İslam yeryüzündeki tek hakikat. Öyle ki Hz. Adem’den (as) günümüze kadar hak batıl savaşının kazananı, insanlığın aydınlığı ve rızayı ilahinin emri, cenneti kazanmanın da reçetesi.
Son asır dedim. Çünkü en vahim, en ibret verici olaylar bu asırda oldu, olmayada maalesef devam ediyor. Bütün peygamber kavimlerinin helakını aynı anda yaşıyoruz; tartıda hile, eşcinsellik, putperestlik... Saymakla bitiremeyeceğimiz bir çok günahında ilkine öncülük ediyoruz. Peki, biz bu hale nasıl geldik?
13 asırdır dünya lideri konumundayken, sadece bir asırdır bu haldeyiz. Nedeni çok açık ve net: Batı hadaratı! Kafir batının türlü oyunlarına önce sessizlikle sonra ise yaşayarak cevap verdik. Hatta öyle ki batıdan daha batıyız. Buna rağmen bunca kötülükleri aynı anda yaşayıp helak olmuyorsak Rabbimizin bize verdiği büyük bir nimetin içindeyiz demektir. Peki, nimeti nasıl değerlendireceğiz, şükrünü nasıl eda edeceğiz? İslam'ı önce kalbimizde, nefsimizde, zihnimizde hissedip daha sonra harekete koyularak.
Bizler unutuyoruz Fahri Kainat Efendimizin (sav) Ümmeti olduğumuzu, O'nun (sav) çektiği zorlukları, O'na (sav) yoldaşlık edenleri, nelerden vazgeçip neleri istediklerini...
Dünyadan vazgeçip ahireti istediler, mubahları dahi yapmaktan kaçındılar ve rızayı ilahiyeye ulaştılar. Onlar öyle bir teslimiyet ile "işittik ve itaat ettik" demişlerdi ki, bugün biz 14 asır geçmesine rağmen hala onları davalarına karşı sadıklıklarıyla, adam gibi adam oluşlarıyla anıyoruz.
Önümüzde gerçek rol modeller var. Günümüz filozoflarının, bilim adamlarının, siyasilerin dahi yapamadıklarını yapanlar var. Teslim olanlar, hakikati hem yaşayanlar hem de haykıranlar var...
Rasûlullah'ın (sav) doğduğu toplumda cahiliyye adetlerini ve daha sonra tüm kirleri İslam’ın nasıl temizlediğini, tüm nefisleri nasıl berraklaştırdığını görüyoruz. Bugün insanlık olarak aynı fıtrata, içgüdülere, yapıya sahibiz. Bireysel ve toplum olarak yapmamız gereken İslam'a dönmek, hakkı yaşamak ve haykırmak.
İslam'ın öyle bir çekim kuvveti var ki şehadet getirdikten sonra anında amel etme istediği doğuyor. Çünkü iman demek amel demek, iman demek harekete geçmek demek, iman demek tüm ifsad olunmuş düşüncelerden, akımlardan, yaşantılardan hicret etmek demek. Hakikate yürümek demek.
O halde bizleri harekete geçirmeyen nedir? Hepimiz aynı Allah'a (svt) ve aynı Rasûl’e (sav) inanıyoruz. Sahabelerin (ranhum) izlerini takip ediyoruz.
Onlar yorulduklarında dinlenmeden yeni bir işe koyuluyorlar, ümitsizlik girdabına kapılmıyorlar, pes etmeden müjdeye mazhar olmak için didiniyorlardı.
Onlar acaba mı diyerek şeytanın oyununa gelmeden, yoruldum dinleneyim demeden cennette yerim, cennette dinlenirim diyerek gayelerin gayesi Allah’ın (svt) rızasına kavuşmak için emir ve nehiyleri yerine getiriyorlardı.
İşte Yesrib'i Medine yapanlar, işte cenneti kazananlar!
Yaşantılarıyla tam da bizim karşımızdalar.
Bizler Rasûlullah'ın (sav) kardeşlerim dediği kişileriz, kendi avucuyla Kevser havuzundan su içirmeyi istediği kişileriz. Eğer bugün sıkılır, yorulur, neden diye sorarsak neleri kaybederiz, düşünelim ve harekete geçelim.
Dünya oyun ve eğlence yurdu değil, dünya bizler için tamah edip göz kamaştıracak bir yer de olmamalı. Dünya bizler için ahiret yurduna geçiş yapmaya hazırladığımız sınavdan önceki durağımız. Ahirete hareket etmeden evvel, azığımızın da derdimizin de amellerimizin de İslam olmasına dikkat edelim.
Hatice Yiğit Öğütlü