İnsanoğlu; aciz, sınırlı, hataları ve kusurları olan bir varlıktır. Dünya ise bir imtihan yeri. Bazen bu imtihan hayatının herhangi bir anında çok bunaldığımız, daraldığımız zamanlar olur. Öyle zamanlarda kendimizi rahat hissetmek için gitmeyi istediğimiz birtakım mekânlar olur. Bu alanlar bazen yeşil bir orman ya da dağlık bir alan, bazen deniz kenarı, bazen bir mesire alanı, bazen de bir ırmak kenarı olabilir. Betonlaşmış şehir hayatı, aşırı kalabalık ortamlar, trafik vb. pek çok etken insanı yorar ve insanlar bu yerlere atarlar kendilerini bir tutam huzura kavuşmak için. Kalabalık şehirlerdeki gürültü kirliliği insanları sessiz sakin ortamlara hasret bırakmaktadır. Özellikle pandemi dönemiyle birlikte insanlarda şehirlerden köylere veya kasabalara dönme isteği artmıştır. Şehirlerdeki beton yığınları insanların hayatını ne kadar monoton bir hale getiriyorsa doğal kalabilen mekânlar da o derece insanın ruhunu dinlendirmektedir.
Tabiatla iç içe olmanın en sevdiğim yönü, insanın tefekkür edebilecek pek çok görsele şahit olabilmesidir. Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan ve yeryüzünü ısıtan güneşin doğuşunu, akşam vakti gün batarken gökyüzünde oluşan o renk cümbüşünü izlemek bana mucizeye tanıklık etmek gibi gelir. Gökyüzünde süzülen kuşlara baktığımda; Allah-u Teâlâ’nın rızık ayetini çağrıştırır, dağların art arda sıralanışı Yaratıcının yüceliğini, yeryüzünün ayaklarımızın altına serilmesi dünyadaki her şeyin belli bir düzen içerisinde olduğunu gösterir. İnsan bu nimetleri gördükçe, seyredip aklettikçe bütün bunları yoktan var eden Yaratıcıya muhtaçlığını, acizliğini, verdiği nimetlerin şükrünü idrak etmede ufku açılır. Bu ahenk insanı kendine hayran bırakmaktadır. Mesela kim sevmez ki dalından bir meyve koparıp yemenin tatlılığını! O meyvenin tadı manavdan-pazardan alınan bir meyvede bulunmaz.
Tabiattaki bu muhteşem denge ve düzen her insanda farklı etkiler ve hisler bırakabilir. Esas önemli olan; yeri -göğü yaratan, ağaçları donatan Yüce Yaratıcıya tefekkür ederek kulluk bilincini idrak etmektir. İnsan bu tür doğallıkları ziyaret ettiğinde oluşan bu bilinç ile ruhunu dinlendiren eşsiz bir huzur duyar. O yüzden doğa ile baş başa kalmak insana iyi gelir. İnsan kendini tazelenmiş, dinçleşmiş hisseder. Yoğun koşuşturma içerisinde doğa ile baş başa geçirdiğimiz bir piknik gününün akşamında bile o yorgunluk bize hoş gelir. Bu güzellikleri yaşamanın hazzı çok ayrıdır. Hatta bazen televizyon ve internette denizaltı görsellerini, farklı doğal güzellikleri gösteren belgeselleri izlemek bile hoşumuza gider.
Oysa anlattığımız içimize huzur veren bu güzellikler günden güne yok olmakta. Artık ekolojik sistemdeki bozulmalar, küresel ısınma, kuraklık, susuzluk ve benzeri kavramlar gündem olarak bizi üzmektedir. Ayrıca son günlerde sizler de dikkat ettiyseniz gökyüzünde süzülen uçaklardan bir şeyler püskürtülmektedir. #ChemtrailsİleZehirleniyoruz tagı altında sosyal medyada farklı iddialar yer aldı. Bu bozulmalar hem bizim için hem de gelecek nesiller için endişe vericidir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bazı çevresel faktörlere dikkat çekmek için kamu spotu şeklinde kısa filmler yayınladı. Yine bakanlık tarafından İklim değişikliği ile mücadele kampanyaları başlatılmıştır. Bu noktada proje kapsamında yayınlanan metinde yer alan bazı ifadeleri paylaşalım: “Proje kapsamında; her bir sektör için veri tabloları şablonlarının hazırlanması, emisyon projeksiyonları ve senaryo setlerinin oluşturulması, çevrimiçi sistem olarak veri toplama altyapısı kurulması, projeksiyon çalışmaları yapılması ve senaryoların geliştirilmesi, AKAKDO sektörü karbon tutma potansiyelinin belirlenmesi, açık ekonomi temelinde bir model senaryosu oluşturulması ve uyum bildirimi taslağı oluşturulması gibi faaliyetler amaçlanmaktadır. Söz konusu Projeyle iklim değişikliği ile çözümsel tabanlı mücadele yoluyla küresel çabalara katkı sağlayarak insan kaynaklı sera gazı salımlarının azaltılması hedeflenmekle birlikte atık, tarım, bina ve ulaştırma sektörlerinde düşük karbonlu büyüme fırsatlarının değerlendirilerek, çevreye duyarlı ekonomik büyümeyi sağlayan yeni iş alanları ve yenilikçi yaklaşımların araştırılması amaçlanmaktadır. Proje kapsamında yer alan dört bileşen aşağıda belirtildiği üzeredir; Bileşen 1: Envanter çalışması ve mevcut iklim değişikliği stratejilerinin gözden geçirilmesi, Bileşen 2: AB iklim müktesebatına ilişkin düzenleyici ve sektörel etki değerlendirmelerinin yapılması, Bileşen 3: Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı (UİDEP) kapsamında olan bina, ulaştırma, atık ve tarım sektörlerine ilişkin eylemlerin, azaltım maliyetlerinin ve potansiyelinin belirlenmesi, Bileşen 4: Uzun vadede düşük karbon salımının gerçekleştirilmesi amacıyla bina, ulaştırma, atık ve tarım sektörüne yönelik sera gazı emisyonu senaryo modellemesi yapılması ve eylem alanlarının önceliklendirilmesi amaçlanmaktadır.”
Bakanlığın yaptığı bu proje ve çalışmalar problemleri çözerek çevreyi eski haline getirebilir mi bilemeyiz! Ama problemi zaten kapitalizmin kendisinin oluşturduğu bilinen bir gerçek. İnsanlara, menfaati uğrunda eğitim, sağlık, hukuk vb. alanlarda zulmeden kapitalist sistem ne doğaya gereken değeri verir ne de hayvanlara! Yıllardır hunharca katledilen tabiat dengesinin bozulması bir anda olmamıştır. Doğal hayat mahvolurken yöneticiler görmediler mi? İş işten geçip bıçak kemiğe dayanınca mı tabiattaki dengelerin bozulduğunu fark ettiler? Bu sorunlarının esas temeli kapitalist sistemin sömürü açlığından kaynaklanmaktadır. Kapitalist sistem bazı iş insanlarının fabrika açarken arıtma tesisi kullanımı konusunda vazgeçirici cezalar uygulamayıp fabrika atıkları çevreyi ve suları kirlettiğinde birtakım çevrecilerin veryansın etmesiyle konuyu ele almaktadır. Ya da arıtma tesisi sadece göstermelik olarak yapılıp kullanılmamaktadır. Sanayi şehrinde yaşadığım için bunun pek çok örneğine şahit oldum. Bu konuda binlerce örnek verilebilir. Bir takım sermaye sahiplerinin ceplerini doldurmak için diğer insanların sağlığını tehdit eden pek çok kuruluşa kontrolsüzce izin verilmektedir. Kapitalizm ne insan sağlığına ne gıdaya ne de çevreye önem verir. Aksine o menfaatçilik uğruna bütün bunları ifsat eden bir sistemdir.
İnsana, doğaya, hayvanlara kısacası yaratılmış olan bütün mahlûkata, Ümmetin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü bütün kaynaklara ancak İslam nizamının tatbik edildiği Hilafet Devleti gerektiği şekilde değer verir ve sahip çıkar. Çünkü İslam öyle mükemmel bir nizama sahiptir ki; kıyamet kopuyor olsa bile elindeki fidanın dikilmesini emredecek derecede doğayı korumaktadır. Yine Hz. Ömer’in (ra) “Dağlara buğdaylar serpin; Müslüman ülkede kuşlar aç kaldı demesinler.” sözüyle de bırakın evcil hayvanları, yabani kuşları bile düşünerek çözüm üreten mükemmelliktedir. İnsanlığın da hayatın da kâinatın da kurtuluşu ancak onları yoktan var eden Yüce Yaratıcının nizamlarının tatbikiyle mümkündür. Bize düşen ise bu yolda çalışmaktır. وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَؕ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ “De ki; “Çalışın; yaptıklarınızı Allah da peygamberi de müminler de görecektir. Sonunda, gizliyi de açığı da bilenin huzuruna çıkarılacaksınız ve O size yapmış olduklarınızı haber verecektir.” [Tevbe 105]