Bu uçurum, Osmanlı’nın parçalanması ve Müslümanların siyasi birliğini sağlayan Hilâfet’in ilgasıyla birlikte Hilâfet coğrafyasında kurulan ulus devletler sonrasında ortaya çıktı.
Bu devletlerde, devletin kimliğini oluşturan anayasalar halkın değer ve inançları esas alınarak yapılmadı; sömürgeci Batı esas alınarak yapıldı.
Bu devletlere kimliğini halkları vermedi. Aksine düşman kabul ettikleri ve reddettikleri sömürgeci Batı verdi.
İşte bu dayatma, Müslüman halkların istek ve taleplerini dikkate almayan, sadece sömürgeci kafir Batı’nın isteklerine göre hareket eden ulus devletler ve yöneticileri ile halkları arasında bir uçurum ve ayrışmanın ortaya çıkmasına yol açtı.
Yüz yıldan beri var olan bu uçurum ve ayrışma, özellikle Filistin’in Gazze bölgesinden küçük bir grubun 7 Ekim’de gasıp Yahudi varlığı “İsrail”e vurduğu büyük darbenin arkasından gasıp Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik giriştiği mezalim, soykırım ve katliamlar sonrasında, daha da derinleşmiştir.
Müslüman halklar için Filistin toprakları, Kudüs ve Mescid-i Aksa mübarek ve kutsal yerlerdir.
Yahudi varlığı 75 yıldır bu toprakları ele geçirmeye ve kendilerine vaat edildiğini iddia ettikleri “Büyük İsrail”i kurmaya çalışmaktadır.
Şu anda Filistin’in neredeyse %90’nını işgal etmiştir.
Defalarca Mescid-i Aksa’ya baskınlar düzenlemiş, o mübarek mescidin hürmetini çiğnemiştir.
Savunmasız, sivil Filistinli Müslümanların -bebek, çocuk, kadın, yaşlı demeden- oluk oluk kanlarını akıtmış, tarihte eşine az rastlanır korkunç katliamlar yapmıştır.
Yahudi varlığının bu korkunç zulümleri karşısında Müslüman halklar her zaman Filistin’i desteklemişler, Müslüman Filistinli kardeşlerinin yanında olmuşlar, yöneticilerinden de Yahudi varlığına karşı harekete geçmelerini, Filistin’i kurtarmalarını talep etmişlerdir.
Müslüman halkların yöneticileri ise -sözde- Filistin halkını destekliyor görünseler bile gerçekte Yahudi varlığının baskı, zulüm ve katliamlarına göz yummuşlar ve Yahudi varlığına karşı bir türlü harekete geçmemişlerdir.
Yahudi varlığının yaptığı saldırılar, Filistinli Müslümanların şahsında aslında bütün Müslümanlara yapılmış olmasına rağmen Müslümanların orduları âdeta kışlalarına çakılıp kalmış, bu büyük aşağılamaya razı olmuş, kendi halklarını büyük bir utanca boğmuşlardır.
Son iki haftada Yahudi varlığının Gazze’de başlattığı katliam ve mezalim, Müslüman halklar için bardağı taşıran son damla olmuştur.
Endonezya’dan, Pakistan’a, Yemen’den, Irak’a, Türkiye’den Ürdün’e, Mısır’dan Fas’a kadar bütün Müslümanlar ayağa kalkmış, camileri, mescitleri, sokakları ve meydanları doldurarak Filistinli kardeşlerini desteklemiş, onların yanında olduklarını göstermişlerdir.
Mısırlı Müslümanlar, 2011 Arap Baharı’ndan bu yana gösterilere kapalı olan Tahrir meydanını doldurmuşlar, Refah sınır kapısına yürümüşler, sırtlarında Gazze’ye su ve erzak taşımışlar, sınırların kaldırılmasını talep etmişlerdir.
Bahreyn’de Yahudi varlığının elçiliği ateşe verilmiş, Lübnan ve Ürdünlü Müslümanlar, sınıra doğru ilerleyerek sınırı oluşturan duvarları aşmaya çalışmışlardır.
Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerde Yahudi varlığının elçilik ve konsoloslukları önünde büyük katılımlı gösteriler yapılmış, “İsrail” ile bütün ilişkilerin kesilmesi, diplomatlarının sınır dışı edilmesi, “İsrail” ile savaş durumuna geçilmesi istenmiş, “Ordular Aksa’ya!”, “Mehmetçik Gazze’ye!” çağrısında bulunulmuştur.
Amerikan elçilikleri ve askerî üsleri ile NATO üsleri önünde protesto gösterileri düzenlenmiştir.
Ancak Müslüman halkların bu duyarlılığı, bu çağrıları, istek ve talepleri karşısında yöneticiler yine sağır kesilmişlerdir.
Halklarını teskin etmek için Yahudi varlığını cılız bir şekilde kınamışlar, tarafları itidale davet etmişler, “İsrail” sorununu var eden Birleşmiş Milletleri göreve çağırmışlar, arabuluculuğa soyunmuşlar, Batı görev verirse “insani yardım” ve “Gazzelileri tahliyeye hazır olduklarını” söylemişlerdir.
NATO istediğinde ordularını NATO’nun çıkarları için harekete geçiren yöneticiler, kendi halklarının “Ordular Aksa’ya!” çağrısına icabet etmemişlerdir.
Kendilerini seçen, yetkilendiren, otoritenin esas sahibi olan halklarının istek ve talepleri yerine sömürgeci kafir Batı’nın isteklerine göre hareket etmeyi tercih etmişlerdir.
İşte bahsettiğimiz Müslüman halklar ile yöneticileri arasındaki ayrışma ve derinleşen uçurum tam olarak budur.
Müslüman halklar, Filistin meselesine imani bir mesele olarak bakarken, Allah’ın emrinden bakarken, “Müslümanlar kardeştir!” ayeti gereğince kardeşlik hukukundan bakarken yöneticileri, sömürgeci kafir Batı’nın planları çerçevesinde bakmaktadır.
Artık Müslüman halklar kendileri gibi düşünmeyen, hissetmeyen bu yöneticilerin kendilerini temsil etmeyen tutumlarından bıkmış ve yorulmuşlardır.
Ve anlamışlardır ki; kendi hayatlarındaki pek çok sorunla birlikte Filistin sorununun kaynağı, bu yöneticilerdir.
Filistin’i değil Yahudi varlığı “İsrail”i koruyan, ayakta kalmasını sağlayan, bu yöneticilerdir. Daha iki hafta öncesine kadar “İsrail” ile “normalleşme” sırasına girenler, bu yöneticilerdir.
Bu nedenlerle bu yöneticilerden kurtulmadıkça sadece Filistin değil, hayatlarındaki pek çok sorun, kendi inandıkları, düşündükleri ve istedikleri gibi asla çözülmeyecektir.
Müslüman halklar, kendilerini temsil etmeyen bu yöneticilerden kurtulmak istiyor.
Müslüman halklar, kendi inançları olan İslam’ın kimliklendirdiği bir devlet istiyor.
Müslüman halklar, sınırların kaldırılmasını ve kardeşleriyle birleşmeyi istiyor.
Müslüman halklar, kendileri gibi inanıp hisseden Hz. Ömer gibi yüksek duyarlılığa sahip raşid halifeler istiyor.
Müslüman halklar, kendileri talep etmeden sorunlarını çözen yöneticiler istiyor.
Müslüman halklar, sadece Filistin için değil, dünyanın neresinde olursa olsun zulüm gören bütün Müslümanlara sahip çıkacak, koruyacak, onlara zulmedenleri ordularıyla şiddetli bir şekilde yakalayıp cezalandıracak râşidî bir Hilâfet Devleti istiyor.