Mısır’da sözde “barış” adına bir araya gelen liderler, yine bir masanın etrafında toplandılar. Onlar kameralar karşısında gülümsüyor; fakat o sırada Gazze’de çocuklar can veriyor, ateşkes sürekli ihlal ediliyor ve toprak yine kanla sulanıyordu. Ne acıdır ki bu toplantılarda "insanlıktan" bahsedenler, o insanlığı yıllardır Ortadoğu’da zulme, kana ve gözyaşına boğanlardır. Trump’tan Avrupa liderlerine kadar hepsi, barışı dillerine pelesenk etmiş, ancak kalplerinde menfaatten başka hiçbir şey taşımıyorlar.
Allah (svt), Kur’ân-ı Kerîm’de bu zihniyeti Müslümanlara asırlar öncesinden haber vermiştir:
“Yahudiler de Hristiyanlar da, sen onların dinine uymadıkça asla senden razı olmazlar.” [Bakara, 120]
Bu ayet, bugün Mısır’daki o masada bir kez daha yankılandı. Çünkü o masada oturanların hiçbiri, ne Gazze’nin acısını ne Ümmetin onurunu düşünüyordu. Her biri, kendi çıkarının ve kendi koltuğunun derdindeydi. Bugünün dünya liderlerinin dilinde samimiyetsiz bir “barış” söylemi var, ama ellerinde Müslümanları hedef alan kanlı silahlar! Barış çağrısı yaptıkları gün, İslam topraklarına yeni bombalar düşüyor. Tıpkı onlar Mısır’da sözde barış toplantısı yaparken Gazze’de ölümlerin devam ettiği gibi. Trump ve benzeri liderler, petrol anlaşmalarını “insanlık projesi” olarak sunarken gerçekte oluk oluk Müslüman kanı akıyor. Çünkü Yahudi varlığı yine ateşkese uymuyor. Yine vuruyor, yine bombalıyor, yine Gazze’deki her şeyi yakıp yıkıp yok ediyor. Bugün milyonlarca masumun gözyaşı, kâfirlerin ve işbirlikçi ajan yöneticilerin çıkar masalarında kurban ediliyor. Kur’ân bu gerçeği bizlere şu şekilde ifade ediyor:
**“Onların çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra bile, sırf kıskançlıklarından dolayı sizi imanınızdan döndürmek isterler.” [Bakara, 109] ** Mesele sadece din farkı değildir; asıl mesele, İslâm’ın adaletle hükmettiği bir dünyanın, onların zulümle kurduğu düzeni sarsacak olmasıdır. Allah’ın (svt) yarattığı dünyada Allah’ın (svt) adaleti, güveni ve huzuru sağlayacak olan kanunları onların çıkar hesaplarını yerle bir edecektir. Onlar da bunun olmasını önlemek için ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Batı dünyası güçle hükmeder, fakat adaletle değil. Onların barışı, menfaatleri sürdüğü sürece geçerlidir. Oysa İslâm’ın liderlik anlayışı çok farklıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
**“Şüphesiz ki yeryüzüne kullarımdan salih olanlar varis olacaktır." [Enbiyâ, 105] **
Ve yine: “Allah sizden iman edip salih amel işleyenlere, yeryüzünde halifelik (iktidar) vaat etti.”(Nûr, 55). Bu ilahî vaat, Washington’da veya Mısır’daki masalarda değil; ihlaslı Müslümanların secde eden alınlarında, zulme direnen kalplerinde yazılıdır. Gerçek liderlik, imanla, adaletle ve cesaretle gelir. Resûlullah (sav), Medine’de ihanet eden Yahudi kabilelerine karşı nasıl kararlı ve adaletli davrandıysa bugün de Ümmetin Müslümanlara zulmeden kâfirlere, zalimlere ve onların işbirlikçilerine karşı aynı dirayete ihtiyacı vardır.
Hz. Ömer (ra), Kudüs’ü fethettiğinde hiçbir kiliseyi yakmadı, hiçbir Hristiyan’ı ezmedi. Çünkü o, adaletle hükmeden bir halifeydi. Halid bin Velid (ra) ise Bizans ordularına karşı zaferden zafere koşarken şöyle diyordu: “Biz ölümü, onların hayatı sevdiği gibi severiz." Bu söz, Müslüman liderliğinin ruhunu, imanla yoğrulmuş cesaretlerini özetliyordu. Batı’nın diplomasisi, Ümmetin yarasını saramaz. Çünkü onların “barış” dedikleri şey, yalnızca yeni bir sömürü düzeninin adıdır. Allah (svt) şöyle buyuruyor: **“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz." [Âl-i İmrân, 110] ** Bugün Ümmetin ihtiyacı olan şey, Mısır’daki gibi sahte barış masalları değil; Kur’an ve Sünnetin yolunda şekillenen cesur bir vizyondur. Bugünkü Müslüman yöneticiler de tıpkı o izzetli ve şerefli komutanlar gibi Mısır’daki toplantı masalarına değil; Kur’ân ve Sünnetin rehberliğine yönelmek zorundadır. Bir zamanlar Sahabe dünyayı imanla değiştirdi. Bugün de aynı inanç, aynı ruh, aynı cesaret yeniden dirilmeyi bekliyor. Bu çağda barış değil, menfaat için yaşayan liderlerin karşısında Ümmetin görevi nettir: İmanla o cesur vizyonu omuzlayıp İslâm’ın yeniden yeryüzünde hâkim olması için çalışmak. Çünkü Allah’ın (svt) vaadi apaçıktır: “Allah sizden iman edip salih amel işleyenlere, yeryüzünde halifelik vaad etti.” [Nûr, 55]
Bu ilahî söz, Ümmetin sırtındaki en büyük sorumluluğu işaret eder: İkinci Raşidî Hilâfet Devleti’nin yeniden kurulması. Zira adaletin, merhametin ve birliğin yeniden tesis edilmesi; Gazze’de akan kanın, Doğu Türkistan’daki çığlığın, Arakan’daki gözyaşının dinmesi ancak bu yolla mümkündür. Hilâfet, bir tercih değil; ümmetin farz-ı kifaye borcudur. Tıpkı Sahabenin Rasulullah'ın (sav) vefatından sonra Hilafeti derhal tesis ettiği gibi, bugün de Müslümanlar bu farziyetin gereğini yerine getirmelidir. Gerçek barış, ancak İslâm nizamının hâkim olduğu bir dünyada mümkündür. Gerçek liderlik ise, Trump ve diğer kâfir yöneticilerin meydanda boy göstermesiyle değil, Allah’ın (svt) hükmüyle yöneten bir halife ile yeniden can bulacaktır.
İlknur ER