Geçtiğimiz günlerde ülkemizde yaşanan olaylar toplumsal olarak geldiğimiz noktayı bizlere bir kez daha gösterdi. İzlediğimiz ve duyduğumuz haberler toplumun gidişatına yönelik kaygılarımızı arttıran cinsten. Kimseye bir zararı olmayan Diyarbakırlı Ramazan Hocanın katledilmesi, üşümesin diye taksisine aldığı adam tarafından taksicinin vurulması ve bu cinayetten sonra Aydın’da bir kadının taksiciye “senin gibi taksicileri arkadan vursunlar” deyip küfretmesi, İstanbul’da bir ev sahibinin 16 yıllık kiracısıyla kira zammından dolayı tartışarak çocuğunun gözleri önünde ona kurşun yağdırması...
Kocaeli’de komşusunun karısıyla ilişkisi olduğunu öğrenen kocanın, komşusuna cinsel saldırıda bulunup videoya kaydetmesi, şantaj yapıp otomobilini istemesi suçundan 46 yıl hapisle yargılanması; Kades uygulaması üzerinden yardım isteyen kadının polisi vurması, Tiktok’ta bir kadının para karşılığında canlı yayında dekoltesinden su dökmesi rezilliği...
Diğer taraftan Filistin’deki masum çocukların katledilmesine dahi “milliyetçi” bakışından dolayı üzülmeyen, vahşetin boyutunu gösteren fotoğraf ve videolara rağmen “Araplar bunu hak etti” yorumlarını yapabilen empati yoksunu insan(olamayan)lar... Ünlü yazar Tolstoy “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.” sözünü sanki bu tipler için söylemiş.
Evet, bu ve benzer vakıalar yüz yıllık laik Türkiye’nin geldiği seviyeyi göstermektedir. Genel olarak yadsınamayacak şekilde sorunlu, güvensiz ve güvenliksiz, ahlâki açıdan yozlaşmış bir durumdayız. Ticaretinde aldatan, ekonomisinde batıran, okulunda eğitemeyen başarısız bir sisteme maruzuz. İnsanlar arasında bir güvenilmezlik, tedirginlik, bir kötülük hâli ortaya çıktı. Üstelik bu durum ortaya çıkmakla kalmadı, gitgide artmakta ve yayılmaktadır. “Sosyal ya da toplumsal çürüme” olarak adlandırabileceğimiz bu hâl değerlerimizi kaybetmemize, güvenin azalmasına ve suç oranlarının artmasına etki eden ürkütücü bir durumdur.
“Çürüme” dediğimiz şey bozulmayı ifade eder. Dolayısıyla insanların, bu bozulmanın sebeplerini objektif bir şekilde durup düşünmeleri gerekir. Mesela taksiciyi öldüren adam ya da bir başkası kolaylıkla nasıl cinayet işleyebiliyor? Yürürlükteki kanunlarda alacağı cezadan korkmuyor olabilir mi? Eğer Rabbimizin “Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız” (Bakara, 179) diyerek akıl sahiplerine seslendiği ayet uygulansaydı bu kadar kolay cinayet işlenebilir miydi?
Faize dayalı kapitalist ekonominin devamlı artan enflasyon oranları yüzünden hayat pahalılığı oluşmasaydı kiraların ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyatı bu kadar artar mıydı?
Asgari ücret kadar olan kiralar yüzünden ev sahibi ve kiracılar birbirini vurur muydu? İnsanca yaşamak için gerekli olan zaruri ihtiyaçlarını ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamayan babalar cinnet geçirir miydi?
Laik eğitim sisteminde Atatürk ilkeleri öğrencilere empoze edilmeseydi bu denli ulusçu, Türk ırkını kutsayan, Araplardan da bu denli nefret eden insanlar yetişir miydi? İslâmi eğitim sisteminde “Birbirinizle tanışmanız için sizi kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileri olanınızdır.” (Hucurat, 13) bilinciyle yetişmiş öğrenciler olsaydı, kendi seçemediği ırkından dolayı insanlar küçümsenip dışlanır mıydı?
Para kazanmanın her yolunu mubah gören, menfaat sağladığı için fuhşiyatı kazanç kapısı yapan kapitalizm olmasaydı, kadınlar Tiktok gibi platformlarda ahlâksız içerikler çekebilirler miydi? İslâmi hükümler uygulanıyor olsaydı zina yapanlara verilecek ceza göze alınabilir, eşler bu kadar kolay birbirini aldatabilir miydi?
Seküler eğitim sistemi yerine İslâmi eğitim veriliyor olsaydı Allah Azze ve Celle’nin “Zinaya yaklaşmayın. Gerçekten o çirkin bir hayâsızlık ve kötü bir yoldur.” (İsra, 13) öğretisi insanlarda mefhumlaşacak ve bırakın zinayı, zinaya yaklaştıracak davranışlar bile yasaklanacaktı.
Malumunuzdur ki cezanın/cezalandırmanın amacı, suç işleme eğiliminde olanları bu davranışı yapmaktan caydırmak ve daha önce suç işlemiş olanların yeniden suç işlemelerini engellemektir. Ancak laik kapitalist sistemde toplumsal çürümeye sebep olan unsurlara hem izin verilmekte hem de caydırıcı cezalar verilmemektedir. Allah Azze ve Celle’nin yasakları meşrulaştırılmakta, emirleri yasaklanmakta dolayısıyla da çürüme kaçınılmaz hale gelmektedir.
“Çürüme” bir süreci, o sürecin sonunda ya da sonuna yakın bir aşamasında gelinen durumu gösterir. Yüz yıl önce cumhuriyet ile başlayan laik süreç toplumun kimyasını değiştirip çürümesine neden olmuştur.
Toplumu ve nesilleri her anlamda bozan, yozlaştıran kapitalizmden kurtulmanın vakti çoktan gelmiştir. Bu sebeple kokuşmuş kapitalist sistemi çöpe atıp yerine hayat veren Allah Azze ve Celle’nin şeriatını kulları üzerine tatbik edecek Hilafeti tesis etmek, bu bozulmadan rahatsız olan her akıl sahibinin öncelikli işi olmalıdır.