Osmanlı Hilafet Devleti’nin unutulmaz zaferlerinden biri olan Çanakkale Zaferi’nin 110. yıldönümü olması vesilesi ile Allah yolunda öldürülen tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor ve Necip Fazıl’ın şiirinde geçen “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” cümlesini hatırlatmak istiyorum. Kendi kadim topraklarında hem garip hem de parya olarak Müslümanlara saldırılmasının asıl sebebi şüphesiz İslamdı. Zamanında Mekke’de işkence gören Bilal (as) idi günümüzde işkence şekil değiştirerek, şahıs ve isim değiştirerek saldırı yine Müslümanlar üzerine oldu. Ama bakın Rasululah ne buyuruyor: “İslâm, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere!” Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah bin Mesud'a ise Efendimiz şöyle cevap vermişti: “Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.” [Müslim, İman 232] Gördüğünüz gibi İslâm Rabbi için milletlerinden ayrılanları överken, günümüzde ise tam tersi milleti için dininden ayrılanlar övülmektedir! Gerçek şudur ki: Laik Demokratik Cumhuriyet, Osmanlı Devleti enkazı üzerine kurulmuş, Hilafet’in ilgası şart koşularak İngilizler ile anlaşma sağlanması ardından Müslümanlara yani İslam’a savaş açan bir sistemdir. İslam’a düşman İngilizler ilk iş olarak vahyin yerine aklı koymuş, İslam yerine laikliği, Hilafet yerine demokrasiyi getirmiş, ümmet bilincini yok ederek millet olmayı seçmiş yani İslam’ı kökten yok saymıştır. Halbuki hak dinimiz İslam asla yok sayılabilecek, pasif görülebilecek bir din değildir. Bizim akidemiz bize kardeş olmayı öğütlemiş Milliyetçiliğe hiçbir zaman yer vermemiştir. Nitekim Rasulullah Veda Hutbesinde ne demişti: “Müslüman Müslümanın kardeşidir.” [Tirmizî, “Hudud” 3] Günümüzde sömürgecilerin Ümmet üzerinde en büyük oyunu Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Arap’a, Arap’ı Acem’e düşüren düşmanlığı körükleyen Milliyetçilik düşüncesidir ki sömürgeciler, dün Hilafet’in ilgası için bugün ise yeniden ikamesine engel olmak için bu oyunu sürdürmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması adına 18 Ekim 1926’da Samsun milletvekili tarafından Mustafa Kemal’e sunulan -aslında yazılmasını kendisi teşvik etmiştir- bir kitapta geçen şu kısa ama bir o kadar derin kısmı paylaşmak istiyorum: "...Dünyada Türk olmak kadar onur mu var? Ve Türk olmak kadar din mi var?" Kitabı okurken Mustafa Kemal’in paragrafların yanına kendi el yazısı ile düştüğü not ise, “Aferin! Alkışlar” şeklindedir. Kitabın adını da göz önünde bulundurursak “Din Yok, Millet Var!” Yani millilik Laik Cumhuriyet’in “resmi dini” olarak karşımıza çıkmıştır. Bugünün ulusalcılarının nasıl yetiştiğini anlamak adına kitabın içeriğine biraz daha göz atalım. Mustafa Kemal bu paragrafı okurken altını çizmiş “Türkler müstesna, Türkiye müstesna” şeklinde not almıştır: "En çok din maskarası olan Doğu ulusları, eski çağlardan bu yana, sürekli yalan söylemeyi ve bunun için sözlerini birçok andlarla güçlendirmeyi gelenek haline getirmişlerdir. Bugün de Araplar çok yalan söylerler ve and içerler. Hele Acemler...” Bir şeyin “yerli” ve “milli” olması için ne olması gereklidir? Şüphesiz yabancı olanı ortadan kaldırmaktır değil mi? Öyleyse geçmişten günümüze sürekli “yerli” ve “milli” olarak tekrarlanan yerli ve milli aslında nedir, kimdir? “Yerli”deki “yer”, kadim Anadolu topraklarıdır. Bu toprakların kapısı komutan Sultan Alparslan tarafından 1071’de Malazgirt’te “Allah Allah” sesleriyle açılmış ve o günden sonra şehit kanlarıyla sulanarak yüzyıllarca İslâm’ın hâkimiyeti altında kalmıştır. “Yer”den kasıt İslâm’ın beşiği olan Anadolu ise o halde İslâm mıdır bize yabancı olan? “Milli” kavramından kasıt ise sadece bir ırk değildir. Eğer öyle olsaydı Ensar ve Muhacir kardeş olamazdı. Eğer öyle olsaydı Çanakkale’de şehit olan Halepli, Musullu, Diyarbakırlı, Bosnalı olmazdı. İslâm yerli ve milli olana baksaydı, İslâm Arap yarımadasının dışına çıkamaz, 14 asır boyunca birçok dili, rengi ve ırkı kardeş yaparak yeryüzünü kalkındıramazdı, Osmanlı İslam ümmetinin bayraktarlığını yapamazdı. Öyleyse vallahi bu Ümmete yabancı olan Çanakkale Savaşı’nda kullanılan ve üzerinde “La ilahe İllallah Muhammedun Rasulullah” yazan sancak değil; batıl, fasit, demokrasidir. Her türlü kanunu Batı’dan ithal, her türlü özgürlüğe, fuhşa, cinayete, haksızlığa gözünü yuman Laik Cumhuriyet yabancıdır bu Ümmete. Şüphesiz Hilafet’in ilgasından bugüne ümmeti kemirmeye çalışan Milliyetçilik düşüncesi katliam ve gözyaşından başka hiçbir şey getirmemiştir. Şehit kanlarıyla sulanan bu topraklar İslam’ındır. Ve yine bir gün İslam’a geri dönecektir. “Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih ile (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!” [Saff,13]
SÜMEYYE ŞEYMA GÜVENİLİR