13 asır boyunca Müslümanlar İslam Devletinin gölgesinde, birlikte, dinlerine bağlı bir şekilde güven ve huzurla yaşadılar. Müslüman tarihçilerden bize yetişen haberlerden bunu okumaktayız. Ta ki İslâm Devleti yıkılana kadar. Devletin yıkılışını hızlandıran olgulardan belki de en önemlisi Arap milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği olmuştur. Neticesinde ise devlet yıkılmış Kapitalist nizamın beldelerimize taşınması ile aralarında sınır olmayan Müslümanlar birbirlerine yabancılaştırılmıştır.
Bugün yüzyıl sonra geldiğimiz nokta, o zaman ekilen milliyetçilik tohumlarının hasadıdır. Ne yazık ki İslam bir bütün olarak tatbik edilmediği günden itibaren zihninde zillete yer vermiş insanlar mantar gibi türemiştir. Onlar için saldırıya uğrayan “insan” eğer kendi grubundan veya milletinden değilse ora halkının katiyen umurunda değil. Halbuki Allah’tan (svt) korkmanın amelde ve zihinde pratiği böyle olamaz. Allah’tan (svt) korkmak insanın aklına ve kalbine nakşolduğunda bunun hayattaki tezahürü, Peygamber Efendimizin (sav):
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” (Tirmizî, Birr 18) gereğini yerine getirmektir. Peygamberimiz (sav) “Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız...”(Müslim, Îmân 93-94) diyerek bu meselenin ehemmiyetini açıkça vurgulamıştır. Bununla birlikte asıl değinmek istediğim önemli kısım şu; günümüz vakıasına dönüp baktığımızda yönetim koltuğundaki kuru vicdanlı adamlar, dünden bugüne hem kendi beldelerinde hem de İslam coğrafyasının diğer yerlerinde sömürü düzenlerini diri tutmak için milyonlarca insanı katleden, işkence eden, mallarını talan eden kâfirlerle aynı masaya oturup bu gelinen noktadan ise kendilerine sadece başarı payı çıkarıyorlar.
Çok geriye gitmeden sadece birkaç gün öncesinde Filistin’den yükselen şehadet haberlerini okuduk. Nijerya da sistem ordusunun ABD ile ortak planladığı, 87 sivil Müslümanın acımasızca öldürdüğü katliamlarının üzerini “yanlışlıkla” oldu diyerek örtüyor. İslam’a olan kinlerinden dolayı Danimarka’da bir kâfir Kur’an’ı Kerim’i bir camii ve Türk elçiliğinin önünde yaktı ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav) hakaret içerikli afiş açtı. Büyük elçilik buna karşılık sadece mehter marşı çaldırdı. Bu nasıl bir zihin bulanıklığıdır. Had bildirmekten geri duran İslam beldelerinin yöneticileri tüm olanlara göz göre göre sessiz kalmaktadır. Aynı zamanda kendi yönettikleri bu topraklarda bile bizler bu gayri İslâmi anayasa ve kanunlar altında adaleti mum ışığıyla arıyoruz. Ne toplum olarak ne de Ümmet olarak bize yapılan tüm zulümlerin haksızlıkların hesabını soracak makam bulamıyoruz ve soruyoruz:
Söyler misiniz; İslam coğrafyasındaki Müslüman kardeşlerimizin ve bizlerin hakkını kim savunacak?
Kutsal mekânlarımıza, kutsal kitabımıza, Peygamberimize ve değerlerimize elini, dilini uzatanların gerçek anlamda haddini kim bildirecek?
Bir asırdır sadece isimleri değişen zalimleri ve kâfirleri işledikleri cürümlerle birlikte KİM YARGILAYACAK?
Günümüz dünyasının yönetim pratiğinde kurulu vahşi Kapitalist sistemden bu durumun ıslahını beklemek hatalıdır, çözümsüzdür. Hakikati yalan ile örtbas etmeden, çözüme giden yola yüzümüzü dönmeliyiz. Allah (svt) korkusu ile donanmış yöneticiler bu Ümmetin yitiğidir. Hz. Ömer (ra), Ömer bin Abdülaziz, Selahaddin Eyyubi gibi gücünü Allah (svt) korkusundan alan yöneticiler ancak bu Ümmete ve değerlerine sahip çıkabilirler.
Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur.” (Müslim K. İmara H. No:1851)
“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hâkim, 1/93)
“Dikkat edin İslâm bir dairedir. Döndüğü müddetçe siz de kitapla (Kuran/Sünnet) beraber o dairenin içinde dönünüz. Dikkat edin, kitap ile sulta (din ve devlet işleri) birbirinden ayrılacak. Dikkat edin, onlar, bizden olmayanlar sizin başınıza emir (idareci) olacak. Sizin aleyhinize olan, kendilerinin lehine olan şekilde hükmedecekler. Eğer onları dinlemezseniz sizi öldürecekler, itaat ederseniz sizi saptıracaklar. Onlara karşı Meryem oğlu İsa Aleyhi’s Selam’ın arkadaşlarının davrandığı gibi davranın. Onlar ki testerelerle biçildiler, çarmıha gerildiler ama yine de davalarından vazgeçmediler. Allah’a itaat ederek ölüm, Allah’a isyan ederek yaşamaktan daha hayırlıdır.” (Taberani Mu’cemu’l Kebir.)
Bu hadisler üzerinde durulması gereken fevkalâde dikkat çekici tespit ve çok ciddi birer uyarı niteliğindedirler. Anlaşılacağı üzere bu durumda İslâm Ümmetinin bütünlüğünü temsil eden siyasi liderlik olarak Hilâfet Devletinin kurulması kaçınılmazdır.
“O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O, dilediğini muzaffer kılar. O, çok güçlüdür; engin merhamet sahibidir.” [Rum, 4-5]
Zalimlerin ve hainlerinin akıbeti ise şüphesiz cahîmdir.
“Şüphesiz ki kâfir olan ve zulmedenleri, Allah bağışlayacak ve onları bir yola hidayet edecek değildir. Onları ileteceği tek yol) içinde ebedî kalacakları cehennem yoludur. Ve bu, Allah’a kolaydır.” [Nisâ 168-169]
Hatice Uluşık