Bülbüllerin şakımayı unutması, kadınların hor görülüşü, çocukların ağlayışı, eziyet ve zulümlerin bitmeyişi, mazlumların sessizliğe zorlanışı, bitkilerin yeşermeyişi niye? Ne değer bu sapkınlığa? Hakk’ı ayakta tutmayan topluluğa hiçbir şey değmez.
Benim durumum da zor aslında. Aslıyım bu hakikat sancağının. Gittikçe kendine zarardan başkasını vermeyen insanlığın, nefislerinin sesi olmak... Her şartta masumiyete sığınanlarla uğraşmak vazifem benim.
Doğru ile çatışıp yüzlerine çarpanlar! Bu doğrunun peşinden gitmek yerine ondan kaçmak neden? Niçin? Nasıl oluyor bu? Bunca suali soruyorum kendime. Sormak zorundayım. Bu benim farziyetim, vazifem, asli görevim -bilen veya bildiğini gizleyenler olsa da- sadece benim değil tüm Ümmetin. Yardımcı olmalıyım fikirlerini çamurdan kurtarmam gerekenlere. Haykırmalıyım. Duymayanlara duyurmalı, görmeyenlere göstermeli, susturulanlara ses, gözyaşları durmayanlara deva ulaştırmalıyım. Susuz topraklara nem, sömürücü güçlere korku olmalıyım. Yapmalıyım hepsini. Yüzleşme korkusundan tümü. Bilinir ki gerçekler hep acıtır, acı doludur. Acının da şiddet derecesi vardır. Bu acıyı yaşamamak için acıtmamak gerekir. Helakin eşiğinde yaşamak yerine helake esir olmaktan uzak durulmalıdır. Ansızın suçlu marifetleri ile karşılaştığı vakit yorulur insan. Çözüm bulmak yerine daha da bulaşır suça, insanlık suçuna. Durulmaz hiç.
Hız, hızlanış. Pervane olur hatalarının ekseninde. Çağdaş olma tutkusuyla sürüklenir... Unutur benliğini. Unutturur, unutulur. Modern olma çabası kaybettirir. Modern olduğundan sakin kalmaya çalışır lâkin içindeki savaşı kaybettiğini sindiremez. Zırha bürünür kendince, kendisini korumayan aksine siper eden... Nice kurşun yer. Yüzyıllardır durağanlıktan uzakmış rolü yapmaktan sıkılır. Bilir ki mahlûktur tembel olan. Sıra bahanelere gelir, sığındığı limanı değiştirir. Sığınmadan yaşayamayacağına inandırır kendini belki de inandırılır. Bağımlı olduğu aşılanır her zaman. Hem bağımlı olduğu hem de gelişmek zorunda olduğu. Saçmalıktan başkası değil sıkıştırıldığımız girdap.
Bunu fark edeceği zihni, zihniyeti çoktan kaybetmiştir. Bürünür yeniden yeniden hiçbiri olmamış gibi. Pes etmeyi de aklından geçirir. Kaç kere kaybettiğini sayamaz. Mahkûm olur. Tutsak kalır. Zincirler rahatlatmaya çalıştığı vicdanını.
Akabinde tükenir... Erir. Mum olur dibine ışık vermeyen. Cümlelere yaslanır. Topluma, insanlığa faydalı olamayacağına inanmak ister. Destek alır. Bireysellik akımının peşinden gider. Ben merkezli sınırlara yerleşir. Sınırda refah bulacağını acizce düşünür. Taşınır.
Taşar, taşkınlaşır. Öylesine dalar ki dalgası dinmeyen arsız denize, çıkmaya imkân bulamaz. İmkânsızlıkta imkân aramanın derince kayıp olduğunu anlayamaz. Vahşilik gayesini bilinç edinir. Vahşileştikçe vahşileşir ve son halini alır. Kalıba sokar fikirlerini dayatılmış hâliyle. Modaya uymak ister. Yani her nebzede “aynılık” yasasına. Çözüm arar başka kaçış bulamayınca. Vaziyeti değişmez.
Değişir, değiştirir. Süregelen sapkınlığa katılır. Nefsiyle dost olur. Hüsran ile biteceğini zannettiği ömrünü ye’se kapılarak harcar.
Ebrar Sultan ÖZDOĞAN