Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا “Ve böylece, sizi insanlara şahit olasınız ve Peygamber de size şahit olsun diye orta bir ümmet kıldık.” [Bakara, 143]
Bu ayet, Ümmet olarak bizlere verilen en büyük şereflerden ve aynı zamanda en ağır sorumluluklardan biridir. Allah, bizleri insanlığa şahitlik yapmak için seçmiş, vasat (orta) bir Ümmet olarak yaratmıştır. Bu vasatlık, ne aşırı sapmalara kapılmak ne de ilimden ve hakikatten uzaklaşmak demektir; tam aksine, dengeli, doğru yolu gösteren, hakkı ayakta tutan ve insanlara örnek olan bir ümmet olmaktır.
Bizler, Allah’ın vasat (orta) bir ümmeti kıldığı bir Ümmet olarak, sadece kendi varlığını değil, aynı zamanda tüm müslümanlara hatta insanlara karşı bir “şahitlik” ve sorumluluk yüklenmiş bir topluluğuz. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de bize şahittir; O'nun hayatı, sözleri ve uygulamaları bu şahitliğin temelidir.
Ama sormak gerekiyor: Bugün bizler, bu kutsal şahitliği hakkıyla taşıyor muyuz? Yoksa çevremizdeki haksızlıklara, zulümlere, adaletsizliklere sessiz mi kalıyoruz? Ve daha da önemlisi, başımızdaki "sözde" Müslüman yöneticiler ki onlar bu Ümmetin temsilcisi olması gerekirken sorumluluklarından kaçan, hakka karşı taviz verenler gerçekten bu ağır mesuliyeti taşıyorlar mı? Onlar Allah’ın rızasını ve Ümmetin iyiliğini gözetmek yerine, kendi çıkarlarını mı önceliyorlar?
Acı bir gerçektir ki, bugün Ümmet coğrafyası kan ve gözyaşıyla sınanmakta, halklar açlıkla, işgalle, zilletle boğuşmakta. Ümmetin başındakiler ise umursamazlıkta sınır tanımamaktadır.
Hâlbuki onların, Ümmeti koruyan, hakkı savunan, zalimlere karşı dimdik duran bir duruş sergilemeleri gerekirdi. Çünkü bu, onların omuzlarına yüklenmiş ilahi bir emanet ve mesuliyettir. Ama ne yazık ki, onlar kendi arzularına kapıldılar. Korkaklıklarını akıllıca davranmak gibi gösterip suskunluklarını anlaşma çabası diye sundular. Zilletlerini ise menfaat diye anlatıp Ümmeti yalnız bıraktılar. Kendi çıkarları ve koltuk sevgileri için Allah’ın rızasını unuttular. Batının çizdiği sınırlar içinde kaldılar, gerçek sorumluluklardan kaçtılar. İşte bu yüzden, Ümmet bugün içinde olduğu sıkıntıların içinde boğuluyor.
Gazze'de bebekler diri diri bombalanırken, Doğu Türkistan'da Müslümanlar kamplarda eritilirken, Suriye'de şehirler yerle bir edilirken, bu yöneticiler sadece kınamalarla yetinip izlemekle yetindiler. Ne ordularını harekete geçirdiler, ne siyasi bir birlik kurdular, ne de Ümmetin acısını gerçek anlamda hissettiler. Oysa Allah bu Ümmete şahitlik gibi kutlu bir görev yükledi. Bu görev, hakkı haykırmakla, zulme karşı durmakla, adaleti tesis etmekle mümkündür. Bu sorumluluk; korkakların, dünya sevdalılarının, koltuk sevdalılarının kaldırabileceği bir yük değildir.
Artık susmak, beklemek, ertelemek Ümmete ihanettir. Bugün bizler, ya bu zillete razı gelenlerden olacağız ya da Allah’ın izniyle bu karanlığı yaran öncülerden... Çünkü Ümmet bizden bir ses, bir direniş, bir diriliş bekliyor.
Biz şahit bir ümmetiz. Üzerimizde şahitlik eden ise Allah’ın Resûlü’dür.
Bu şahitlik, sadece bir unvan değil, bir hesaptır. Ya bu emanete sahip çıkar, Ümmetin yükünü omuzlarız. Ya da Resûl’ün (sav) gözleri önünde, mahşer günü boynumuzu bükerek hesap veririz.
Seçim bizim. Ama unutma... Ümmet seni bekliyor. O hâlde kalk! Hakkı savun, adım at! Çünkü Ümmet seni bekliyor…
Ve bil ki Allah yolunda atılan hiçbir adım karşılıksız kalmaz. Zafer, yalnızca sabredenlerindir.
Mısra Ayten