Aylardır gündemimiz Filistin. Konuşmamız, alışverişimiz, ailemiz neredeyse hayatımıza dair her konu Filistin meselesine kanalize olmuş durumda.
Ağlayan çocukları, feryat eden anneleri de gördükçe elimizle dokunarak durdurabileceğimiz videoları bile izleyemiyoruz. Çünkü kaldıramıyoruz. Çünkü yürek bu.
Ölen başka bir insan olsa dahi üzülürken bu durumu bir Müslümanın yaşıyor olması, hatta en beter haliyle gözlerimizin önüne sunulması yüreklerimizi dağlıyor.
Hepimiz biliyoruz ki “İsrail”-Filistin meselesi yeni bir mesele olmamakla birlikte İslam Ümmetinin yaşamış olduğu tek sorun da değil. Hilafet kaldırıldığından beri yani yaklaşık bir asırdır Ümmetin üzerinde dolaşan kara bulutlarla birlikte İslam Ümmeti çok büyük sarsıntılar yaşamaktadır. Yaşadığı en büyük sarsıntı da bir başının olmayışı yani bir Halifesinin olmayışıdır.
Her an her zaman bir Halifenin olmayışını derinden hissettik lakin yaşadığımız son olaylar bu yokluğu ruhumuza çaka çaka işledi sanki. 57 devletin “Müslüman” yöneticilerinin tek bir Halife etmediğini etimiz ile kemiğimiz ile öğrenmiş olduk. İki milyar Müslümanın bir çatı altında toplanmadan bir hiç olduğunu, koca koca orduların kışlalara hapsedilerek bunca zulme göz yumduklarını da görmüş olduk. Bu ve daha nice şeyler bir fert için yeterince ne ağır şeyler değil mi?
Ama dahası da var. Bu kadar zulüm varken kapitalizmin tıkır tıkır işlemesi, zalimlerin hep bir arada olması, birbirlerine her anlamda destek olması, Gazze'de yaşananları unutturmak için suni gündemler oluşturması da bu işin başka bir boyutudur.
Şimdi hep beraber bir düşünelim. Zalim zalimliğini her dönem yapmıştır ve yapacaktır da. Peki ya biz?
Bize düşen hiçbir şey yok mu? Öylece olan olaylara seyirci olmak için mi geldik bu dünyaya? Ya da yöneticiler gibi sadece bir dakikalık kınamadan sonra eski yaşamlarımıza geri dönmek için mi?
Bu soruların cevaplarını inanın hepimiz çok iyi biliyoruz. Lakin asıl mesele de burada. Biliyoruz fakat sadece bilmekle yetinip gerekli somut adımları atmıyoruz. Asıl çözümü öne sürmeyip yapay çözümler üreterek vicdan çığırtkanlığı yapıyoruz. Oysa bir Müslüman, halinin böyle olmayacağını, bizlere düşen görevin bir vücudun azaları gibi olup gerekli vahdeti sağlamak olduğunu bilmelidir.
Peygamberimizin (sav) bu konuyla ilgili bir hadisine baktığımızda şu değerli cümleleri görürüz.
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”[Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58]
Günümüzdeki en büyük sorun Hilafet makamının hayatlarımızdan zihinlerimizden ve kalplerimizden silinmiş olmasıdır. Oysa tüm farzların yerine getirildiği bir otoriteden hayırdan başka ne gelebilir ki?
Zalimin zulmüne son verecek, mazlumunun gözyaşının toprağa düşmesini engelleyecek olan bir Halifemizin olmasıdır.
O zaman gelin bunun için çalışalım. Başta Filistin ve diğer tüm İslam beldelerindeki kardeşlerimiz için çalışalım. Biz çalışsak da çalışmasak da gün gelecek Rabbim vaadini yerine getirecektir. Burada bizlerin düşüneceği durum ise bu vaadin neresinde yer aldığımızdır. Rabbim bizleri O’nun dininin sancaktarı eylesin. Müslümanlığıyla yeni topraklara “Can Suyu” olmayı bizlere nasip eylesin inşallah.
“Artık çalışanlar böylesi için çalışsınlar.” [Saffat 61]
Vesselam
Sümeyye YILDIZ