz olduğu gerçeğini hiçbir zaman akıllardan çıkartmamak gerekir. Bu Rasulullah efendimizin şu kavliyle sabittir:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ

Sizden kim bir münker görürse, onu eliyle değiştirsin. Gücü yetmezse, diliyle yine gücü yetmezse kalbiyle... Bu da imanın en zayıfıdır.” [Muslim]

Münker karşısında takınılması gereken tavır hadiste gayet açıkça beyan edilmişken, münkerin/cürümlerin kol gezdiği günümüzde Müslümanların ölüm sessizliğine bürünmeleri caiz değildir. Müslüman kaygılı olmak zorundadır. Müslümanın günaha ve zulme söyleyecek bir sözü olmalıdır. Yaşadığı semtin, mekânın, ülkenin vs. hakkını tastamam tevdi etmelidir. Tamamlayıcı olması bakımından şu rivayet manidardır:

في حديث أَبِي سَعِيدٍ الخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِيَّاكُمْ وَالجُلُوسَ عَلَى الطُّرُقَاتِ فَقَالُوا مَا لَنَا بُدٌّ إِنَّمَا هِيَ مَجَالِسُنَا نَتَحَدَّثُ فِيهَا قَالَ فَإِذَا أَبَيْتُمْ إِلَّا المَجَالِسَ فَأَعْطُوا الطَّرِيقَ حَقَّهَا، قَالُوا وَمَا حَقُّ الطَّرِيقِ قَالَ غَضُّ البَصَرِ وَكَفُّ الأَذَى وَرَدُّ السَّلاَمِ وَأَمْرٌ بِالْمَعْرُوفِ وَنَهْيٌ عَنِ المُنْكَرِ

“Ebû Saîd el-Hudrî Radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadiste Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Yollarda oturmaktan kaçının! Sahabeler: Biz buna mecburuz. Meselelerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o hâlde yolun hakkını verin, buyurdu. Yolun hakkı nedir ey Allah’ın Rasulü? dediler. Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selam almak, marufu emredip münkerden nehyetmektir, buyurdu.” [Buhari, Muslim]

Birgün Haccac-ı Zalim namıyla meşhur Irak valisi Yusuf’a bir ihtiyar yaklaşır ve, “Ey Emîr! Halife Ömer de sertti; fakat zalim değildi. Ömer gibi ol!” der.

İşte bu refleksi kaybettik…

Bu duyarlılık artık bizim yitiğimiz…

Yöneticilerimizin vardır bir bildiği” demek gibi büyük bir vurdumduymazlık girdabında kaybolduk. Ya da zulmü kamufle ettikleri süslü ve aldatıcı sözlere kandık, sorgulamadık helal mi haram mı, günah mı sevap mı diye… Zulmün ardı arkası kesilmezken ataraksiya hastalığının oluşturduğu komplikasyon gereği *“olsa da olur olmasa da olur”*cu olduk…

Zulmü asla alkışlayamayız. Zalimden yana bir tavır içerisinde asla olamayız. Tıpkı İmam Ebu Hanîfe’nin ortaya koyduğu tavırda olduğu gibi:

“Eğer ben ve oğlum yalnız başımıza olsak dahi yine de zalim sultaya karşı ayaklanırdık. Zalim yönetici benden Vasıt Mescidi'nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine de kabul etmem.”

Son söz olarak…

Şiarımız; zalimin günahına ortak olmak ve yine zalimin zulmüne tepkisiz kalmak değildir. Bilakis karşısında arz-ı endam edip duyarlılığımızın gereği hakkı haykırma olmalıdır. Üzerimizdeki ölü toprağını silkelemek ve günaha/zulme karşı kaybettiğimiz duyarlılığı yeniden kazanmak durumundayız.

Ateş-pare bir tavırla günahlara karşı koymayı kendimize vazife edinmeliyiz. Gitsin ataraksiya gelsin ateş-pare…