Tıpkı filtresiz resimler gibi kapitalizmin çirkin yüzünü çok bariz bir şekilde gösterdiği günler yaşamaktayız. Hangi yöne başımızı çevirsek berbat görüntüler ve olaylar silsilesi etrafımızı sarmış durumda. Ekonomi, hukuk, sağlık vb. alanlarında günden güne dibe batmaktayız. Ortaya atılan çözüm önerileri ise hiçbir olumlu sonuç doğurmuyor. Örneğin ekonomik sıkıntıları gidermek için atılan her adım zengini güldürüp fakiri öldürür nitelikte. Müslüman Ümmet; yeraltı ve yer üstü zenginlikleri içerisindeyken yokluk ve sıkıntılı bir hayata sürüklenmekte, acılara ve eziyetlere uğratılmakta ve nice zulümlere maruz bırakılmaktadır. Hepimizin bildiği gibi Müslümanların bu hale gelmeleri, sömürgeci kâfirlerin el birliğiyle Hilafet Devletini yıkmalarının ve bizi başsız bırakmalarının hazin bir sonucudur. Hilafet Devleti varken üç kıtaya hükmeden izzetli, onurlu, cesur Müslümanlar, bugün küfür nizamından kaynaklı fikirler içerisinde bocalayıp durmaktalar.
Her ne kadar yöneticiler bugün enflasyonun yükselmesi konusunda adaletli bir şekilde yük paylaşımı yaptıklarını iddia etseler bile bu yükselişten tek etkilenmeyen, ezilmeyen kesim her zaman olduğu gibi zenginlerdir. Asgari ücretin 5,5 bin TL olarak açıklanmasıyla birlikte kendisi 40 bin TL maaş almakta olanlar bile ekonomik daralmadan şikâyet etmekteler. Ekonomi Bakanı Nebati, “İhracat rakamları ekonomimizin sağlam temeller üzerinde yükseldiğini gösteriyor” sözleriyle insanları teselli etmeye çalışıyorsa da o temeller hiç sağlam değil, köhne, eğreti bir yapı gibi yıkılmaya yüz tutmuştur. Açıkçası enflasyon almış başını uçuyor, kanatlanmış gidiyor tutabilenler etkilenmeyenler belli bir kesim. Hani bir türkünün “bakkal amca unun var mı, şekerin var mı, yağın var mı? var var deyince ne duruyorsun helva yapsana” şeklinde sözleri vardı. İşte o un fiyatları da şeker fiyatları da yağ fiyatları da artık sizin 5,5 bin TL yapmakla övündüğünüz bütçeyle alınabilecek gibi değil! Açıkçası, yapılan zamlar nedeniyle insanların yakınları öldüğünde helva kavurup ikram etme geleneğini bile rafa kaldırmaları gerekiyor. Zira o üç malzemeyi bir arada bulabilmek zenginlik nişanesi haline geldi.
Hukuk konusundaki adaletsizliklere bakınca yine iç karartıcı tablolar görmekteyiz. Suçluları suçsuz, suçsuzları suçlu ilan ederek pek çok kararlar verilip uygulanmaktadır. Bu konuda binlerce örnek olduğu halde ben sadece Hizb-ut Tahrir’li gençlere uygulanan hukuksuz muameleye değinmek istiyorum. Yapılmayan bir konferans için yapamadıkları konuşmalara ceza verilmesi trajıkomik olaylar listesinde hatırı sayılır bir sıralamaya girer ve Türkiye’deki hukuk skandalını gözler önüne serer diye düşünüyorum.
Sağlık alanındaki gelişmeler ise apayrı bir telden çalıyor. Uygunsuz çalışma şartlarından dolayı doktorlar ülkeyi terk edip yurt dışına kaçıyor. Büyük yenilikler yapmakla övündükleri sağlık sisteminde randevu alarak doktora muayene olmak aylar sürebiliyor. Yeterli doktor bulunmadığından hastalar tedavi sürecinde büyük problemlerle boğuşuyor. Adeta hastalıklarına şifa ararken dert sahibi oluyorlar.
Edep, hayâ, ahlak dersen hepsinden bin beter. Lgbt denen sapkınlar meydanlarda cirit atıyor. Eskiden kenarda, köşede ezilip büzülen gizli gizli yaşayan bu sapkınlar, devletin onlara verdiği desteklerle sokaklarda göğüslerini gere gere gezip dolaşıyor. Her geçen gün bunlara yenileri ekleniyor. Bir de anormal hareketler yapan dans adı verilen değişik bir akım icat edenler oldu. Üstelik onların bu saçma-sapan hareketlerine İBB tarafından 215 bin dolar ödenmiş. Ümmetin parasının nerelere çarçur edildiğini öğrendikçe kızmamak elde değil.
Ah be Ümmetim! Hangi haline üzülüp ağlayayım bilemedim! İslamsız, Hilafetsiz her yanımız garip, her yanımız perişan. Allah’ın (svt) hükümlerinden uzaklaştıkça insanlar yol haritasını şaşırdılar, karanlıklara, dehlizlere bilinmezlere doğru yol almaktalar.
Hilafet Devleti yöneticilerinden biri olan hükümdar Yavuz Sultan Selim, Şam’ı fethedince Cuma namazını kılmak için şehrin en büyük camisine gider. Camide tarihi bir gün yaşanır. Hutbede ilk defa Sultan Selim’in adı okunacaktır. Sünnet kılındıktan sonra imam hutbe okumak için minbere çıkar. Padişaha uzun uzun bakar, baktıkça heyecanı daha da artar. Sıra padişahın adını anıp dua etmeye geldiğinde titrek sesiyle seslenir:
Dünyayı sallayan, kısa padişahlığında yaptıkları tarihe sığmayan koca Yavuz, söz konusu kutsal değerler, mukaddes yerler, din ve peygamber olunca inceldikçe inceliyor, hassaslaştıkça hassaslaşıyordu. Her olayda ve fırsatta, kendisinin ve devletinin esas gayesinin dünyaya hükmetmek, toprak ele geçirmek değil, dini yüceltmek ve ona hizmet etmek olduğunu gösteriyordu. Böylece Ümmete yönetici olanların nasıl onurlu, haysiyetli, adaletli, asalet dolu davranışlara sahip olacağını sergiliyordu. Çünkü o duruşunu İslami değerlerden alıyordu. Yol haritasını Allah’ın (svt) hükümlerine göre çiziyordu ve bunun sorumluluğunu taşıyordu. Günümüz yöneticilerinin durumu nerede, Yavuz Sultan Selim’in durumu nerede?
Bugün Ümmetin başındaki yöneticiler, İslami değerler ayaklar altına alındığında sıradan bir şahıs gibi ya cılız bir kınama ile kınıyorlar ya da görmezden, duymazdan gelip saltanatlı hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Kâfirler gelip Müslüman beldelerde istediği gibi cirit atarken bir de onlara kırmızı halılar serip saraylarda köşklerde ağırlıyorlar. Müslüman Ümmetinin haysiyetinin, onurunun, şerefinin çiğnenmesine müsaade ediyorlar. Ne iç siyasette ne dış siyasette Kur’an-ı Kerim’in naslarına, Rasullullah’ın (sav) sünnetine uygun çözümler tatbik etmiyorlar. “Bozuk saat bile arada bir zamanı doğru gösterir” denir ya işte onun gibi geçen günlerde Diyanet İşleri Başkanı Erbaş da “Yaşadığımız bütün sorunları İslam’ın bakışıyla çözebiliriz” dedi. Vallahi biz Müslümanlar da aynı şeyi söylüyor ve istiyoruz. Hukukta Şeriat, yönetimde Hilafet istiyoruz! Çünkü kulların koyduğu kanunlarla, hayat sistemi arapsaçına döndü. Yöneticiler işin içinden çıkamıyorlar. İslam’da hayat vardır. İslam’da hayatın her alanına yönelik dakik çözümler vardır.
Bir karıncanın gıdası olan tohumdan, kasırgalara meydan okuyan güçlü bir meşe ağacı nasıl çıkarsa bu ümmetin bağrından da nice Yavuzlar, Selimler, Aliler, Ömerler ve Hamzalar elbette çıkacaktır! Yeter ki biz Ümmet olarak İslam Devletini kurmaya gayret edelim. Yeter ki Ümmet olarak şu ölü toprağını üzerimizden atıp yeniden dirilelim! Yeter ki kendimize İslam ile yeni bir yol haritası çizelim!