ÇAĞIN ASHÂB-I KEHFİ OLMAK
01 Temmuz 2023

ÇAĞIN ASHÂB-I KEHFİ OLMAK

İman ile küfür, hak ve bâtıl mücadelesi ilk insan Adem (as) ile birlikte başlamış ve kıyamet gününe kadar devam edecektir. Tarihin belli bir evresinde yaşanan “Ashab-ı Kehf” kıssası da bu mücadelenin önemli örneklerinden biridir. Bu kıssa, toplumun ıslahı ve değişimi için güzel bir örnektir.

İnsanı diğer yaratıklardan ayıran iki özellikten birisi aklını doğru bir şekilde kullanması ve düşünme özelliğine sahip olmasıdır. Allah (svt) hak ve batılı birbirinden ayırmış ve bunu insanlara göstermiştir. Doğru yolu seçen kimse kurtulur, yanlış yolu seçen de hüsrana uğrar. Yüce Allah (svt) kulunun eğilimlerine göre bu iki seçimden birisini var eder. Ayet-i kerime de şöyle buyurmaktadır:

“Allah kime hidayet ederse işte o doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.” [Kehf 17]

Bu gençlerde doğru yolu bulmuş ve hidayete ulaşmışlardır. Ashab-ı Kehf kıssası ölümden sonra dirilişin bir misali olarak uzun süre mağarada uyuyup yeniden uyanma hadisesidir. Ashab-ı Kehf: “Batılın karşısında duran 7 yiğit genç”... Ashab-ı Kehf adı verilen ve Kur’an’da “fetâ” kavramıyla ifade edilen bu gençler, insanın insana kulluk ettiği ve şirkin bütün yönleriyle kurumlaştığı bir dönemde yaşamışlardır. Devrin zalim kralı kendisinin rablığını ilan etmiş. Ashab-ı Kehf gençliğinin de kendisini rab olarak tanımalarını istemişti. Toplum putperest bir toplumdu. Allah’tan başka ilahlara tapıyorlardı. Kalpleri imanla dolu olan bu gençler kıyam ettikleri zaman şöyle demişlerdi:

“Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilah demeyiz.” [Kehf 14]

Kur’an’a göre Allah Azze ve Celle: ”Yaratan, yöneten, eğiten, sahip olan, öldüren, dirilten, yaşatan, rızık veren, duaları kabul eden, sadece kendisine ibadet edilen, evreni sevk ve idare eden, fayda ve zarar verme gücüne sahip olan tek ilahtır.” Bu bağlamda her Mümin, Allah’ın (svt) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi olduğuna inanmalıdır. O’na (svt) bu konuda bir başkasını ortak kılmamalıdır. O, devrin zalim iktidarı, tevhidi bir yaşam biçimi olarak seçen Müminleri davalarından vazgeçirmek için akla hayale gelmeyen çok ağır cezalar öngörmüştür. Onların bu işkence yöntemleri Kur’an’da şöyle anlatılır:

“Onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut kendi dinlerine döndürürler.” [Kehf 20 ]

Bu gençliğin mücadelesine baktığımızda davası hak olan ve doğru bir mücadele yöntemini tercih edenlerin tarihte başarıya ulaştığını görmek mümkündür. Ashab-ı Kehf kendilerinden sonra geleceklere inanç ve eylemleriyle örnek olmak adına hayatlarını tehlikeye atacak aktif mücadeleyi ertelemişlerdir. Var olmak adına belli bir süre “hicreti” tercih ederek mağaraya sığınmışlardı. Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır demişlerdi.” [Kehf 10] Bu ayette anlatıldığı gibi bu gençler önce fiili duada sonra da lisan ile duada bulundular. Ve Rableri onların dualarına icabet etmiştir. Bu lisana dayalı duada geçen rahmet, Allah’tan (svt) kullarına sayısız ihsanda bulunmasıdır. İşte Ashab-ı Kehf gençliği zor zamanda fiili duanın akabinde lisana dayalı dua ile Allah’ın ( svt) yardımını ve doğru yoldan ayrılmamayı istemişlerdir.

Tevhid mücadelesi yolunda Ashab-ı Kehf’in bize bıraktığı en önemli değerlerden biri de hicrettir. Hicret, coğrafi anlamda içinde yaşadığı şehirleri terk ederek dağlara ve mağaralara çekilmek değildir. Aksine, dini sorumlulukları yerine getirmede ve yaşama hakkının ihlal edildiği, zulme maruz kalınan bir vasatta; din, can, mal, akıl ve namus güvenliğini korumak için güvenli bir yere göç etmektir. Mekânın dağ, şehir ya da mağara olması fark etmez. Bununla birlikte hicret, sadece zulümden kurtulmanın bir gerekçesi değil, aynı zamanda inisiyatifi ele almanın da bir gerekçesidir. İslam davetini taşımanın yeri, zamanı ve mekânı yoktur. Davet kişinin gittiği her yerde kişinin yol arkadaşı ve azığıdır. Sonuç olarak, Ashab-ı Kehf kıssası bize başta sağlam bir Allah inancı ve bu inancı pekiştiren tedbiri, sonra da Allah’a tam bir güven içerisinde teslim olmayı öğretmektedir. Allah’ın (svt) var olduğuna inanan bir Mümin, imkânların da var olduğuna inanır. İslam’ı yayma yolunda, içinde yaşadığı toplumda inancının görünür kılınması için farklılaşmayı ortaya koyar. Çünkü semavi dinler, teorik bilgiden ziyade pratik uygulama ile yayılmışlardır. Ashab-ı Kehf’in bu noktada bize bıraktığı miras, “temekkün yolunu” benimsemek, kitleleşmeden önce iyi bir kadro hareketini ortaya koyabilmektir. Bu bağlamda çağımızın genç Müslümanları Ashab-ı Kehf’in iman, yaşama azmi, güçlü irade, dava şuuru ve tevhidi duruşunu örnek almalıdırlar. Bizler, sonuçtan değil, bir birey olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirip getirmemekle yükümlüyüz. Sadece yaptıklarımızdan değil, yapma imkânı olduğu hâlde yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğimizi bilmeliyiz.

Ashab-ı Kehf kıssası, Efendimiz (sav) üzerinden bize şu temel mesajları vermektedir. Gerçek bir Mümin hiçbir şekilde haktan dönmemeli bâtılın ve zulmün önünde boyun eğmemelidir.

Eylemlerimizi dualar ile desteklemeli. Yaşamı değerli hâle getirmeli ve Rabbine iman eden bir genç olmalıyız. Çağın putlarına “la“ diyerek putları yıkmalı. Küfrün karşısında durmalı ve zalime karşı hakkı haykırmalıyız.

Ashab-ı Kehf gençleri: Rabbimiz! “Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!.” diye niyaz etmişlerdi. [Kehf 10]

Çağın Ashab-ı Kehf’i olmak her ne kadar meşakkatli ve zor olsa da gerçek şudur: “Bu çağa şahitlik edecek olanlarda tam bir teslimiyet ile iman eden bir avuç kimselerdir.” Ey Rabbimiz! Sana iman eden bir avuç gencin teslimiyeti ve iman etmesi gibi bizleri de İslâm davası yolunda öncülerden ve hakiki anlamda iman edenlerden eyle. Allahumme Amin...

Sadiye GÜNEŞ