Dün (10 Aralık) Dünya İnsan Hakları Günü’ydü. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin, Birleşmiş Milletler tarafından onaylanması neticesinde 1948’den beri 10 Aralık tarihi İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor.
“Dünya İnsan Hakları Günü nedir?” diye bir soru yönelttiğimizde medyanın ve insan hakları savunucularının bu soruya verdikleri cevap şöyledir: Herkesin ırk, renk, dil, din, siyasal, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin kişinin bütün hak ve özgürlüklere sahip çıkmasıdır. Madem ki insan hakları herkesin ırk, renk, dil, din, siyasal, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin kişinin hakkına sahip çıkmasıdır o vakit sormak isterim, daha geçen günlerde covid bahanesi ile aylardır evlere hapis edilen Uygurlu Müslümanların göz göre göre evlerinin ateşe verilmesi insan hakları ihlali kapsamında değil midir? Ya da başkaca bir soru soralım; Müslümanlar ateşin ortasında can verirken sözde insan hakları neredeydi?
Zannımca cevabını şöyle verebiliriz: “Bu insanlar Müslümandırlar. Rabbim Allah’tır diyen Müminlerdir ve inandıkları değerlerden vazgeçmemeleri sebebi ile insan haklarının kapsamına dahil edilemezler.”
İnsan hakları savunucularına da sormak isterim; ırklarından, renklerinden dolayı ülkelerindeki yer altı zenginliklerine rağmen yoksulluğa mahkûm edilen, Batı’nın sömürüsüne maruz kalmaları sebebi ile bir yudum su dahi bulamayan Afrikalılar için nerede kaldı İnsan hakları?
İnsan hakları sevdalılarına sormak isterim, yıllardır Orta Doğu ülkelerinde zulmün sesi dinmezken, mazlum kanı oluk oluk akarken, hayatları; beton yığınları altında sevdiklerinin cansız bedenlerini aramakla geçenler için nerede kaldı insan hakları?
Buradaki çelişkiyi, yalan siyaseti fark etmeyenimiz yoktur diye düşünüyorum. İlan edilen İnsan Hakları Günü mü yalan, yoksa insan hakları adı altında kirli emellerine erişmek isteyen Kapitalizm mi?
Herkesin güya fikirlerinde özgür ve yaşama hakkına sahip olduğu, dinine, rengine göre ayırt yapılamayacağı, yurtlarından çıkartılamayacağı gibi sözde birçok haklar tanınmıştı. İşte bu yukarıda saydığımız Müslümanların maruz kaldıkları birkaç zulüm örneği bile insan haklarının yalnızca bir safsatadan ibaret olduğunu aşikâr etmektedir. Hiç şüphesiz ferasetli Müslümanlar için bu mesele tartışmaya kapalıdır. Asıl soruya gelecek olursak zalimi, kâfiri koruyan bir insan hakları inisiyatifi varken Müslümanların koruyanı kim olacak? Ya da Müslümanlar zalimin zulmünden nasıl koruyacak? Cevabını uzakta aramanın lüzumu yoktur. Bunun cevabı: Bundan bir asır öncesine kadar koruyan, kollayan adaletle hükmedip, yalnızca Müslümanlara değil, tebası altında yaşayan kâfirleri dahi koruyan Hilafet Devleti’dir. Adaleti ile aleme nizam veren Allah’u Teala’nın hükümlerini tatbik eden bir devlettir. Kısacası Rasulullah’ın hadisiyle; “Kalkan”dır. Bu bir ütopya da değildir, asırların şahitliği olan bir realitedir.
Sonuç olarak huzuru, güveni ve insanca yaşamayı, insan fıtratının ve ahlakının katili Kapitalizm değil, özelde Müslümanları genelde çatısı altında yaşayan tebasının canını kendi canı gibi aziz bekleyen Raşidi Hilafet Devleti temin edecektir.
Zehra Akkaya