5N1K dünya çapında sorunların çözümü noktasında yaygın olarak kullanılan bir inceleme yöntemidir. Ne, nerede, nasıl, ne zaman, neden, kim sorularından oluşur. Televizyona karşı rağbetin artması, magazinin hayatımızın tam ortasına oturtulması ve artan sosyal medya kullanımı ile birlikte hepimiz aşina olduk bu sorulara. Aslında polis soruşturmalarında kullanılan yöntem maksadını aşan alanlarda kullanılmaya başlandı malesef.
Bizleri hiç ilgilendirmediği halde sırf popüler oldukları için ne yedikleri, ne içtikleri, nerede, ne yaptıkları tüm detaylarıyla sabah akşam uzun uzun anlatılır oldu kimilerinin. Bu konu üzerinde durulacak kadar önemli miydi diye düşünülebilir aslında. Fakat mesele popüler insanlarla kalmadı. Sonrasında bize, içimize döndü ve yediğimiz, içtiğimiz sofralar sohbet konusu edildi; eş, dost, akraba, konu komşu kim varsa onların hayatı didiklenir oldu. Açıkları arandı, bir araya gelen insanlar hep başkalarının hayatlarıyla meşgul oldular, kendi hayatlarında kayda değer bir gayesi, bir hedefi olamadığından.
Başkasının kederiyle, ayıbıyla, hatasıyla mutlu olundu. Yetmedi gündemde tutuldu, kendi ayıbını örtmek için. Elbette bu kadarıyla yetinilmedi, zira toplumun ifsadı hız kesmeden devam etmeliydi ki insanların zihinleri boş bilgilerle meşgul olsun, hakka yönelecek ne vakitleri ne de takatleri kalsın.
Kendilerinde hissettikleri eksiklik duygusunu bir şekilde başkalarının hayatını yargılayarak örtmeye çalıştı insanlar. Bu ne ilk sorundur ne de son olacaktır. Dünyaya gönderildikten sonra insan varlığının fıtrat ayarları ile hep oynanmıştır çünkü. Sonra Allah (svt) bir peygamber göndererek insanları tekrar fıtrata mutabık ayarlara döndürmüştür. Rasulullah'ın (sav) dönemine bir bakalım, o zaman da insanlar, kim, nerede, ne zaman, nasıl, ne gibi sorulara cevap arıyor muydu? İslam'ın terbiyesinden geçmeden önceki Mekke döneminden bahsetmeye bile gerek yok içinde bulunduğumuz toplumun durumundan aşinayız. Şimdi bu iç karartıcı tablonun yanına güzel bir tablo ortaya çıkaran Sahabelerden (ranhum) bahsedelim.
İnsan olmaları hasebiyle onlarda da merak duygusu vardı elbette. Mesela cennetlik miyim, cehennemlik mi, Allah (svt) ve Rasulü (sav) benden razı mı, değil mi, iman dairesinde miyim, küfrün bataklığında mı... Bunlar kendi hayatlarına dair merak konularıydı. Peki, başkalarının hayatlarını merak etmiyorlar mıydı? Bunu yakınlarının, kavimlerinin İslam potasında eridiğini kendilerine dert edindikleri meselelerden anlayabiliriz. Ben tok iken kardeşim aç mıdır, hangi ihtiyacını giderebilirim, işlediği bu amelden hesaba çekileceğini hatırlatıp nasıl vazgeçirebilirim, söylediği bu sözdeki çirkinliği en güzel şekilde nasıl fark ettirebilirim? İşte gökteki yıldızlar gibi nerede olsak yönümüzü bulacağımız seçkin şahsiyetlerin bize örnekliği.
Başkalarının hayatını kendilerine dünya ve ahirette ateş olacak şekilde değil, hem kendilerine hem etraflarına rahmet olacak şekilde yani iki cihan saadetine vesile olarak dert edindiler. Müslümana yakışan ise insanda var olan her duyguyu en güzel şekilde yani İslam’ı yansıtarak hayat sahasında yaşamak...
“Onlar (Allah'ın emirlerine uygun olarak yaşayan kimseler), bollukta ve darlıkta (Allah için) harcarlar, (kızdıklarında) öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlarlar. Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever.” [Al-i İmran 134]
Safiye Saruhan