İslam Ümmeti, devleti var olduğu asırlar boyunca hakları gasp edilen, mustazaf duruma düşen mazlumların hamisi olmuş, ne pahasına olursa olsun zalimin karşısında durmuştur. Öyle ki bu şiar Hilafetin son kalesi Osmanlı’nın, Topkapı Sarayı’ndaki girişinde şu yazıyla vurgulanmıştı: “Ya vâliyete kulli mazlum” yani “Tüm mazlumların sığınağı”. Bu şiarı Halifeler hiç şüphesiz Allah Azze ve Celle’nin bir emri olduğu için yerine getirmişlerdi. Zira Rabbimiz zulmün her çeşidini yasaklamakta; Müslümanlara bütün zulümleri ortadan kaldırmak için çalışmalarını farz kılmaktadır.
Allah Azze ve Celle “İyi bilin ki Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir” (Hud 18) buyurarak zalimleri lanetlemekte; “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sakın sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Âdil olun.” (Maide 8 ) diye emrederek adaleti yüce bir değer olarak göstermekte ve zulmün zıddı olan adaleti ayakta tutmaları için Müslümanlara çağrıda bulunmaktadır.
Haksızlığa göz yummak, zulme ve zalimlere ses çıkarmayıp seyirci kalmak kesinlikle câiz değildir. Bununla alâkalı Ümmet olarak bir iç muhasebe yapabileceğimiz çok çarpıcı bir hadis var. Bu hadisi okurken Filistin’de ağlayarak bizlerden yardım isteyen kadınlar ve sosyal medyada bakamayacağımız derecede vahşice katledilmiş çocukların görüntüleri de aklımızda olsun:
Cabir (ra) anlatıyor:
Deniz muhacirleri (yani, Habeşistan'a hicret edenler), Rasulullah’ın (sav) yanına döndükleri zaman Rasulullah (sav) onlara:
“Habeşistan memleketinde gördüğünüz acayip şeyleri bana anlatır mısınız?” buyurdu.
Muhacir gruplarından bir genç şunu anlattı:
Peki, Ya Rasulullah! (Bir gün) biz oturuyorduk. O sırada onların rahibelerinin yaşlılarından biri, başında büyük bir su testisi taşıyarak yanımızdan geçti. Biraz sonra onların gençlerinden birisinin yanından da geçti. Genç de, ellerinden birisini kadının iki omzunun arasına koyup onu itti. Kadın da dizleri üstüne düştü ve testisi kırıldı. Sonra kadın kalkınca gence dönüp baktı ve:
Ya zalim, Allah'ın kürsüyü koyup önceki ve sonraki (bütün) insanları topladığı ve eller ile ayakların sahiplerinin işlemiş oldukları şeyleri anlattıkları zaman (kıyamet günü büyük mahkeme kurulduğunda) sen (ne suç işlediğini) bileceksin. Yarın Allah'ın huzurunda benim durumum ile senin durumunun nasıl olacağını bileceksin, dedi.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Kadın doğru söylemiştir, kadın doğru söylemiştir. Allah, zayıfların hakkını güçlülerden almayan bir ümmeti nasıl takdis eder (pislikten ve günahlardan arındırır).” [Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 20, Hds.4010]
Bu rahibenin uğradığı zulme dahi bunu söyleyen Efendimiz (sav) acaba Filistin ve diğer beldelerdeki Müslümanların uğradığı zulüm için bize ne derdi?
Bu hadis ışığında Müslümanların bugünkü haline baktığımızda neden acınacak halde olduğumuzu anlayabiliriz. Bugün Müslümanların yaşadığı ulus devletler bombalar altında inim inim inleyen mazlumların yardımına koşmuyorlar, onları zalimlerle baş başa bırakıyorlar. Geçmişte Afganistan’da, Irak’ta, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Suriye’de ve şimdi de Filistin’de olduğu gibi onları yardımsız bırakıyorlar. İslâm’ın korunmasını emrettiği din, can, mal, namus ve nesil emniyetini sağlamıyorlar. Zaten Müslümanların başındaki yöneticilerin kendi koltuklarını korumak, ulusçuluk zihniyetiyle ülke sınırlarını muhafaza etmek ve emperyalistlere hizmet etmenin dışında bir dertleri de yoktur. Onlar hiçbir zaman adaleti tesis edip mazlumların hamisi olamazlar çünkü en büyük zulüm olan sömürgeci şirk sistemini başta kendileri devam ettirmektedirler. Onların bu tutumlarına rağmen Allah Azze ve Celle bizden zulme rıza göstermememizi, kimden gelirse gelsin zulme karşı çıkmamızı emretmektedir.
Hz. Ali’ye (ra) nispet edilen şu söz de zulme neden başkaldırmamız gerektiğine dikkat çekmektedir: “Zulmün iki unsuru vardır: zalim ve mazlum. Zalim, zulmettiği için; mazlum da zulme rıza gösterdiği için hesaba çekilir.”
Bugün Filistin’de Müslüman kardeşlerimizin zulme rıza göstermeyen izzetli duruşlarına şahit oluyoruz. Onlar topraklarını gasp eden, masum bebekleri dahi vahşice katleden, kutsal Mescid-i Aksa’yı işgalcilere karşı korumaya çalışan sayıları az, onurlu insanlardır. Bugün onların yardımına zulüm sisteminin emin bekçilerinin koşmasını beklemiyoruz. Zira onlar ordularını göndermeyip sadece “kınayarak” taraflarını belli etmişler ve mazlumdan yana değil zalimden yana olduklarını ispatlamışlardır.
Artık Müslümanların, iki kere ikinin beş etmeyeceğini bildikleri gibi zulüm sistemi olan laik kapitalizmden ve onların yöneticilerinden mazlumlara bir fayda gelmeyeceğini bilmeleri gerekir. Allah Azze ve Celle’nin emirlerine uymak sadece namaz kılmak, oruç tutmak ya da tesettür ile sınırlı değildir. Eğer Müslüman isek başta tüm şerlerin kaynağı olan laik kapitalist ideolojiye ve ondan kaynaklanan diğer tüm zulümlere de karşı çıkmamız gerekir. Yoksa Efendimizin (sav) haber verdiği üzere Rabbimiz bizleri asla pisliklerden arındırmayacaktır. Ne kadar çok Kur’an kursları açsak, ne kadar namaz kılsak, ne kadar çok para toplayıp yardım faaliyetinde bulunsak da durumumuz değişmeyecektir.
Son günlerde tartışılan Kelime-i Tevhid bayrağını devletin kendisi taşımadığı müddetçe de mazlumların bir sığınağı olmayacaktır. O bayrağı âleme taşıyacak ve yeniden mazlumların hamisi olacak ise inşaAllah İkinci Raşidi Hilafet Devleti olacaktır. Bu sebeple tüm Müslümanların var güçleriyle onun kurulması için çalışmaları gerekir.
“Zulmedenler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini (yakında) bilecekler.” [Şuarâ, 227]