7 Ekim’den bu yana aralıksız devam eden bir soykırımla karşı karşıyayız. Siyonist "İsrail" dehşet tablosunu korkunç bir şekilde doldurmakta... Tamı tamına 51 bin insan… Kadınlar, erkekler ve çocuklar… Kimisi daha anne karnında, kimisi dün doğmuş, kimisi anne ve babasının şehadetinden sonra kardeşlerine bakmak zorunda kalmış. Kimisi ise torunlarını gömmek zorunda kalmış. 51 bin insan ve 700 gündür tüm dünyanın gözleri önünde devam eden barbarlık!
"İsrail", ateşkesin bozulmasının ardından 40 günde 1000 çocuk öldürdü; üzerlerine devasa bombalar attı, çadırlarda kalanları diri diri yaktı. Dünyanın dört bir yanında mazlum, çaresiz çocuklar, kadınlar ve erkeklerden aynı nidalar yükseliyor:
“Ey insanlar! Ey liderler! Ey söz sahipleri! Ey Müslümanlar! Zalimlerin zulmü altında ezilen, vücutları parçalanan, namusları çiğnenen, yuvaları darmadağın edilen mazlumlar için neden mücadele etmiyor, zalimin zulmüne neden dur demiyorsunuz?”
Bu nidalar bizlere şu ayeti hatırlatıyor:
“Ey müminler! Size ne oluyor da hicret edemedikleri için Mekke’de baskı ve zulme maruz kalan çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için Allah yolunda mücadele etmiyorsunuz, savaşmıyorsunuz? Üstelik onlar, "Ya Rab, bizi Mekke’deki bu zalim yönetimin elinden kurtar; lütfun ve rahmetinle bize sahip çıkacak, yardım eli uzatacak birilerini gönder!" diye feryat edip duruyorlar.” [Nisa, 75]
Bu zulüm, vicdan sahibi tüm insanların, özellikle de Müslümanların imtihanı olarak gözler önünde yaşanıyor. Müslümanların bu acı imtihanı başarıyla kazanmaları için birtakım sorumlulukları üstlenmeleri gerekmektedir.
Müslümanlar, kardeşlerini savunma, onların yanında olduklarını gösterme konusunda bir gayret ortaya koymalı ve Gazze’de adil ve kalıcı bir çözüm için çaba göstermelidir. Siyonist işgalcilere karşı hiçbir şekilde boyun eğmemeli, Batılı güçlerin dayatmalarını benimsememelidir. Düşmanının kim olduğunun bilincinde olarak hareket edip ona karşı tüm tedbirlerini almalıdır.
Unutmayalım ki tarih; insanlığın, insanlık onurunun ve insan haklarının ayaklar altına alındığı, çiğnendiği bu günleri de; bu vahşete sağır ve dilsiz kalanları da kara bir leke olarak yazacaktır. Bu kara lekelerden biri olmamak adına sorumluluklarımızı yerine getirmemiz ve uyanışa adım atmamız gerekir.
Düşmana karşı dik duruş örneğini Kassam Tugayları, kutlu “Aksa Tufanı” direnişleriyle en güzel şekilde bizlere göstermişlerdir. Müslüman bu uğurda yalnız değildir.
Resûlullah’ın da dediği gibi:
“Müminler bir vücudun âzâları gibidir.”
O yüzden başta Gazze olmak üzere aralarına sınırlar çekilip bölük pörçük edilmiş ve zulüm altında olan İslam Ümmeti, eski ihtişamlı ve izzetli günlerine kavuşmak için yekvücut olmalıdır. Bu Ümmet bir iken güçlü, ayrı iken zayıftır. Bizim zayıflığımızdan güç alıp üzerimize aç köpekler gibi üşüşen kâfirlere karşı bir olmaktan başka çaremiz yoktur.
Yaşananlar, tarih ve şer’i deliller bize bunu göstermektedir. 13 asırdır bizi bir kılan ve kâfirlere üstün kılan şey Hilafet Devletimiz iken, bugün bizi ayrı ve sahipsiz kılan şey de o devletimizin olmayışıdır. O hâlde geçici değil, kalıcı çözüm olan ve yeryüzünde tekrardan İslam Ümmetini önder ve örnek kılacak Hilafet Devletini kurmak için çalışmak gerekir. O devlet ki Müslüman’ın canını canı, malını malı, şerefini şerefi, onurunu onuru bilir. Asla ama asla kâfirlerin Müslümanların üzerine hâkim olmasına müsaade etmez, zulmüne izin vermez. Allah ve Resûlü’nün buyruğu üzere hareket eder; akan Müslüman kanını her şeyden üstün tutup korur.
Böylesi bir devlet, Müslümanlar için bir istekten ibaret değil; olmazsa olmazlardan olan farzlardandır. Bu farziyeti yerine getirmek, Gazze ile birlikte bütün Ümmetin kurtuluşuna kapı aralayacaktır inşallah.
Bu mezalim sadece Gazze’nin değil, Ümmetin meselesidir. Onlar şehit olarak bu meseleyi en güzel şekilde Allah’a sunuyor. Peki ya biz? Biz bu vebalin hesabını nasıl vereceğiz?
Seher Çakır