SURİYELİLER DE KİM?!
18 Mart 2023

SURİYELİLER DE KİM?!

Allah-u Teâlâ Hz. Adem’in (as) çocuklarını farklı ırklarda yaratmış, daha sonra insan nufüsü çoğalınca kabile halinde yaşamaya başlanılmıştır. Asırlardır devam eden kabile, ırk farklılığı kıyamete kadar da devam edecektir.

“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13]

Bu ırk ayrımı geçmişte insanlar arasında çok fazla nifaka sebep olmuştur. Ancak Allah-u Teâlâ’nın ayetlerine kulak verenler bunu aşabilmiştir. Günümüzde batı da bu ayrım siyah, beyaz ve kırmızılık olarak mevcut iken, maalesef Müslüman topraklarda millet, ırk olarak ayrılmış durumda. Türkiye de ise Suriyeli ayrımı çok fazla mevcut tıpkı Kürtlere yapılan ayrım gibi...

Suriye’nin fethi, 634 yılları arasında Hz. Ebubekir (ra) ile başlayıp Hz. Ömer (ra) döneminde 636 yılında İslam topraklarına kazanılmıştır. Fethi gerçekleştiren o büyük komutan ise Halid bin Velid’dir (ra). Fethinden sonra asırlarca Hilafet Devletine ait bir toprak olmuş. Tebası ise en hayırlı insanlar niteliğinde olmuştur. Ta ki 1916 İngiliz ve Fransızlar Osmanlı Hilafet Devletine suni sınırlar çizip işgal edene kadar...

Birinci Suriye Cumhuriyeti, Suriye Devletinin ardından Fransız Suriye ve Lübnan mandasının bir parçası olarak 1930'da kurulmuştur. 1940'tan 1941'e kadar Suriye Cumhuriyeti, Vichy Fransa'nın kontrolü altındaydı ve 1941'deki müttefik işgalinden sonra yavaş yavaş bağımsızlık yolunda ilerlemiştir. Bağımsızlık ilanı 1944'te gerçekleştmiş, Ekim 1945'te Suriye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler tarafından da juri olarak tanınmış; 17 Nisan 1946'da Fransız birliklerinin çekilmesiyle defacto egemen bir devlet haline gelmiştir. 5 Eylül 1950'de yeni bir anayasanın kabul edilmesiyle İkinci Suriye Cumhuriyeti birincisinin yerini almıştır. O günden bugüne kadar da birçok yöneticisi olmuştur. Günümüz başkanı ise Beşşar Esad, Suriye'nin 20. ve mevcut devlet başkanıdır.

Beşşar Esad döneminde Arap Baharı başlamıştır. Suriye'deki olaylar, ilk olarak Dera'da, 15 Mart 2011 tarihinde başlamıştır. Arap Baharı'nın etkisiyle devrilen diktatörlerin ülkelerinden ilham alan Beşşar Esad karşıtı muhalifler, silahlanarak topyekûn çatışmaya girmiştir. Suriye muhalefeti, Devlet Başkanı Beşşar Esad rejimini devirmek ve kendi istedikleri bir devleti kurmak için savaşmışlardır. Ortalama 12 yıl süren bu savaş kırıntıları minimalde de olsa halen devam ediyor. Birkaç şehri muhalifler geri kalanı ise Esad almış durumda. Hatta bu iç savaş devam ederken kâfirlerin en çok korktuğu şey, Müslümanların ayaklanıp bir devlete sahip olmalarıydı. Hatta dönemin ABD başkanı Obama o dönem şöyle demişti:

“Suriye meselesi saçlarımı beyazlattı."

Biz kardeşlerimizin iyiliğini, durumun ciddiyetini saçlarımız beyazlayana kadar düşünüyor muyuz? Bu süreçte ise zulümden kaçmak isteyen kardeşlerimiz birçok ülkelere akın etmişlerdir. Geçici koruma altındaki Suriyelilere ek olarak oturma izni ile Türkiye'de yaşayan Suriyeli birey sayısı yaklaşık 100 bin kişi olup Türk vatandaşlığı almış Suriyeli sayısı ise Aralık 2022 itibarıyla 126 bin 786'sı reşit olmak üzere 223 bin 881'dir.

Geçenlerde ise Türkiye olarak yaşadığımız acı ve sarsıcı depremi Suriye'deki kardeşlerimiz de yaşadı. Suriye'de yıkım sonucu 6 binden fazla kişi hayatını kaybetti. Biliyoruz ki savaş yorgunu kardeşlerimizi koruyacak bir devletleri, yardım edecek bir yöneticileri yok. Onlara hainlik üstüne hainlik yapan zalimler var. Deprem enkazları daha oradayken Esad orayı bombaladı. Hem de defalarca... Zalimliklerine her geçen gün yenilerini ekliyor.

Başka bir hadise ise kan dondurucu. Halep’e gelen Haşdi Şabi Lideri Ebu Fadak, yanındaki Esad milisine: “Bana enkaz altından bir kadın ayarla çok tükenmiş olmasın” diyor! Düşünebiliyor musunuz? Benim aklıma geldikçe kanım donuyor. Tasavvuru dahi mümkün değil. Zaten bizim bacılarımız savaş yıllarında bunları yaşadıkları için ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Hatta alimlerden fetva isteyerek ya intihara cevaz vermelerini ya da doğum kontrol hapları göndermelerini istediler. Nerede bacısını gözü gibi korumak isteyen erler? Bakın! Onlar da sizlerin bacınız, Esad ise düşmanınız!

Bizim bilmediğimiz kim bilir daha ne hadiseler oluyor, hemen sınırımızın ötesinde. Kızını enkazdan kurtarmak isteyen baba ekipman olmadığı için kızına şehadet, tekbir getirtiyor. İnsanlar yakınlarını, Müslümanları enkazdan kendi imkanlarıyla çıkartıyor pek tabii yeterli de olamıyorlar.

Depremden etkilenen Suriye'nin Hama kentinde halk yardım istiyor: "Ey Ümmet-i Muhammed. Durum çok kötü, bize yardım eden kimse yok." Feryatları ulaştı mı sizlere? İşittiniz mi? VALLAHİ MESULUZ, ALLAH BİZLERİ HESABA ÇEKECEK.

Peki, sınırın ötesinde durum dehşet iken, kendi içimizde Suriyelilere neler yapılıyor?

Deprem enkazlarında maddi değer olan eşyalar maalesef çalınıyor. Bu çalan kişileri zaten konuşmaya gerek dahi yok, içinde insanlara karşı merhamet kalmamış aciz ve aşağılık insanlar onlar. Ancak kendilerini Türkçeyi tam bilmedikleri için ifade edemeyen Suriyelilere de bu iftiralar atılıyor. Her milletin iyisi kötüsü olduğu gibi birkaç kişinin işlediği bir suçta binlerce insana haksızca mal ediliyor. Bu hiç adil değil. Bizler bir suç neticesinde mahkemeye çıksak, bizimle beraber ailemiz yargılansa bu adil olur mu? Bakın, sadece aile diyorum bir milleti dahi içine katmıyorum. Oysa babanın işlediği suçtan evlat, evladın işlediği suçtan ise baba mesul değildir. Sahabeleri hatırlayınız, babası Müslüman olup kendisi müşrik olan yahut babası müşrik olup kendisi Müslüman olan... Hangisi, bir başkasının günahını çekti? Haşa bizler adalet koyucuyuz da, Allah’ın (svt) hükümlerini bertaraf edip, beğenmeyip yenisini mi getireceğiz? Nedir bu kin, bu öfke?!

Suriyeli Ömer Hassun, hala enkaz altında olan 14 ve 17 yaşındaki çocuklarının başında beklerken yağmacı zannediliyor. Türkçesi zayıf olduğu için kendisini ifade edemeyince darp ediliyor. Neredeyse yüzü tanınmayacak halde. Başka bir olayda ise depremin ilk saatlerinde Suriyeli bir aile enkazın altından tam 8 kişiyi çıkartıyor ve gün ışımaya başladığında ise kaçıyorlar. Neden mi? Maalesef Müslüman kardeşlerimize ırkçılığı, ayrımcılığı “koskoca Türkler”, yardımsever Türkler olarak vermişiz ki üzerlerine suç atılmasından korkuyorlar. Daha elim bir hadiseyi anlatayım mı sizlere? Ağlamamak mümkün değil. Bir aile enkaz altında kalıyor, önce kızları kurtarılıyor. Daha sonra kız çocuğu ısrarla enkazın altını gösteriyor, annem ve babam var diye. Ekiplerin ellerinde ısı ölçer alet var ancak ısı alıp seslendikleri halde ses alamayınca bırakmak istiyorlar. Kız, daha çok ısrar ediyor. Ve bunun sonucunda anne ve baba kurtuluyor. Onlara neden cevap vermediniz denildiğinde ise Türkçem zayıf, Arapça cevap verirsem kurtarmazsınız diye korktum diyor. Utandınız değil mi, Kardeşlerimize bunların bizler eliyle verildiğinden... Utanın! Zira bu utanç hepimizin.

Suriyelilerle ilgili iddialara karşı kendilerine yardım eden Suriyelilerle beraber Mehmetçik, durumu özetleyen bir video kaydetmişti, videoda ise:

“Bu hırsızlığın ya da kötülüğün Suriyelisi Türkü yok. İnsani değerlerden yoksun, ahlakı olmayan, edebin olmayan herkes yapar”.

Ne kadar da doğru demiş, Mehmetçik. Suriyeli bir grup, İstanbul’dan Hatay’a giderek depremden etkilenen insanlara yemek yapıp dağıtıyorlar, başka bir Suriyeli ise 5 yıl önce Maraş'a yerleşiyor ve depremden sonra dükkanındaki meyve sebzeleri kaldırım kenarında ihtiyacı olanlara sunuyor, birçok yardım faaliyetlerinde bulunan Suriyeliler de mevcut.

1999 depreminde yağma, hırsızlık olmadı mı? O zaman da mı Suriyeliler vardı? Allah ayetlerinde sürekli akletmez misiniz, düşünmez misiniz diyor. Peki bizler bu olayları ne kadar akledip, düşünüyoruz?

Deprem sonrası Hama kapısı Suriyelilere açıldı ve Müslüman kardeşlerimiz yola koyulmaya başladı. Binlerce kişinin gittiği yer ne kadar güvenli, orada onları ne bekliyor, zaten bir savaştan çıkıp geldiler, zalimler onları ellerinde silahları, dillerinde zehirleriyle bekliyorlar. Peki, ya dönseler? O zaman da ırkçılığı kuşanmış, ensar olmayı becerememiş bir toplum bekliyor... Burada olanlara ise ülke içinde yaptırım başlandı. Depremzedelere ev verilmiyor, kyk yurtlarında kalamıyorlar, sadece beklemek için otogardalar izinsiz dahi dışarı bile çıkamıyorlar..

Unutmayalım, Allah (svt) bizleri yaptıklarımızdan hesaba çekecek hatta yapmadıklarımızdan da hesaba çekecek. Bizleri kardeş kılan Allah-u Teâlâ, kardeşine sahip çıktın mı diye sormaz mı? Aranıza suni sınırlar çizenlere karşı komşularınızı korudunuz mu diye sormaz mı? Hatta sizler ensar onlar muhacir olduğu halde, Sahabelerin de (ranhum) bu durum neticesinde cenneti kazandıklarını bizler de bildiğimiz halde cennete talip mi olacaksınız, ne yaptınız diye sormaz mı? Vallahi hesabımız çetin olacak. Aramızdaki nifak tohumlarını kaldırmadığımız, suni sınırları bertaraf etmediğimiz, Allah’ın hükümleri ile hükmedilmediğimiz müddetçede iflah olmayacağız..

Şimdi Şam topraklarını bizlere emanet eden Rasulullah'a (sav), orayı fetheden komutana, sahip çıkan halifelere yıllarca korunmuş olduğu halde bizler sadece bi asırdır tahakkuk edilen köhne sistem yüzünden onları terk mi edeceğiz? Irkçılığı, milliyetçiliği ayaklar altına alan Rasulullah'ı (sav) unutup baştacı mı yapacağız bu fasit fikir ve duyguları? Ne çabuk unutuyoruz Evs ve Hazrec kabilesini. Ne çabuk unutuyoruz kardeşliği, insanlığı ve dahi Allah-u Teâlâ'nın emirlerini.

Suriyeli Müslümanların, geçmişte bir çok savaşta öncülük ettiklerini de unutuyoruz. Çanakkale Savaşı bizlerin zaferi değil midir? Şimdi bu ırkçılık hezimeti altında sizler nefes alabiliyor musunuz? Ben alamıyorum. Kardeşlerimize yapılanlar, yaptıklarımız reva mıdır?

Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur :

“Müjdeler olsun Şam’a! Bizler: −Ya Rasulallah! Bu hangi sebepten ötürüdür? dedik. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: −“Kuşkusuz ki Rahman’ın melekleri kanatlarını Şam’ın üzerine germiştir.” [Tirmizi, İbni Hibban, Tergib ve Terhib 6/93]

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki o zamanda Şam(daki savaş)a katılmayan hiçbir mü’min kalmaz!” [Hâkim 4/457, 8413]

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Şam’a yerleşin! Orası Allah’ın seçkin kullarının mekanıdır. Allah’ın seçkin kulları Şam’da otururlar. Kim, Şam’da oturmak istemezse, Yemen’de otursun. Su ihtiyacınızı da Şam’ın göletlerinden ve havuzlarından karşılayınız! Çünkü Allah-u Teâlâ Şam’ı ve burada oturanları korumayı üstlenmiştir.” [Taberânî Mu’cemu’l-Kebir, Albânî Sahîhu’l-Câmi’ 4070]

Böylesine övülmüş bir beldenin insanlarına yapılanlar haksızlık olarak bizlere yeter. Çünkü bizler kavimlerin bir üstüğünün olmadığını biliyoruz ancak bizlerin yapması gereken husus saygı ve kardeşlik şuurunu kaybetmemektir.

"Muhakkak ki Allah, güzel davrananların [muhsinîn] ecrini zayi etmez." [Hud 115]

Acı ve sarsıcı deprem bizlere ikazdır, hatırlatmadır. Eğer biz bu ikazda toparlanmazsak yeniden günahlara döner hakikate göz yumarsak halimiz nice olur?

Bizler iman ediyor ve inanıyoruz ki Müslümanların içinde kardeşlik şuuru halen devam ediyor, bu deprem bizlere bunu gösterdi. Elhamdülillah..

Rabbim kardeşlerimiz ile aramıza suni sınırlar koyanları da koruyanları zelil eylesin. Bizlere yeniden ırkçılığı unutturup tek devlet, tek millet, tek bayrak altında Halifeye biat edip Hilafet Devletinde yaşamayı nasip etsin. Bizlere gerçek ensarlar olmayı nasip etsin.

Hatice Yiğit Öğütlü