Devlet Aklı (!)
18 Mayıs 2025

Devlet Aklı (!)

“Aman efendim devlet aklı böyle çalışmaz! Elbette ki biz de sınırlarımız güvende olsun ayrıca din kardeşlerimiz güvende olsun isteriz. Elbette Mesicid-i Aksa güvende olsun isteriz, ama devlet aklı bu, sizin gibi düşünmez!”

Ne sık duyduğumuz sözler bunlar değil mi? Suriye’deki iç savaşta, Mısır’daki darbede ve 1945’ten beri Filistin’deki işgal ve katliamların hemen ardından bu sözleri, televizyonda gündem yorumcularının akın ettiği taraflı siyasetin konuşulduğu programlarda bazen bir milletvekilinden bazen bir akademisyenden bazen de bir gazeteciden duyarız.

Bu sözler bazen halkın aklını küçümsemek bazen de kolay soruların cesaret isteyen cevaplarını vermekten kaçınmak için kullanılır. Örneğin; Türkiye’deki Müslümanlar olarak Gazze’de katledilen Müslüman kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermek için devletin “İsrail’le” olan bütün ticari ilişkilerini kesmesini talep etmiştik. Bu talebimize karşılık olarak siyasilerden ve sözde aydınlardan şu yanıtı işitmiştik; “Ekonomik olarak zarar görürüz. Uluslararası ve devletler arası anlaşmalar var bu yüzden “İsrail” ile ticaret kesilemez. Devlet aklı böyle çalışmaz!”

Müslüman halklar olarak Gazze’deki kardeşlerimizi kurtarmak için “Ordular Aksa’ya” dediğimizde de cevap yine aynıydı. “Savaşa sürüklenir zarar görürüz. Devlet aklı böyle çalışmaz!” Ama söz konusu Rusya’ya karşı Ukrayna’ya SİHA gönderilmesi olduğunda devlet aklı, uluslararası anlaşmalardan, hukuktan, savaştan ve zarar görmekten çekinmemişti.

Yukarıdaki soruları ve benzerlerini her ne zaman yöneticilere sorsak, her ne zaman dünyanın dört bir yanında zulüm gören Müslüman kardeşlerimize yardım için çırpınsak ve yardım için yetkilileri göreve çağırsak hep bu ve benzeri sözleri duyduk. Taleplerimizden dolayı devlet adamları, milletvekilleri, gazeteciler ya da akademisyenler tarafından cahil görüldük. Hatta bu taleplerimizden vazgeçerek susmamız istendi. Çünkü onların şöyle bir devlet aklı anlayışı vardır; “Devlet aklı bütün akıllardan üstündür. Sorgusuz mutlak itaat gerekir. Devletin çıkarı her şeyden üstündür.”

Burada “Devlet aklı nedir? Devletin çıkarlarının üstünlüğü nedir? Sorgusuz itaat nedir?” gibi akademik ve siyasi tartışmalara girmeyeceğim. Burada dikkat çekmek istediğim nokta şu: Halka liderlik eden kanaat önderlerinin, milletvekillerinin, gazetecilerin vb. kişilerin “devlet aklı üstündür” söyleminin ardına sığınarak olayları menfaat odaklı, dar bir bakış açısıyla ve yanlış bir beklentiyle nasıl değerlendirdiği noktasına dikkat çekmek istiyorum. Bu yanlış değerlendirme ile Müslümanları nasıl kandırıp oyalamak istediklerini anlatmak istiyorum. Şöyle ki Müslümanlar olarak Gazze’deki kardeşlerimizin kurtarılması için “Mehmetçik Gazze’ye” diyerek Gazze’ye askeri müdahale yapılması gerektiğini söylediğimizde bir milletvekili ya da bir akademisyen klasik olarak şu ifadeleri kullanıyor: “Eğer Türkiye Gazze’deki kardeşlerimizi kurtarmak için “İsrail’e” karşı bir askeri harekat düzenlerse bunun bir bedeli olur. Ekonomik bedeli olur, askeri bedeli olur, siyasi bedeli olur, çok ağır bedelleri olur.” Hemen ardından da “Mehmetçik Gazze’ye” talebi akıl dışı bir taleptir. Devlet aklı böyle düşünmez” diyorlar. Sanki biz, Müslümanlar olarak böyle bir harekatın bedelleri olacağını bilmiyormuşuz gibi bizi aşağılayarak yorumda bulunuyorlar. Biz askeri olarak da, ekonomik olarak da, siyasi olarak da, bu talebimizin bir bedeli olacağını elbette ki biliyoruz. Ama biz onların aksine bu dünyada ödeyeceğimiz bedellerden korkmuyoruz. Amerika’dan Avrupa’dan, aç kalmaktan, makam ve mevkilerimizi kaybetmekten, batıya hizmet edememekten korkmuyoruz.

Biz bütün bunlardan daha çok, Allah’ın gazabından, O’nun emrine karşı gelmekten korkuyoruz. Gazze’deki ve dünyadaki birçok Müslümanın ahirette bize soracakları hesaptan korkuyoruz.

Müslümanlar olarak yaşadığımız bu hayatı sadece bugün varmışçasına menfaatlerimize ve dünya sevgimize odaklı yaşamıyoruz. Yaşadığımız bu hayatı böylesi dar ve yanlış bir bakış açısıyla değerlendirmiyoruz. Biz Allah’ı razı etmek için bir adım attığımızda onlar gibi bu dünyada ödeyeceğimiz bedellerden asla korkmuyoruz.

Başımızdaki hain yöneticilerin yaptığı gibi sahte bir samimiyetle biz de Gazze’ye yardım etmek istiyoruz. Ama ABD ve AB’den dolayı elimiz kolumuz bağlı demiyoruz. Uluslararası kuruluşlardan hiçbir karşılığı olmayan hayali yardımlar talep etmiyoruz. İİT ’nin yaptığı gibi hiçbir etkisi ve değeri olmayan yemekli toplantıların organize edilmesini istemiyoruz . Muhatabının kim olduğu belli olmayan cihat çağrısının yapılmasını istemiyoruz.

Bedeli her ne olursa olsun, biz açıkça hakkı söylüyoruz. Bir çağrıda bulunurken, Allah’tan başka kimseden çekinmeden, doğrudan çağrının muhatabını hedef alıyoruz.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiç bir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür…” [Enfal 72 ]

Rabbimiz bizden kardeşlerimize yardım etmemizi istediğinde bedeli her ne olursa olsun bunu yerine getirmeye çalışıyoruz. Biz bedel ödemekten korkmuyoruz. Çünkü biz, Rabbimizle bir ticaret yaptık. Rabbimiz Tevbe 111’de şöyle buyuruyor : “Hiç şüphesiz Allah, Müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaattir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleyiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.”

İşte biz bu bilinçle bedelsiz bir zafer olmayacağının farkındayız. İslam davetini taşımak bedel ister. Allah adını yüceltmek bedel ister. Cennet için savaşmak bedel ister. Tıpkı Sahabeler gibi, atalarımız gibi, fedakarlık yapmayı, bedel ödemeyi kabul ediyoruz. Allah’ın şu vaadine güveniyoruz:

“Allah, sizlerden iman edip sâlih ameller işleyenlere yeminle şunları va‘detti: Kendilerinden önceki Müminleri kâfirlerin yerine geçirip hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacaktır. Kendileri için seçip râzı olduğu İslâm dinini mutlaka yerleştirecek ve onlara bu dîni hayatlarında uygulama güç ve imkânını verecektir. Ayrıca içinde bulundukları korkulu dönemin ardından onları tam bir emniyete kavuşturacaktır. Çünkü onlar yalnızca bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim nankörlük edip inkâra saparsa, işte onlar doğru yoldan çıkanların tâ kendileridir.” [Nur 55]

Bugün tablo ne kadar karanlık olursa olsun, biz Allah’ın vaadine güveniyoruz. Gazze’nin yahudi işgalden kurtulacağına, dünyadaki bütün Müslümanların maruz kaldığı zulmün son bulacağına ve yeniden Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulacağına iman ediyoruz. “Devlet aklı” söylemlerinin arkasına saklanmıyoruz.

Unutmayalım ki kardeşlerim, Konstantinopolis’in fethi de imkansız görülüyordu. Ama Müslümanlar tarafından defalarca kez kuşatıldı. Allah’ın vaadine inananların bu uğurda nice bedeller ödediğine tarih şahittir. Fetih er ya da geç gerçekleşecekti. Sadece bir vakti zamanı vardı. O ânı yaşamak, o fetihte yer almak, Allah Rasulü’nün (sav) müjdesine nail olabilmek tek arzuları olmuştu. Allah’ın nusreti için çok çalıştılar ve fetih gerçekleşti. Belki isimler değişti ama Hakikat, Allah’ın vaadi, değişmedi/ gerçekleşti. İmkansız denen bir vakitte, Rabbimiz “ol” dedi ve oldu. Nusret Müslümanlara yetişti. Bugün de Allah’ın vaadi hak ve mutlak suretle gerçekleşecektir. Allah’ın nusreti, vakti geldiğinde Müslümanlara yetişecek ve yeniden Raşidi Hilâfet kurulacaktır. Devletin kurulduğu yer, İslam beldelerinden herhangi biri olabilir. İsimler değişir ama hakikat, Allah’ın vaadi, değişmez. Bugün bize düşen, Allah’ın nusreti için çok çalışmak, inanmak ve meselenin imkan değil, yalnızca iman meselesi olduğunu yeniden hatırlayarak bu uğurda çalışmaktır.

Zeynep Deniz