Bir Müslüman olarak hiç kendi kendimize “Müslüman nedir? Müslüman kime denir?” sorularını sorduk mu? "Müslüman kimdir?" sorusuna yanıt olarak belki sayfalarca, ciltlerce kitap yazılabilir ama en sade ve net tanımıyla Müslüman; Kelime-i şehadet getirerek Allah'a teslim olmuş İslam dinini tercih ve kabul etmiş her kişidir.
Müslümanın tanımındaki en önemli ve dikkat çeken nokta kuşkusuz "La ilahe illallah" yani "Allah'tan başka ilah yoktur" diyerek verdiğimiz sözdür. Öyle ki bu söz bizi dünyadaki bütün insanlardan ayırarak bize Müslüman olma şerefini, İslâm kimliğini verir.
Bir Müslüman olarak Allah'tan başka ilah yoktur derken Allah'a verdiğimiz bu sözün vakasını ne kadar iyi biliyoruz? Yada verdiğimiz sözün, üstlendiğimiz sorumlulukların ne kadar farkındayız?
La ilahe illallah şehadeti; yegâne idare eden yaratıcı, Rab olma vasfı ile yüce Allah Subhanehû ve Teâlâ’dan başka mabud olmadığını vurgulamaktır. İlah; kendisine ibadet edilen, tapılandır. Ubudiyet; mutlak boyun eğiş, tam bir sığınış ve uymak için bütünü ile mabuda teslimiyettir.
Bu teslimiyet ise dünya yaşamında tüm amellerimizi Allah'ın emir ve yasakları ölçeğinde yerine getirerek nefsini O’na teslim ederek, işlerini O’na havale ederek ve O’na tevekkül ederek gerçekleştirilir.
İşte bu bağlamda ilahın (uluhiyetin) anlamı; O’nu kulların eğilimleri, fiilleri noktasında -ki burada fiillerden kastımız yalnızca insanın yemek yemesi, uyuması, giyimi, kuşamı, nasıl ibadet edeceği, çalışma hayatı, eğitim hayatı vb. değil aynı zamanda insanın düşüncelerine ve duygularına da sevgisine, merhametine, nefretine öfkesine de yalnızca Allah'ın hükmetmesidir- tek hüküm, yasa belirleyici ve düzenleyici olarak Allah'ı birlemektir.
Bir Müslüman olarak Allah'a verdiğimiz sözün vakası budur ve hayatın her alanına amellerimize, düşüncelerimize, duygularımıza Allah'ın hükmetmesidir.
Maalesef bizler bugün verdiğimiz sözü unuttuk. Hayata dair bakış açımız, fiillerimizin, duygularımızın, düşüncelerimizin amaçları, gayeleri değişti. Bugün hayatını Allah'a adamayan, Allah için sevinmeyen öfkelenmeyen bireyler haline dönüştük. Müslüman kimliğimizi unutunca kafamız o kadar karıştı ki bugün hangi olaya nasıl tepki vereceğimizi şaşırdık.
Öyle ki bugün Türkiye Milli Kadın Voleybol takımının kazandığı Avrupa şampiyonluğuna dahi nasıl bir tepki göstereceğimizi şaşırdık. Voleybol takımı için gurur mu duyalım yoksa utanç mı duyalım tartışır hale geldik. Hatta bu takımda Allah'ın lanetlediği bir işi yapan lezbiyen olan ve bunu meşrulaştırmaya çalışan bir oyuncuya dahi gereken tepkiyi gösteremedik. Bu kişiye saygı mı duymalıyız yoksa Allah için öfkelenmeli miyiz bunu da tartışır olduk?
Oysa ki biz La ilahe illallah demiştik! Amellerimize, düşüncelerimize ve duygularımıza Allah hükmedecek diyerek bir söz vermiştik!
Öyleyse olayları bir Müslüman olarak verdiğimiz sözü hatırlayarak tekrar değerlendirelim.
Rabbimiz ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ Ben, cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat 56)
Başka bir ayette de فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا "Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar." (Nisa 65)
Bu kadar açık ve net olan ayetler ışığında tekrardan olaylara baktığımızda; Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın Müslümanlara haram kıldığı fiilleri yapan ve aleni bir şekilde “Laik Cumhuriyet Kadını” anlayışını savunan ve bunun rol modelliğini yapan; Allah'a şirk koşan, aynı zamanda Allah'ın lanetlediği bir iş yapan oyuncuyu savunan yine onu da meşrulaştırıp rol model olarak benimseyen takım için bir Müslümanın vereceği tepki yalnızca şudur: İşlenen aleni haramlardan asla razı olmamak, Allah için yapılan bu haramlara öfkelenmek ve Müslüman kadınların düştüğü bu durumdan utanç duymaktır!
Kardeşlerim Allah'a verdiğimiz sözü hatırlayalım. Hatırlayalım ki Allah'ın razı olmadığı bu hayat tarzından, insanoğlunun aklından çıkan hükümlerle yönetildiğimiz akidesi laiklik olan, bizi sürekli cehennem ateşine sürükleyen, toplumu ifsat eden, Allah'ın gazaplandığı ve lanetlediği işleri meşrulaştıran, Allah'ın kelamını Kur'an-ı Kerim'in yakılamasını anayasal bir özgürlük sayan bu kapitalist nizamı terk edelim. Bize hükmeden beşeri sistemlerden "la" diyerek vazgeçelim. Tam bir teslimiyetle Allah'ın emir ve yasaklarına teslim olalım.
Biz Müslümanlarda olması gereken teslimiyet anlayışı, Rabbimizin bizden istediği ve mümin olmanın ön şartı olarak ayetinde ifade ettiği teslimiyet olmalıdır.
[فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا] “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan tüm anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”[Nisa 65]
Evet, kelime anlamı olarak “teslim olmak” anlamına gelen İslâm’ın bizlerden istediği teslimiyet şuuru, verdiğimiz sözün vakası işte budur. Gelin Allah'a verdiğimiz sözü hatırlayarak bir hayat nizamı olan İslam'ın yeniden yeryüzünde hakim olması Allah’ın (svt) vaadi, Rasul’ün (sav) müjdesi, Ümmetin umudu ve kurtuluşu olan Râşidî Hilâfetin kurulması için çalışalım.
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ “Çalışanlar işte böyle bir kurtuluş için çalışsınlar.” [Saffat 61]