Bizleri Müslüman olarak yaratan ve yaşatan Rabbimize binlerce hamd olsun. Bizleri fahri kainat Efendimiz (sas)’e Ümmet kılan Rabbimize hamd olsun ve bizleri bu güzel dinin müntesipleri eyleyen yüce Allah’a hamd olsun.
Bu din öyle yüce öyle güzel bir dindir ki; bu dünyanın kör karanlığından bizleri çıkartıp sonsuz bir diyara davet etmektedir ve O diyar öyle bir diyar ki, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın duymadığı, akla hayale sığmayacak nimetlerin adeta sıraya girdiği bir yerdir…
İşte asıl mesele de buradan itibaren başlamaktadır. Bu diyarı ne kadar arzuluyoruz? Bu diyarın gerçek olduğuna ne kadar inandırdık kendimizi? Bizi bekleyen bir sonun olduğunu ve nasıl bir sonla karşılaşacağımızı düşündük mü?
Şimdi sizlerle beraber düşünelim. Sahabeyle aramızdaki en bariz farklardan biri de ahirete bakışımız değil midir? Sadece söylemde değil görmüşçesine iman etmek… Hatta öyle bir inanç ki artık dünyanın dar gelmesi… Günden güne bu dünyanın süsüne eğlencesine aldanmadan, Sevgiliye kavuşmanın heyecanı ve hasretiyle yaşamak … Kısacası ölümü arzulamak …
Evet sahabenin arzusu ve bu diyara bakışı böyleydi. Çünkü o yüce makama arzedebilecekleri adanmışlıkları mücadeleleri ve en önemlisi bir hikayeleri vardı. Sadece O ‘nun rızası uğruna döktükleri gözyaşları, kanları, alın terleri … O‘nun rızası için uğruna nice vazgeçişleri vardı.
Bu saydıklarım hikayelerinin en önemli kısımlarını oluşturuyordu elbet ama bir yer daha vardı ki, Rablerinin huzurunda okuyacakları hikayenin en can alıcı yeriydi. Belki de şehit olma arzusuyla yanıp tutuşmalarının sebebiydi bu yer. “Dünyaya bir defa ahirete ise bin defa bakmak “.
Bu kısma örnek verebileceğim nice güzel sahabe varken ben çok daha özel bir sahabenin hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum. O özel sahabe Muaz bin Cebel; Muaz bin Cebel’in hikayesi 18 yaşına varınca başlıyor. Muaz öyle bir tavır ve tutum sergiliyor ki, adeta herkesi kendine hayran bırakıyor. Bu sahabinin Kuran‘a olan ilgisi ve bilgisi bir yana dursun alimlerin de baş tacı sayılır. Kıyamette alimlerden bir adım önde olacağını bizzat Efendimiz (sas) söylemiştir. Kısacık ömrüne neler sığdırmıştır.
Peki Muaz bu dillere destan hikayesinde ölümü nasıl karşılamış diye soracak olursak, o anlara şahit olanlar cevabı verecektir bizlere. Muaz son gecesinde etrafındakilere sık sık ‘‘sabah oldu mu?’’ diye sorar ve onlar hayır daha olmadı der. Son kez sorduğunda tan yeri ağarmış ve sabah olmuştur. Muaz ‘evet sabah oldu’ cevabını aldığında dilinden şu ibretlik sözler dökülür; ‘‘Merhaba ey ölüm hoş geldin! sen hayatım boyunca bana ilk kez gelen bir misafirsin. Fakir dostuna gelen bir sevgili gibisin.’’ diyerek ölüme adata kucak açarak Rabbine kavuşmuştur.
Şimdi kendi hikayelerimize bakalım. Kendimize şu soruyu soralım. ‘Benim Allah’ın huzurunda anlatabileceğim bir hikayem var mı?’ Nice Peygamberler, sahabeler hikayelerini anlatırken benimde o günde dilimden bir kaç cümle dökülebilecek mi ?
Soralım kardeşlerim. Hikayelerimizi yazmaya başlayalım. Lakin şunu da unutmayalım. Bu hikayelerin cümleleri kalplerimizde vehn bulundurarak yazılmaz! Zamana kapılıp giderek yazılmaz.! Benim elimden bişey gelmezlerle yazılmaz .!
Ölüm kalemimizin mürekkebini bitirmeden gelin Allah’a anlatacağımız nice güzel hikayelerimiz olsun. O‘nun yolunda harcadığımız her göz yaşı imzamız olsun. Nurdan kaplı melekler de şahidimiz olsun .
Şimdi bir daha soruyorum; Senin gururla anlatabileceğin bir hikayen var mı ?
Sümeyye Yıldız