“Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü, Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü, İniltiler geliyor doğudan ve batıdan, Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü.” Geçtiğimiz hafta Peygamber Efendimizin (sav) doğumunun yıldönümü hasebi ile televizyonlarda, sosyal medyada kutlama mesajları ve düzenlenen programlar ile karşılaşmışsınızdır. Özellikle Müslüman bir ülkede yaşamamız dolayısı ile bu tür kutlamalar kadar doğal bir şey de yoktur elbette…
Peygamberin (sav) mevlidi yani dünyaya teşrifleri penceresinden bakacak olursak şüphesiz alemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah’ın (sav) doğumu biz Müslümanlar için çok özel bir yere sahiptir. Peki, Rasulullah’ın (sav) bizim nezdimizdeki bu özel yeri sadece O’nu (sav) etkinliklerde hatırlamaktan mı ibarettir? Sadece Efendimizin (sav) doğumunu kutlamak mıdır O’nu özel yapan? Ya da O’nu (sav) anmak mıdır? Veyahut Rasulullah’ın (sav) doğumunu hatırlatan etkinlikler düzenlemek mi? Zannetmiyorum. Zira Rasulullah (sav) bize doğumunu ya da ölümünü anmayı değil, hayat rehberi olan Kitap ve Sünneti’ni miras bırakmıştır.
Rasulullah (sav) biz Ümmetine iki emanet bırakmıştır. Şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bırakıyorum, sarıldığını müddetçe asla sapıtmazsınız. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri Sünnetimdir.”
Bugün nerede Rasulullah’ın (sav) miras bıraktığı Kuran, nerede Sünnet? Okullarda, medreselerde kuru bir ezber olarak okutulsun, raflarda tozlanmaya terk edilsin, pratikte karşılığı olmayan teori kaynağı olsun diye mi bizlere bırakıldı bu emanet? Adını andığımızda hürmeten salavat getirdiğimiz Peygamberin (sav) Sünneti hayatımızda karşılık bulmuyorsa hangi örneklikten ya da hangi sevgiden bahsedilebilir ki? Şimdi duruma farklı bir pencereden bakalım: Örnek almadığımız, hayatımıza yansıtmadığımız Rasulullah’ın (sav) miras bıraktığı Sünnet ve İslam nizamı gerçekten hayatımızda uygulanıyor olsa Ümmet olarak bu halde olur muyduk? Böyle dağılmış, parçalanmış; Allah’ın (svt) helal-haramlarından bihaber olur muyduk? Siz söyleyin, gençlerimiz günahların içinde debelenir durur muydu? Zulüm, acı ve gözyaşı mazlumun diğer adı olur muydu? Gam ve kederin adresi İslam beldeleri olur muydu? Asla! Bugün Rasulullah’ın (sav) örnekliği ve kıymeti sadece doğumunu kutlamak ve birkaç günde anmaktan ibaret olmasaydı bu halde olmazdık. Kella olmazdık… Rasulullah’ın (sav) sünneti; Allah’ın (svt) dinini yeryüzüne hakim kılmaktır… Hakkı haykırmaktır… Mazluma kol kanat germektir… Adaletle hükmetmektir… İyiliği emretmek kötülükten nehyetmektir… Kardeşin derdiyle dertlenmektir… Kadınları Allah’ın (svt) emaneti olarak görmektir…
Kısacası, Sünnet bir hayat nizamıdır… Yoksa sünnet bunların hepsini görmezden gelmek, yok saymak ve zulüm gören Müslüman beldelerden yükselen haykırışlarına sessiz kalmak, acıları gözyaşlarını görmezden gelmek demek değildir. Kısacası Rasulullah’ın (sav) varlığı aydınlık, yokluğu da zulümdür. Yokluğunda her şey alt üsttür. Tıpkı şairin dediği gibi; “Haritanın en beyaz noktasına kan düştü, Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü, Mahkûmlar yargılıyor; hâkimler mahkûm şimdi, Hakların temeline sanki bir volkan düştü.” Evet, cahiliye asrının karanlık günlerinden Rasulullah’ın (sav) Sünneti ile nasıl karanlıklar aydınlığa çıktı ise biz de bugün Rasulullah’ın (sav) bize bıraktığı Kuran ve Sünnet’in hayata tatbiki ile karanlık, zulüm gören dünyamız refaha erişecek, nesillerimiz İslam’ın birkaç güne sığdırılmayan bilakis bir hayat nizamı olan bir din olduğunu anlayacaklardır… Anlayacaklar ve kanla sulanan, adaletin kılıcının kırılmasıyla zulümlerin doğduğu topraklarımıza tekrardan İslam’ın tatbiki ile güneşin yeniden doğduğunu görecekler… Rasulullah’ın (sav) miras bıraktığı Kur’an ve Sünnet’in egemen olduğu bir hayat özlemimiz ve yarınımızdır.
Özlemlerimize ve yarınlarımıza kavuşmak duasıyla…
Zeynep İmamoğlu