Özgürlük kavramı; Sanayi Devrimi, Rönesans ve Reform hareketleri neticesinde modernitenin bir ürünü olarak 17.yy’da Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Avrupa’da kilisenin halkı köleleştirmesi, maddi ve manevi olarak halkın kullanılması, Katolik Kilisesinin halkın günahlarını bağışlaması, cennet vaadiyle halktan para alması özel olarak kiliseye genel olarak da dine, geleneğe ve uygulamalarına karşı büyük bir hareket ortaya çıkarmıştır. Hareketin en büyük silahı, sihirli değneği ise özgürlük kavramı olmuştur. Kilisenin baskısından bunalmış ve kilise ile arasındaki uçurumu kapatamayan halka âdeta içtiğinde “şifa” bulacaklarına inandırdıkları özgürlük, bireysellik, aklın egemenliği gibi ilaçlar sunulmuştur.
Dinden ve kiliseden kurtulup akıl ilahlaştırılarak özgürlüğün elde edilebileceği savunulmaya başlanmıştır. Kilisenin ve tahrif edilmiş uydurma bir dinin uygulamalarından bıkmış bunalmış Avrupa iyileşmek için kullandıkları sözde ilaçları (özgürlük, aklın egemenliği, laiklik, bireycilik) kendisi gibi olduğunu düşündüğü diğer coğrafyalara da pazarlamak istemiştir. Bunun en başında da İslam coğrafyası gelmiştir. Ancak yanıldıkları nokta Müslümanlar ne tahrif edilmiş bir dine mensuplardı, ne yeniden yazılmış batıl bir kitaba sahiplerdi ne de din tarafından sömürülmeye maruz kalmışlardı. Aksine İslam coğrafyası İslam ahlâkı ile ahlaklanmış, hayatını Kur’an ve Sünnete göre şekillendiren nice bilim insanları, mühendisler, bilginler, tüccarlar yetiştirmiş; fenni ilimlere, gemiciliğe, sanata önem vermişlerdi. Bize ilerlememiz için “özgürlük ilacını” satmaya çalışan Avrupa, İslam dünyası sayesinde ilim ve bilimdeki açıklarını kapatmaya çalışmışlardı. Bunun en büyük örneklerinden birisi İbni Sina’nın Kanun Fi’t-Tıbb eserini tıp eğitiminde 600 sene kadar kullanmış olmalarıdır.
Avrupa yıllarca bilimde örnek aldığı İslam coğrafyasının üzerine bir sünger çekip tüm dünya gibi İslam coğrafyasını da hasta kabul edip özgürlük, adalet, eşitlik gibi ilaçları yanına alıp dağıtmaya karar verdi. Özgürlük elçilerinin ilk işlerinden biri; Asya, Afrika, Hint ve İslam beldelerine götürdüğü sözüm ona özgürlükle onları sömürgeleştirip yeraltı ve yerüstü kaynaklarını talan etmek olmuştur. Buralardaki halkların hem kaynaklarını kullanıp hem de onları kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir. İslam dünyasının hâkimiyeti, nüfuzu azalmaya başladıkça özgürlük elçileri, İslam dünyasının üzerine karakargalar gibi üşüşmüştür. Fransa Cezayir’e özgürlük götürmüş ve 1.5 milyon insan ölmüştür, Rusya Afganistan’a özgürlük ve adalet götürmüş ve 1.5 milyon insan ölmüştür, ABD Afganistan’a özgürlük ve adalet götürmüş 100 bin kişi ölmüştür yine ABD Irak’a özgürlük ve adalet götürmüş ve 1 milyon insan ölmüştür. Soykırımlarla, katliamlarla amaçlarına ulaşamayan Batı bu sefer fikirlerini eğitim sistemiyle, medyayla, tüketim alışkanlarına yön vermek suretiyle Müslümanların evlerine kadar sokmayı hedeflemiştir.
Mutluluğun ancak dünyevi hazlarla elde edilebileceğini bunun için de bizi sınırlayan dinin hayattan çıkarılıp yerine aklın ve arzuların konulması gerektiğini söylemiş. Ancak bu sayede özgürlük ve mutluluğun elde edilebileceğini zihinlere işlemiştir. Ve en nihayetinde bizler özgürlüğü ve mutluluğu her istediğimizi yaptığımızda, eylemlerimizin sonuçlarını düşünmeden hareket ettiğimizde, sürekli tükettiğimizde, harcadığımızda kazanacağımızı düşünür olduk. Böylece aklımızı, isteklerimizi, seçimlerimizi vahyin önüne geçirmeye başladık. Sonrada toplumda “tesettürden çıkıyorum çünkü özgürüm”, “evliyim ama başkasına âşık oldum çünkü özgürüm”, “cinsiyetimi değiştiriyorum çünkü özgürüm”, “hemcinsime âşık oldum çünkü özgürüm” gibi fasit fikirler ortaya çıkmaya başladı. Sadece Allah’a (svt) kul olmamız gerekirken nefse, isteklere, el ne der putuna, para putuna, şan-şöhret putuna tapınıldı. İşte bunlar özgürlükleri için tek ilaha kul olmayı reddedip onlarca puta köle olan insanlardır. Bu insanların aslında özgür olmadıklarını; çocuk işçi çalıştıran firmaların ürünlerini ve hayvanların üzerinde ölümcül deneyler yapan kozmetik ürünlerini almadan duramadıklarından, sosyal medyadaki beğenileri ve takipçi sayısıyla kendi değerlerini biçtiklerinden, maddi durumları el vermediği halde sırf kabul görmek için kredi çekip telefon almalarından anlayabiliriz. Yine marka kıyafetlerin üretiminde çalışan insanların ürettikleri bir kıyafetin parasıyla maaşlarının eşit olmasından dolayı asla ürettikleri kıyafetlerden alamayacak olmalarından, yedikleri, içtikleri, gezdikleri her yeri sosyal medyada paylaşarak var olmaya çalışmalarından düşünüldüğü kadar özgür olmadıklarını ve gerçek mutluluğu da yakalayamadıklarını görüyoruz. Dünyanın en özgür insanları olarak görünen Avrupa nüfusunun %40’ının ruhsal ve nörolojik hastalıklarla mücadele ettiğini, 165 milyon kişinin depresyon, anksiyete, uykusuzluk, şizofreni, bağımlılık gibi hastalıklardan mustarip olduğunu öğrendiğimizde batının özgürlük ilacının kendine bile hayrı yokken diğer coğrafyalara dayatmasının anlamının olmadığını daha net anlıyoruz. Anlıyoruz ki asıl özgürlük; nefsinin, isteklerinin, paranın, şöhretin, beğenilme putunun, el ne der putunun elinde köle olmaktan kendini kurtarıp Peygamber Efendimizin (sav), Sahabe Efendilerimizin (ranhum) yaptığı gibi malını, canını Allah (svt) yolunda feda edebilmektir. Asıl özgürlük; nefsinin her isteğini hiçbir ayrım yapmadan gerçekleştiren Esfel-i Safilin mertebesinden, nefsini Allah’a (svt) satan Ahsen-i Takvim mertebesine yükselebilmektir. Asıl özgürlük, kula kulluktan kurtulup sadece Allah’a (svt) kul olabilmektir...
Sümeyra KARA